İktidar, gerçek ölüm verilerinin kuşkusuz çok ağır olabilecek siyasal faturası ile yüzleşememekte. Fiyaskolara ve skandallara rağmen yapay bir başarı algısı yaratmak amaçlandı. Bu tempoyla gidilirse, 70 milyon nüfusun iki doz aşılaması tam 980 gün sürecek. Bu durumun kabul edilmesi mümkün değildir. İktidar halka güven vermemektedir. Önümüzdeki bir ay içerisinde günlük koronavirüs ölümleri 60’ın altına düşmeyecektir. Bu nasıl bir denetimli normalleşmedir? Bu vaziyet, gerçekte açılım-saçılım histerisidir.

Sayılar bize ne söylüyor?

Ahmet SALTIK - Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)

TÜRKİYE’de ilk Covid-19 olgusu, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) “Bu bir küresel pandemidir” duyurusunu yaptığı gün, bir yıl önce 11 Mart 2020 günü Sağlık Bakanı Koca tarafından kamuoyuna duyurulmuştu. Bir koca yıl geride kaldı ve “yeni koronavirüs”ün neden olduğu pandemi tüm dünyada sönümlendirilemedi. Türkiye’nin de başı fena biçimde ağrımakta. 13 Mart 2021’deki “resmi” verilerinden ilerleyerek, sorunu irdeleyelim.


TEST POLİTİKASI

150 bin 98 PCR testi yapılmış ve 15 bin 82 yeni olgu/vaka yakalanmış. Test pozitiflik oranı yüzde 10. Oldukça yüksek bir oran, zaman zaman yüzde 1-2’lere düştüğü oldu. 150 bin değil de 300 bin test yapılsa idi acaba yakalanan olgu sayısı da 2’ye katlanacak ve 30 bini aşacak mıydı? Günlük test sayısı ülkemizde en çok 200 bini buldu. Oysa DSÖ, Türkiye için 400 bin/gün test yapılması gerekli düşüncesinde. Dolayısıyla 400 bin/150 bin 98 = 2,67 ile 15 bin 82 çarpılırsa, 40 bin 219 bulunur. Yaklaşık 2,7 katı PCR (+) olgu yakalanmış olacak ve uygun önlemlerle toplumdan ayrılmaları gerekecekti. Hastaneye yatırılması gerekmeyenler karantinaya, gerekenler izolasyona. Böylelikle bu kişilerde hem erken tanı konarak, daha etkin tedavi sunulacak ve ölümler azaltılabilecekti hem de başkalarına bulaştırmaları engellenerek, bulaş zinciri kırılabilecekti. Her 2 olanaktan da ancak yakalayabildiğimiz olgu oranında yararlanabiliyoruz.

Ayrıca kullanılan PCR testlerinin duyarlıkları hiçbir zaman yüzde 100 değil. Başlangıçta yüzde 40’lara dek düşmüştü, çok az gerçek olgu yakalayabildik ve salgın yayıldı. Giderek yüzde 70’lere erişen duyarlıklı PCR testleri geliştirildi ancak bu kez de Eylül 2020’de İngiltere varyantı mutant virüs ve ardılları Brezilya, G. Afrika vd. nedeniyle test duyarlığı gene düştü. PCR testlerinin, mutant tiplerin RNA dizilimlerine göre primerlerinin güncellenmesi gerekti. Bu teknik güncelleme ülkemizde hem gecikti hem de yeterli olmadı. Ayrıca bölgesel farklılıklar da oluştu. Örneğin son haftalarda yayınlanan illere göre, yüz bin nüfusta haftalık yeni olgu sayılarına göre maviye boyanan düşük riskli Güneydoğu Anadolu illerinde, sağlıkçılarla konuştuğumuzda, ciddi düzeyde test kıtlığı yaşandığı bize aktarıldı. Sağlık çalışanlarına bile yeterince test yapılamadığı bildirildi.

PCR testleri Sağlık Bakanlığı politikası uyarınca genel olarak başvuran ve belirtisi olanlarla epey sınırlandığı için, toplumdaki riskli kümelerde aktif sürveyans bağlamında yaygın kullanılmadıkları için, örnek alma tekniği, laboratuvara ulaştırmada soğuk zincir ve olası laboratuvar hataları da katıldığında, buzdağının altında kalan gerçek (+) olgu sayıları/oranları yüksek oldu. Bu sorun da bulaş zincirini kırmada başlıca engellerden olarak ortaya çıktı. Salgın eğrisi hızla tırmandı ve bastırılamadı, uzadı, uzadı. R0 değeri genellikle 1’in üstünde kaldı, sınırlı zamanlar dışında. Yani bulaşı alan 1 kişi, bulaştırıcı olduğu 14 gün içinde 1’den çok insana bulaştırdı. Oysa salgını sönümlendirebilmek için bu katsayıyı 1’in altına çekmek ve en az 4 hafta baskılamak gerekiyor. Günlük test sayısının kişi ya da test sayısı mı olduğu da genellikle netleşmedi. Toplam test sayısı 35 milyona ulaştı, 90 milyona varan ülke nüfusunun yüzde 40’ını bulmadı, 1’inci yıl sonunda.

HASTA SAYISI BAKIMINDAN

Salgının ilk yılı bitiminde, resmi rakamla toplam 2 milyon 866 bin 12 olguya erişildi. Kabaca, 90 milyon eylemli nüfusun yüzde 3,2’si bulaşı almış oldu. Yine pratik yaklaşımla buzdağı modeli gereği toplam gerçek olgunun 1/10’u yakalanmış /tanı konmuş olsa, 28,66 milyon nüfus ya da yüzde 31,8’lik nüfus kesiminin bulaşı aldığı çıkarımı yapılabilir. Covid-19’un özellikle 12 yaş altı çocuklarda, azalan oranlarda 18 yaş altında ve giderek tüm yaşlarda yüzde 85’lere varan ölçüde belirtisiz gittiği bilgisi de 1/10 buzdağı ampirik yaklaşımı ile örtüşmekte.

Buradan “toplum bağışıklığı” kavramına geçilebilir mi? Belki “evet” ama bu “kazanım” kavramın tanımı ile örtüşmüyor. “Toplum bağışıklığı” aşı ile toplumun ne oranda bağışık kılındığının tanımı. Yoksa bırakalım insanlar hastalansın, öldürücülük oranı nasılsa yüzde 3, giderek toplum doğal yolla bağışık olsun yaklaşımı etik-bilimsel-hukuksal değil! Kaldı ki, hastalığa yakalananların geliştirdiği doğal bağışıklık kalıcı değil ve 6-8 ayda sönümleniyor. 23 gün ara ile 2’nci kez bulaşa yakalananlar olduğu gibi, son günlerde mutant tiplerle yeniden enfeksiyon da gözlenmekte. Ayrıca bir yılda, tanı konan 2,87 milyonun 10 katı toplumda toplam bulaş varsayılsa bile, salgının bu ivme ile en az 3 yıl sürmesine katlanmak gerekir ki, tüm nüfus doğal yolla bağışık olsun! Üstelik kalıcı bağışıklık sağlanmadığını ve mutant tiplerle yinelenen enfksiyon riskini de hesaba katarsak, yıllarca böylesi bir “serap” a erişmek hayali sürebilir. Böylesi bir serüven ölümler bakımından da göze alınamaz, 90 milyon nüfusun tümünün hastalanarak bağışıklanması senaryounda, yüzde 3 düzeyindeki küresel ölüm hızı ile, Türkiye’de 270 bin insanımızın feda edilmesi sonucu doğabilir ki, hiçbir biçimde savunulamaz, post-modern bir kırım olur!

Yaz sonrası, mayıs başında uyardığımız üzere kasırga = hasta ve ölüm sayılarında çok hızlı tırmanma başlayınca, Bakanlık kendince bir ayrım ile PCR testi (+) çıksa da en az 2 belirtisi olmayanları hasta kabul etmeyip ayırdığı ve “hasta” sayısını çok azaltarak açıkladığı, DSÖ’nün 2 ayrı yeni kodla bildirim yönergesine uymadığını ve ulusal ve uluslararası kamuoyunu yanılttığını da not etmek zorunlu. Bu tablo, Bakanlığın bir bilgisayar ekranının görüntülenmesi ile açığa çıkmış o gün 30 bin olan PCR (+) olgu sayısının 1/20’si ya da yüzde 5’i olarak bin 500 “hasta” ilan edildiği kanıtlanmıştır. Ardından Bakanlık, 2 ayrı veri ile de olsa, gerçek rakamları geriye doğru açıklamak zorunda kalmıştır. Ancak ölüm verilerinde karartma, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerin belediyelerince günlük ölüm verilerinin açıklanması ve Türkiye genelinde Bakanlığın açıkladığı Covid-19 ölümlerinin “komik” kalmasına karşın inat ve ısrarla sürdürülmektedir. İktidar, gerçek ölüm verilerinin kuşkusuz çok ağır olabilecek siyasal faturası ile yüzleşememekte, dahası salgını iyi yönettiğini bile savlayarak muazzam başarısızlık, skandal, fiyaskolara karşın yapay bir başarı hatta destan yarattığını savlayarak, algı saptırmasına yönelmiştir.


Ağır hastalar tabloda bin 350 olarak görülmektedir ki, havuzdaki toplam hastaların bin 350/151 bin 31=yüzde 0,9’dur. Dünya genelinde bu oran yüzde 0,4 olup, 2,25 kat ağır hastamız söz konusudur! Öte yandan yine tabloda filyasyon oranının yüzde 99.9 olduğu, ortalama filyasyon süresinin 8 saat dolayında olduğu kayıtlıdır. Son 2 sayısal veri gerçekten doğru ise, muazzam bir başarı anlamındadır ve pek çok olgunun hızla erken tanı almasını da sağlayabilir. Bu durumda, erken tanı alan hastalarda “ağır hasta” ya dönüşme neden bunca yüksektir?

Popüler adlandırmasıyla “turkuvaz tablo” gerçekte kara ya da kıpkırımızı olup, pek çok gerçeği saklamakta. Halkı ve küresel kamuoyunu, DSÖ’nü de aldatmaktadır. Nitekim ABD’de CDC, bir ara Türkiye’yi 3. derecede riskli ülke ilan etmişti (en üst risk 4. derece).

İktidar dürüst davranarak halka güven verememiş, tersine, salgının uzamasına da kaçınılmaz biçimde neden olarak, ülkemize ağır bedeller ödetmiş ve bir güven bunalımına yol açmış bulunmaktadır. En az 387 sağlık emekçisi yitirilmiştir!

HAVUZDAKİ HASTALAR

Tabloya göre “resmi” verilerle 2 milyon 866 bin 12 (toplam hasta)–2 milyon 685 bin 560 (toplam iyileşen) = 180 bin 452 ve bundan da toplam “resmi” ölümler olan 29 bin 160 düşüldüğünde, halen 151 bin 31 aktif hasta olduğu sonucuna varılabilir. 11 Mayıs 2020’den sonra 2’nci açılım sürecinin başlatıldığı 1 Mart 2021’den bu yana “havuzdaki hastalar” artmaktadır. Çünkü her gün iyileşerek, havuzdan ayrılanlardan daha çoğu hastalanmaktadır. 13 Mart’ta nedense, rekor sayıda iyileşen 15 bin 287 oldu?

Salgının sönümlendirilmesi, pratik anlamda hasta havuzunun boşaltılması demektir. 151 bin 31 hastanın dünya ortalamasına göre yüzde 3’ünün önümüzdeki 2-4 haftada ne yazık ki ölmesi bekleniyor.

Bu rakam 4 bin 531 kişiye karşılıktır ve 4 hafta boyunca günde ortalama 162 ölüm öngörülebilir. Ne var ki, resmi verilere göre, Türkiye’de hastalıktan ölüm oranı dünya ortalamasının 1/3’üdür! Bu durumun epidemiyolojik bir açıklaması olmayıp tümüyle kurgusaldır! Dolayısıyla bu rakamın 1/3’ü dolayında, 4 hafta boyunca günde ortalama 54 ölüm olabilecektir. Ayrıca yeni tanı alan hastalardan da bu 4 hafta içinde erken ölümler gözlenebilir. Pratik olarak, önümüzdeki 1 ay içinde günlük Covid-19 ölümleri yaklaşık 60’ın altına düşmeyecektir! Bu nasıl bir denetimli normalleşmedir? Bu, gerçekte açılım- saçılım histerisidir! Türkiye bu verilerle 1 Mart’ta 2’nci kez ve hiçbir epidemiyolojik temeli olmaksızın “denetimli normalleşme”ye geçmektedir. Bu karar bilimsel dayanaklı olmayıp, tümü ile popülist tercih ürünüdür.

AŞI SORUNU

Dr. Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü 2011’de AKP tarafından kapatılmış ve aşıda yüzde 100 dış bağımlılık oluşmuştur. Salgın ortasında Türkiye yerli aşı geliştirememiş, yurt dışından da yeterli, çeşitli, güvenilir aşı sağlanamamıştır. İngiltere 8 Aralık 2020’de aşılamaya başlarken Türkiye epey zorlama ardından 14 Ocak’ta başlayabilmiş ve günümüze dek 60 günde 10+ milyon doz aşı yapabilmiştir. Günlük ortalama 150 bin doza inmiştir. Aşı istasyonları kurulmamış, ek çalışan sağlanmamıştır, tek kaynaktan dışalım ağır aksak, güvencesiz ve çok yetersizdir. 2’nci doz aşı randevuları beklemekte, öğretmenler bile aşılanamamaktadır. Bedelinin ödenebildiği ölçüde aşı sağlanabildiği endişesi pek haklı olarak yaygındır ve Sinovac’tan aşı alım sözleşmesini AKP, tüm ısrarlara karşın kamuoyuna açıklamamaktadır!

Çin Sinovac firmasının Coronavax aşısının evre-3 çalışmaları etik, bilimsel çerçevede yürütül(e)memiş, bilimsel olarak geçersiz koruyuculuk oranları açıklanmıştır. Gerçekte, bu aşının koruyuculuk düzeyi ülkemizde bilinmez durumdadır. Bu tempo ile gidilirse, 70 milyon hedef nüfusun (90 milyon - 18 yaş altı 20 milyon çocuk) 2 doz aşılaması 980 gün (neredeyse 2,5 yıl!) sürecektir, Ocak 2021 ortasından başlayarak. Bu durum kabul edilemez. Bir yandan yeni mutasyonlara neden olur, bunlar eldeki aşıların etkinliğini azaltabilir, ayrıca aşılama sonrası elde edilen yapay bağışıklık 6-8 ay içinde sönümlenmektedir. Ek olarak da bu aşının etkinlik oranı Sinovac’ın açıklaması yüzde 50 olup, aşılanan 2 kişiden 1’i bağışık yanıt veremeyecektir. 18 yerde yerli aşı geliştirme ufukta seraptır.

ÖLÜMLER BAKIMINDAN

13 Mart akşamı toplam ölümler (bir yılda) “resmi” veri ile 29 bin 421’e ulaşmıştır ve vaka ölüm oranı yüzde 1 gibidir, dünya ortalaması yüzde 3 iken! Türkiye’de Covid-19 nedeniyle ölenlerin dünya ortalamasının 1/3’ü olması için hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Tersine, dünya ortalaması gibi olması için bütün veriler destekleyicidir. Dolayısıyla her 3 Covid-19 kaynaklı ölümden 2’si değişik yaklaşım- yöntemlerle kayda alınmamaktadır. Salgının neden olduğu ikincil ölümler dışında, bu durumda, 29.421 x 3 = 88 bin 263 toplam ölüm olmalıdır! 2021 yılı Mayıs ayında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) doğum-ölüm istatistiklerini açıklayacak ve çok ciddi müdahale olmazsa, toplam yıllık ölüm rakamı, 2019 yılı sonunda 436 bin iken, yüzde 2 gibi doğal bir artışla sınırlı kalmayarak oldukça büyüyecektir. Ölüm sayısındaki bu anormal artışın, açıklaması nasıl yapılacaktır? Mızrak çuvala sığmamaktadır, sığmayacaktır.

***

sayilar-bize-ne-soyluyor-853003-1.

Sonuç ve öneriler: Küresel işbirliği ile dayanışmanın dışında bir seçenek yoktur

♦ İdeal çözüm, yeter ve etkin aşı sağlayıp BM öncülüğünde, küresel ölçekte, eşzamanlı 4 hafta tam kapanmadır. Bu sürenin ilk 2 haftasında 1’nci doz, izleyen 2 haftada 2’nci doz aşılama, tam bir küresel / ulusal seferberlik ile duyarlı tüm nüfusa yapılmalıdır.

♦BM ölçeğinde uluslararası toplum böylesine bir savaşıma girişemese de Türkiye kendisi yapmalıdır. Halen aşılanmamış 60 milyon 18+ yaş nüfus için 120 milyon doz aşı ne yapıp edip önümüzdeki haftalarda sağlanmalı, tam bir olağanüstü aşılama seferberliği hazırlığı yapılmalı ve 4 hafta tam kapanma ile yukarıda açıklandığı biçimde tam aşılama gerçekleştirilmelidir. Bu sürede toplumun kırılgan-zedelenebilir kesimlerine, başta işsizler-yoksullar olmak üzere yeterli sosyal devlet desteği mutlaka sağlanmalıdır. 4 hafta sonunda son derece ölçülü olarak, Epidemiyolojik verilere uygun, sıkı denetimli normalleşmeye geçilmelidir.

♦Eldeki sayısal veriler, adına “denetimli normalleşme” de denilse, bu 2. kez erken açılım - saçılıma kesinlikle elverişli değildir. Daha çok insanın hastalanmasına, daha çok masum insanın ölmüne, salgının uzamasına ve daha çok ekonomik yitiğe yol açacaktır.

♦Bu kabul edilemez sonuçların nedeni ve sorumlusu hastalıktan çok, izlenen akıl ve bilim dışı politikalar ve onların özneleri olacaktır. Salgından çok iğrenç siyaset öldürüyor; ne acı!

♦İnsanlık düşmanı kapitalizm, salgının kök nedeni ve baskılanamamasının da ana nedenidir!

♦Salgın yönetimine asla popülizm, günlük siyaset bulaştırılmamalı, tümü ile epidemiyoljik stratejilere uygun bilimsel yönetim sergilenmelidir. Hiçbir kaygı, insanın yaşam hakkı önüne konmamalı, DSÖ Genel Başkanı Dr. T.A. Gebreyesus’un çığlıkları duyularak önce “sağlık – insan seçilmelidir” her şeyin başında.