Farklı disiplinlerden 18 müzisyen, Mazlum Çimen’in şarkılarını ‘Benim İçin Söylenenler’ albümünde seslendirdi. Müzisyen, ozan babası Nesimi Çimen’in kültürel mirasına ilişkin, “Benim derdim bir Mazlum Çimen yaratmaktı. Babama saygımı ancak onu sömürmeden gösterebilirdim” diyor

Saygımı, sömürmeden özgünlüğümle gösterdim

IŞIL ÇALIŞKAN

Halk müziğinin usta ismi Mazlum Çimen’in ‘Benim İçin Söylenenler’ albümü çıktı. Proje albümde Çimen’in sanat hayatı boyunca söylediği, onunla özdeşleşen türküler 18 müzisyen tarafından seslendirildi. Albümde Hayko Cepkin’den Yıldız Tilbe’ye Jehan Barbur’dan Haluk Levent’e farklı tarzlardan müzisyenler yer alıyor. Çimen, bu çeşitliliği “Hep aynı mahallenin çocuklarıyla buluşup bir şeyler yapıyoruz. Yan sokağın çocuklarıyla da buluşalım. Onlar bize, biz onlara misafir olalım istedik” diye anlatıyor. Müzisyenle albümünü ve Sivas Katliamı’nda kaybettiği babası Nesimi Çimen’i konuştuk.

>>Bu saygı albümü için nasıl yola çıktınız?

Bu proje oluştuğunda benim de korkum buydu aslında. Saygı albümü ölenin arkasından yapılır ya “Daha ölmedim” dedim. Arkadaşlarımın toplanıp bana bir saygı çalışmasına girmesine de gerek yoktu henüz daha. Ama bir adım atılmıştı. Bir hareketlilik olsun üretelim diye düşündüm. Benim asıl derdim sokakları buluşturmaktı. Hepimiz müzisyeniz ama değişik sokaklardayız. O sokaklar birbiriyle buluşmuyor bir türlü. Hep aynı mahallenin çocuklarıyla buluşup bir şeyler yapıyoruz. Yan sokağın çocuklarıyla da buluşalım. Onlar bize, biz onlara misafir olalım istedik.

Orçun Sünear, Teoman, Suavi, Yıldız Tilbe… Hepsi farklı tarzlarda müzik yapıyor. Tür farklılığı özellikle dikkat ettiğiniz bir kriter miydi?

Değişik kulvarlardan ama başka sokaklardan arkadaşlarla birbirimize misafir olduk. Çünkü birbirimizi öteliyoruz da aslında. Yok onların sokağı, yok bizim sokağımız… Birbirimizi itiyoruz. Çok sıcak samimiyetimiz yok. Balenin tiyatroyla, resmin plastik sanatlarla çok fazla ilişkisi yok. Bunu ancak opera ve bale bünyesinde görebiliyoruz. Çünkü oranın bir atölyesi var ve bütün sahne sanatları orada üretiliyor. Bir tarzın gittiği yere öbürlerinin gitmemesi gibi bir şey var ortada. Bu çok rahatsız ediyor beni. Ben insan çerçevesi olarak çok geniş yelpazesi olan bir insanım. Çok da mutluyum bu anlamda.

YILDIZ TİLBE’NİN SEÇİMİ İLGİNÇTİ

>>Sizi en çok heyecanlandıran çalışma hangisi oldu?

Bu noktada çok fazla bir duyguya kapılmadım ama şu isim olduğunda nasıl olur ve ona nasıl bir eser oluşturmak gerekir diye düşündüm. Yıldız’ı düşündüğümde “Hangisini söyler acaba?” diye düşünürken hiç aklıma gelmeyen bir eser seçti. Babamın bestesi ‘Yavaş Yavaş’ isimli bir deyişi okudu. O beni çok şaşırttı. Benim bile aklımda yoktu o eser. Bir liste yapıp gönderdim herkese. “Yakalandıklarınızı seçin” dedim. Ama sonra bu mu bu mu derken ben devreye girdim ve “Sana bu şarkı daha iyi olur” diye yönlendirdiklerim oldu. Şimdi dinlediğimde birinin söylediği şarkıyı öbürü söyleseydi olmazdı diyorum.

>>Albümün gündem engeline takıldığından yakındınız. Sanatın gündemle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu işin en lanetli birimi müzik. Çünkü direkt müziğin sesi kesiliyor. Tiyatro oynanıyor ya da sergiyi açılıyor. Hiçbirinin sesini kesemiyorsun ama müziğin sesini kesebiliyorsun. Müzik en çok yara alan disiplin olarak hayatımızda duruyor. Müzik sırf eğlence olarak algılanıyor. Kasap dükkanını açıyor, fırın çalışıyor, otobüs çalışıyor. Televizyonda Survivor gösteriliyor. Ama konserler hemen ya iptal ediliyor ya erteleniyor. Siz bakmayın sadece popülist dünyada ya da magazin dünyasında görülen müzisyenlerin kazandığı bütçelere. Yılda 4-5 konserle yaşayan müzisyenler var. O da ertelendiğinde hayat kayıyor.

YILMAZ GÜNEY BENİ OKULDAN ALIRDI

>>Can Yüceller, Yılmaz Güneylerle büyüdünüz. Çocukken bu değerlerin bilincinde miydiniz?

Onların nasıl insanlar olduklarını anladığımda 14 yaşımdaydım. Eve gelenler benim ablamdı, amcamdı, teyzemdi, dayımdı. İlkokul 4’üncü sınıfta Yılmaz abi beni okuldan almaya gelmişti. Yılmaz Güney’in geleceği anlaşılmış. Ders bitti. Baktım öğretmenler, hademeler hepsi kapıda bekliyor. Ben beni çok sevdikleri için beklediklerini sanıyordum. Ama sonra anladım ki aslında onlar Yılmaz abiyi bekliyormuş. Can Baba’nın ben Can Yücel olduğunu bilmiyordum ki hiçbir zaman. Devamlı küfür eden çok keyifli bir büyüğümdü benim. Çocukluğa 15 sene dersek onun 9 yılı Can Yücel’di. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt öyle. Biz onları bilmiyorduk ki o anlamda. Abimle bir dönem sonra eve gelen insanları anlatmamaya başladık. Çünkü kendini beğenmiş, hava atan biri olarak algılıyorlardı. Bizse farkında değildik. Meğer çocukken akrabanın ötesinde ilişkilerimizin olduğu insanlar parmakla gösterilen, bu ülkenin yüz akı insanlarmış.

>>‘Sen Benden Gittin Gideli’ bir babaya yazılan en ağır şarkı olabilir. Bugün bunca haksızlık karşısında nasıl sakin kalıyorsunuz?

Bu yaşadığımız coğrafyada oluşturulan kültürle ilgili bir şey. Oradan damıtarak aldığınız şeyler. Hasan Özgen şiirinde “Anladım ki kalmak da bir işmiş meğer” der. Oradan bakınca o bir şeyler kalıyor sizde. Kalanın beni en mutlu eden yanları hoşgörü ve değeri algılamak. Acıyı hoşgörüyle karşılamaktan bahsetmiyorum. Hiç öyle bir yanım yok. Yaşamla bağınızı koparmadan ve yaşam içindeki gerçekçiliği iyice yedirmeye başladığınızda reaksiyonlarınızı da belirliyorsunuz. Sivas Katliamı’ndan 2 sene sonra İdam Yasası’na karşı imza toplandı ve ben dördüncü imzayı attım. Babamı yakan insanların da idam edilmemesi için imza topladım. Ben İdam Yasası’na karşıyım. Yaşama nasıl baktığınızla da alakalı. O senin insanlık ölçünle ilgili. En büyük değer önce doğa, sonra insan. O kültürle sizin nasıl durduğunuz ve kendinizi nasıl dengelediğiniz cevabın içinde yatıyor.

>>Şarkıların rolü nedir bu aşamada?saygimi-somurmeden-ozgunlugumle-gosterdim-699883-1.

Ha evet tabii. Değişik biçimlerde ortaya çıkıyordu zaman zaman ama bu zaten üretmekle ilgili bir şey. Hadi diyelim ben bunu üreterek hallettim. Diğer aileler ne yapacak? 33 tane aile var. Bunların hepsi müzisyen değil ki. Var olan da öldü. Diğerleri ne yaptı acaba? Onlardan da sanatla uğraşmanın getirdiği bir duyarlılık tepkisi bekleyemezsiniz. Marangozdur, bakkaldır, manavdır. Peki bu aileler nasıl durdu? Bu kültürün getirdiği bir damıtma.

>>Halk müziği için babanızdan kalan miras diyebilir miyiz?

Bana bırakılan bir miras var. O bana bir şekilde yansıyor ama benim halk müziğini sürdürmek gibi bir derdim yok. Çünkü aslında halk müzikçi değilim. Halk müzik kökenliyim ama tam olarak öyle değil. Babam da halk müzikçi değil. Babam halkın içinden gelen aşıklık geleneğinden geliyor.Deyiş ve Alevi kültürü dediğimiz yapının içerisinden geliyor. Söze dayalı bir müzik yapıyoruz. Ben bunun mirasçısı olabilirim. Halk müzikçisi dersek buna ömrünü vermiş müzisyenlere saygısızlık olur. Halk müziğinin bildiğim yanları var. Belki de çoğunun bilmediğinin farklı bir tarafından biliyor da olabilirim ama bu yine halk müzikçi olduğum anlamına gelmiyor.

Öyle bir şey olsaydı zaten babamın curasını alır öyle gelirdim zaten. Benim için çok kolaydı bu. Sivas Katliamı yeni olmuştu. Bir sene sonra ben albüm yapmıştım. Sivas acısının üzerine yatardım. Nesimi’nin oğlu diye çıkardım ve o durumda oturduğum evin adresini bile bilmiyor olabilirdim zenginlikten. O işin kolayıydı ama o Nesimi Çimen şemsiyesinin altında kalmış bir Mazlum Çimen olarak kalırdı. Ama benim derdim bir Mazlum Çimen yaratmaktı. Babama saygımı ancak onu sömürmeden gösterebilirdim.

>>35 yıllık sanat yolculuğunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hala tazeyim. Yapmam ve öğrenmem gereken çok şey var. Hala ben kendimi oluşturamadım. Oluşmuş bir Mazlum yok ortada. Kendimle barışmayı ne kadar çok sağlarsam o kadar oluşması gereken Mazlum’a yaklaştığımı düşünüyorum. 35 sene sanat ömründe hiçbir şey değil. Müziğin en zor bölümü ilk 20 yıl. 20 yıldan sonra verdiğin emek senden istemeye başlıyor. Orada ne sunabiliyorsun mesele o. 35’ten 20’yi çıkar 15 yıl kaldı. Ben ilk 20 yılı biraz tembel geçirdim. 25 yıl diyelim 15’i çıkarırsak geriye kalan 10 yılda da sanatla hovardalık yapmışım. Ona da ona da bulaşmışım aslında. Benim izlerim olmalı. O iz de zamanın getirdiği bir kavram.