CHP’nin ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek-Böke günlük bir gazeteye verdiği mülakatta Türkiye ekonomisine yönelik bazı değerlendirmeler yaptı. Değerlendirmenin odağında ekonominin geçen dönemdeki performansı var.

“Ali Babacan’ı başarılı buluyor musunuz?” sorusuna, Sayek-Böke “2007’ye kadar kendisine verilmiş olan programı iyi uygulayarak çok doğru bir şey yaptı. 2008’den itibaren, “Hadi siz kendi reform paketinizi yazın” dendiğinde maalesef aynı gücü göstermedi” yanıtını veriyor. “AK Parti’nin ekonomi politikası başarılı tezine katılıyor musunuz?” sorusuna da benzer bir yanıt vererek, “AK Parti’nin tek başarısı, eline verilen reform paketini uygulamış olmasıyla sınırlı” değerlendirmesini yapıyor.

Sayek-Böke birçok liberal iktisatçı gibi Derviş programına sadakat gösteriyor. AKP’nin 2001-8 arasında ekonomik politikalarında temel bir sorun görmüyor; çünkü reçete Derviş reçetesi. Sorun ne? 2008 sonrası reformların sürdürülmemesi! Sayek-Böke işsizlik ve borçluluğun çok yüksek olması, yeterince gelir yaratılamaması, faizlerin yüksekliği, katma değeri yüksek üretim yapılamaması gibi bir dizi sorunu 2008 sonrası dağılmayla açıklıyor.

Gerçekten öyle mi? Yani bu sorunlar karşımıza 2008 sonrasında reformlara devam edilmediği için mi çıktı? Ben, yanıtı Sayek-Böke ile aynı bölümde çalışan meslektaşı Erinç Yeldan’ın Kemal Derviş Programı’nı da değerlendirdiği bir yazısı üzerinden vermeyi anlamlı buluyorum. Özü itibariyle bugün Sayek-Böke’nin 2008 sonrası uygulamalara atfettiği ana olumsuzluklara Yeldan, 2001-2008 programının yarattığı olumsuzluklar olarak işaret ediyor; hem de 2009 yılında yazdığı bir makalede! 

Yeldan 2001-2008 dönemine ilişkin değerlendirmesinde üç boyutu öne çıkarıyor. Birincisi, bu dönemde dış borç stokunun hızlı artışı. Resmi verilere yaslanan Yeldan diyor ki; “söz konusu dönemde Türkiye dış borçluluğunu hızla yükseltti. 2003 başında 129,6 milyar dolar olan toplam dış borç stoku, 2008’in Haziran ayı itibariyle 284,4 milyar dolara yükseldi. 5,5 sene gibi bir sürede biriktirilmiş olan 154,4 milyar dolarlık net yeni dış borcun ana kaynağı ise özel sektörün borçlanmasıydı”. Diğer bir anlatımla Sayek-Böke’nin başarılı bulduğu dönemde Yeldan, Türkiye’nin dış borcunun iki katın üzerinde arttığını söylüyor!

Yeldan’ın bu döneme ilişkin dikkat çektiği ikinci boyut üretimden kaçışla sonuçlanan yüksek faiz getirisine yaslanan ekonomik büyüme modeli. Diyor ki Yeldan, “Türkiye 2002’den bu yana giderek artan oranda cari işlemler açığı vermektedir. Söz konusu açık, özü itibariyle, Türkiye’nin dış dünyaya sunmakta olduğu yüksek reel faiz getirisine dayanmaktadır. Bu şekilde uyarılan yüksek hacimli döviz girişleri döviz kurunu ucuzlatmakta ve ithalat talebini kamçılamaktadır. Türkiye’nin bir spekülatif kazanç ve ithalat cennetine dönüştürüldüğü bu ortamda, yerli üretim ve istihdam yerine, dış dünyadaki üretim ve istihdam beslenmektedir. Ucuz ithalat diğer bir yandan da yurtiçinde yan sanayileri ve yerli ara malı ve girdi üreticilerinin kazançlarını eritmekte, ucuz ithal girdileri yerli sanayileri piyasadan dışlamaktadır. Bunun sonucunda orta ve küçük boy işletmeler ve dikey bağlantılı yan sanayiler teker teker üretimden çekilirken, Türkiye’nin ara ve yatırım mallarında dışa bağımlılığı artmaktadır.”

Yeldan üçüncü olarak, bu modelin işsizliği kamçılamasının kaçınılmaz olduğunu şu sözlerle vurguluyor; “cari işlemler açığının kapatılması basit bir muhasebe dengesi meselesi değildir. Zira cari işlemlerdeki açık, nihai olarak yurtiçinde yerli üretimi baltalamakta ve istihdamı geriletmektedir. Cari açık, nasıl finanse edilirse edilsin, özü itibariyle Türkiye’de işsizlik sorununun derinleşmesine doğrudan katkıda bulunmaktadır. Nitekim, TÜİK tarafından yayınlanan işgücü istatistikleri, Türkiye’de işsizlik sorunun tüm şiddetiyle sürmekte olduğunu belgelemektedir. Açık işsizlik oranının yüzde 9,6’da süregeldiği, “işbaşı yapmaya hazır, ancak iş aramaktan umudunu kesen” gizli işsizler ordusunun da 4,2 milyon kişiye çıktığı Türkiye, hızla artırdığı dış borçları neticesinde ucuz ithalata dayalı, bağımlı ve istihdam yaratmayan bir büyüme yolağı izlemektedir.”

Bilkent’in komşu odalarından gelen bu zıt yöndeki değerlendirmelerin ikisinin birden doğru olması mümkün değil! Kime inanalım? Mülakatta Sayek-Böke’nin 2008 sonrasına atfettiği sorunlara bir göz gezdirin ve sonra 2009 yılında Yeldan’ın yazdığı makalede söz ettiği sorunlara bakın! Aynı olduğunu göreceksiniz!

Sayek-Böke haklıysa; Yeldan müthiş bir falcı! Yeldan haklıysa; CHP’nin ekonomiye ilişkin ciddi sorunları var!