Geldiğimiz noktada artık idarenin halkın sağlığını koruyamadığı ve -hesapsız işler sebebiyle devlet kasası boşaldığından- halkına el uzatamadığı bir durumdayız. Halka yalan söylemelerinin bedelini yine halk ödüyor. Gereken tedbirleri alamayan AKP yönetimi ise çare arayışı yerine halkı yine kutuplaştırarak ve ucuz popülizm yaparak kendini bu işin dışında tutmaya çalışıyor.

Sayılar ne anlatır?

EFKAN BOLAÇ

Halktan hiçbir şeyi gizlemeyin. Yalan söylemeyin. Söylenen yalanları hemen teşhir edin. Zorlukları, hataları ve
başarısızlıkları maskelemeyin. Kolay zafer iddiasında bulunmayın.

Amilcar Cabral

Önceden anlamını bildiğimiz ama bize çok uzak olan, Aralık 2019’dan beri ise tam anlamıyla içine düştüğümüz “pandemi”, bizim için hayatın durması ve sosyalleşmenin kesintiye uğraması demek ise devletler için ne demek?

Tüm bu süreç devlet denilen yapının belki de şimdiye kadar görmediğimiz yüzüyle tanışmamıza neden oldu. Devlet ile bireyler arasında var olduğu söylenen sosyal sözleşme bu zamanlarda ortaya çıkmalıydı. Hep halktan bir şeyler isteyen devlet tam da bu sefer halkın sağlığını korumak için ortaya çıkmalı ve “Devlet bugünler için var” diyerek sosyal hayatı ve gündelik hayatı organize etmeliydi.

Bazı devletler gerekli düzenlemeleri yaptı bazıları ise pandemi gerçeğini ciddiye almayarak halkının sağlığını ciddi riske attı.

Ülkemizde ise Aralık 2019’da ortaya çıkan bu virüsle ilgili olarak başta sanki yokmuş gibi davranıldı. Hatta Singapur’a giden bir uçakta virüsü taşıyan birisi olmasına rağmen yine de vaka kabul edilmedi. Sonra İsrail’e giden bir yolcu uçağından inenler arasında da birinde virüse rastlandı ama yine “tespit edilmiş bir vaka yok” denilerek olay basite aldı. Nihayetinde AKP’nin sağlık bakanı Fahrettin Koca, 10 Mart’ı 11 Mart’a bağlayan gece ülkedeki ilk vakayı açıklamak zorunda kaldı. İlk ölümün ise 15 mart 2020’de gerçekleştiği kayıtlara geçti.

Bakanlık, dünya virüs paniğiyle çalkalanırken yaklaşık üç ay boyunca salgınla ilgili hiçbir tedbir almadı. “Virüs aldığımız önlemlerden daha güçlü değildir” hamaseti sonucunda da Nisan ayı ortalarında Türkiye, dünyada en çok vaka görülen ülkeler arasında 7. sıraya kadar çıktı. Sonra ne oldu? Sert önlemler alınacağı söylendi ama “gönüllü karantina” adı altında sorumluluk halka bırakıldı. İnsanlara evden çıkmayın denildi ama insanların ihtiyaçlarıyla ilgili zerrece bir şey yapılmadı.

Sabık eski maliye ve hazine bakanı ise 2.1 milyon aileye 1.000 TL yardım yapılacağını söyledi. Sonra devletin dar gelirliye doğrudan desteği yerine bankalardan kredi alınabileceğini söylenerek halk bankalara yönlendirildi. Çünkü AKP’nin önceliği halk değil ekonomi çarkının işlemesiydi.

Getirilen sokağa çıkma kısıtlamaları, alınan bazı tedbirlerle bir müddet virüsle mücadelede bir kazanım elde edilmesini sağlansa da 1 Haziran 2020 olduğunda sanki virüs bitmiş gitmiş gibi kontroller komple elden bırakıldı.

Turizm gelirine halk sağlığı feda edildi. Tüm tedbirler neredeyse askıya alındı, yurtdışından gelen kişilere hiçbir test uygulanmadan sadece termal kamera (!) tedbiriyle otellere girişi ya da ülkeye girişine izin verildi.

11 Mart sonrası virüsle bir nebze mücadele etme niyetinde olan AKP, yaz aylarında olayı tamamen bıraktı ve virüsü kontrol altına almak şöyle dursun vakaları gizleme yolunu seçti. Göreceli de olsa vaka sayısını, yoğun bakımda olana hasta sayısını açıklamayı bıraktı, “vaka”, “hasta” ve “ağır hasta” diye bir ayrımı pandemi literatürüne soktu. Süreci bilim kurulu diye adlandırdığı bir kurulla yönetmeye çalıştı ama kurulu tamamen kendisi belirleyerek, Türk Tabipleri Birliği’ni ve Eczacılar Odası’nı dahil etmedi. Hatta halka doğru verilen aktarılması gerektiğini ısrarla savunan bu kurumları düşman ilan etti. Türk Tabipleri Birliği’nin vaka sayılarını açıklamasını güvenlik sorunu olarak değerlendirdi. Halkın sağlığını konu dışı bırakıp, ekonomiye zarar veriliyor diyerek TTB’yi terörist ilan edecek kadar ileri gitti.

Kasım 2020 içerisinde tekrar vaka sayıları verilmeye başlansa da bu verilere de inanmak mümkün değildi. Belediye başkanları, bakanlığın şeffaf olmadığını söyleyerek Mezarlıklar Müdürlüğü verilerini açıklamasıyla bu sefer belediye başkanları da milli güvenlik sorunu haline getirilmeye çalışıldı. Vaka sayılarında şeffaflık istenmesi bazı yandaşlarca 60.000 olsa ne olur ya da sanki seviniyormuşçasına gözünüz aydın sözleriyle cevaplandı.

Öncelikle faşist dediğimiz 1982 anayasasında bile varlığı inkar edilmeyen hukuk devletinin ne olduğunu anlatmakla işe başlayalım: hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri idarenin faaliyetinin belirliliğidir. Yani idarenin şeffaf olması ve halka yalan söylememesi gerekmektedir. Halka doğrular anlatılacak ve devlet mekanizması bu işi çözemiyorsa, halkla birlikte çözüm arayışına girecektir. Yoksa devlet dediğimiz yapı, sandıktan sonra istediğini yapabilen yöneticiler anlamına gelmemektedir. Devlet, yaptığı faaliyetin hesabını veren yönetimlerden oluşmaktadır. Eğer halktan bir şeyler gizleniyorsa ve bunu hesabı verilmiyorsa orada demokratik yönetim yoktur.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi denilen ucube yönetim sistemi geldiği günden beri ülkenin uçuşuna değil düşüşüne sebep olmuş ve halkın sağlığını dahi tehdit eder hale gelmiştir.

Geldiğimiz noktada artık idarenin halkın sağlığını koruyamadığı ve -hesapsız işler sebebiyle devlet kasası boşaldığından- halkına el uzatamadığı bir durumdayız. Halka yalan söylemelerinin bedelini yine halk ödüyor. Gereken tedbirleri alamayan AKP yönetimi ise çare arayışı yerine halkı yine kutuplaştırarak ve ucuz popülizm yaparak kendini bu işin dışında tutmaya çalışıyor

Bakın, kasım ve aralık ayı içerisinde Avrupa’da en çok vaka görülen ülke yine dünyada ilk üç ülke arasına girmiş durumdayız. Eğer nüfus-vaka sayısı oranlamaya kalkarsak durumun daha da vahim olduğunu görürüz.

Ezcümle; AKP bir halk sağlığı sorunudur.

Geç olmadan halkın tüm katmanlarını bu konuda uyarın, ayrıştırmak yerine insanları birleştirecek bir dil kullanın.

Önce halkın, esnafın karnını doyurun. Devlet, devletliğini sadece vergi alacağı zaman değil asıl bu zamanlarda göstersin.

İşe, “beş babayiğit”e bağlanan hortumların kesilmesiyle başlayın mesela. Sonrasında da partisiz ve nispeten daha tarafsız bir cumhurbaşkanının var olmasını tartışabiliriz.

Nazım Hikmet’in de dediği gibi

neyi bildirir sayılar
neyi bildirmeli
yaklaşan nedir size
uzaklaşan nedir bizden.