Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gücüyle, dünyanın saygın devletleri arasında yer alması, … Bölgemizden başlayarak ümidini bize bağlamış tüm mazlumlara ve mağdurlara sahip çıkmayı, el uzatmayı, imkânlarımız nispetinde onlara destek olmayı da vazifemiz olarak görüyoruz.

Partisinin Kızılcahamam kampında böyle söyledi Erdoğan. Söylediklerinden şunu anlıyoruz; Türkiye gerek siyasi gerekse de ekonomik olarak o kadar güçlü ki, dünyanın saygın devletleri arasında yer alıyor ve bu pozisyonu ile de umutlarını kendisine bağlamış dünyanın tüm mazlumlarına ve mağdurlarına sahip çıkmaya çalışıyor!

Kızılcahamam’da söylediklerini, “Bakın bunlar çok önemli” diye satır satır nakletti medya. Naklettikleri arasında, İstanbul’da Suudi Arabistan Konsolosluğu’na girip de çıkamayan gazetecinin durumu da vardı: “Ben de cumhurbaşkanı olarak bu işin takibindeyim, kovalıyorum.

O kovalama çerçevesinde, Türkiye dün konsoloslukta arama yapma talebinde bulundu. Sanırım yapacaktır. Zaten o talepten önce, Suudilerden istenirse arama yapılabileceği açıklaması gelmişti.

Konunun kuşkusuz bir basın ve ifade özgürlüğü boyutu var. Muhalif bir gazeteci, anlatılan dehşet hikâyelerine benzer bir şekilde susturulduysa, girdiği konsolosluktan çıkamaması dünyayı ayağa kaldırmalı ve o konsolosluğun ait olduğu ülkeyi de ciddi yaptırımlarla karşı karşıya bırakmalıdır.

“Özgürlükler ülkesi ABD”nin, kendi vatandaşlığına hazırlanan ve önemli gazetelerinden birinde yazan bir gazeteci konusunda ne kadar duyarlı olduğunu göreceğiz! Mutlaka görmemiz, görebilmemiz gerekir, çünkü iddiaların muhatabı bir Rusya ya da Çin değil, kralına Trump’ın “Biz olmasak iktidarda 2 hafta bile kalamazsın” dediği ülke.

Haydi, bu ABD’nin ve Trump’ın derdi olsun!

Siyasi ve ekonomik gücüyle, dünyanın saygın devletleri arasında yer alan ve dünyanın tüm mazlumlarına el uzatan bir ülkenin de dert etmesi gereken şeyler var.

Konuyu baştan beri takip eden ve konsolosluğa girerken Kaşıkçı’nın da kendini emanet ettiği Türk-Arap Medya Derneği’nin açıklamaları tüyleri diken diken edecek nitelikte: İçeride öldürüldüğünden emin oldukları gazetecinin, farklı ülkelerden gelip konsolosluğa giren 15 kişi tarafından bayıltılıp parçalara bölündüğünü ve herkesin bir parçayı alıp gittiğini söylüyorlar!

İster parçalara bölünerek öldürülmüş olsun ister bölünmeden, eğer gerçekten öldürüldüyse, bu gazeteciyi öldürenlerin Türkiye algısının hiç de “siyaseten ve ekonomik olarak güçlü, saygın devlet” şeklinde olmadığı anlamına gelir.

Sorulması gereken soru; kendi konsolosluğunda olsa bile, ülkemizde böyle bir cinayetin işlenmesine nasıl cesaret edilebildiğidir. Sizi güçlü ve saygın bir devlet olarak görenler sizin ülkenizde böyle bir şeye cüret edebilirler mi?

Bu, bir şekilde olduysa eğer, öldürülen kişinin kimliği, niteliği, ilişkileri ne olursa olsun, yapana yaptığını ödetemeyen bir devletin saygınlığı da kalmaz.

Kısacası, olayın bir boyutu da Türkiye’nin saygınlığı ve dışarıdan nasıl algılandığıdır.

Ülkelerin ve devletlerin saygınlıklarını pekiştiren şeyler arasında liderlerin ağzından çıkan sözleri de vardır. O sözlerin ne kadar arkasında durulabildiği ve illa da doğruluğu…

Erdoğan’ın partisi AKP ve iktidarını McKinsey konusunda sıkıştığı köşeden kurtarmak için Kızılcahamam’da sarıldığı İsmet İnönü fotoğrafına bakın. Onu; “İşte görüyorsunuz, elindeki bayrak dikkat edin Türk bayrağı değil. Elindeki bayrak Amerika” diye takdim ederken, İnönü’nün elinde aynı zamanda Türk bayrağı da olduğunu bilinçli olarak gizlemek, güçlü ve saygın liderlerin yapacağı bir şey değil.

Bir de McKinsey’i savunmak, milleti yapılan işte bir yanlış olmadığa ikna etmek için kan ter içinde kalanlar vardı. Şimdi, Erdoğan’ın olmaz demesinden sonra U dönüşü yapacak olanlar…

Bunlar sayesinde zaten sorgulanan saygınlığımız şimdi parçalanarak öldürüldü denilen gazeteci vakasıyla bir başka sınava giriyor. Keşke bundan başarıyla çıksa!