Bilgi toplumunda yaşadığımız söyleniyor. Sanayi toplumu için demir, çelik, çimento neyse bu tür toplumlar için de bilgi o anlama geliyor. Bilgi günümüzde, bir öğrenme aracı olmanın ötesinde ve belki daha da önemlisi bir meta işlevi görüyor. Bu duruma paralel bir biçimde bilgi ile iktidar arasında kritik bir ilişkinin var olduğunun altı çiziliyor.

Bilginin bir iktidar aracı olması ya da metalaşması tamam da bugünlerde geniş halk kitlelerinin bilgiye olan ihtiyacı hayatta kalmaya yönelik! İktidar, uzun bir süredir pandeminin yayılımı konusunda bilgileri, bırakın semtleri kentlerin geneli için dahi üretmiyor, ürettiğinde de paylaşmıyor! Üretmek isteyenler de engellerle karşılaşıyorlar.

Oysa birçok ülkede iktidarlar, ilk rehavetten sonra biraz da kamuoyu tepkisiyle pandeminin yayılımına ilişkin detaylı bilgi üretmeye başladılar. Misal; İngiltere artık belediyeler ve semtler bazında durumun ciddiyetini gösteren derecelendirilmiş haritalar üretiyor. Durumun en ciddi olduğu yerlerde alınan önlemlerle, hafif yayılımın olduğu yerlerde alınan önlemler ciddi farklılık gösteriyor.

Bizde iktidar tutarlı duruşunu fazlaca değiştirmedi! Sağlık Bakanı’nın en son söylediği, ilk gün söyledikleriyle aynı; “Hasta sayımızı azaltmalıyız, kapalı ve kalabalık ortamlar virüsün en kolay bulaştığı ortamlardır.” Ara ara kısmi kapanmaya gidilse de yerel farklılıkları gözeten çok katmanlı bir mücadele stratejisi de bu tür bir stratejiye altlık olacak bilgi de ortada yok! Coğrafi bir çizgi çekilecekse zaman zaman büyükşehirlerle diğerleri arasına çekiliyor!

İktidarın bilgiyi üretme, kullanma ve paylaşma konusundaki bu yer yer cimri yer yer kıskanç tavrını nasıl açıklayacağız. Kısaca yanıtlamak gerekirse, iktidar (bu konuda) detaylı bilgiyi kendisi ve desteğini aldığı kesimler için gereksiz, kendisinden olmayanın elinde de tehlikeli görüyor.

Muhalif tarafta biri olarak hemen belirteyim; bilgiden sakınılması meselesi yeni bir durum değil. Sık hatırlamak durumunda kaldığımız Büyük İstanbul Depremi’ni uzun süredir konuşuyoruz. Ortada insan kaybı ve hasar görmesi olası yapılara ilişkin üretilmiş ve kamuoyu ile paylaşılmış bir bilgi var mı? Konuyla ilişkili bir uzman olarak söyleyeyim; öyle bir bilgi bina düzeyinde yok! Bakmayın zaman zaman “şu kadar insan ölecek, bu kadar yapı yıkılacak” türü değerlendirmelere, yapılan tahminler yüzeysel tespitlere dayanıyor.

İlginç olan Büyük Marmara Depremi’nin ardından 2002 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu konulardaki uzmanlığı kabul edilen Japon kuruluş JİCA ile bu tür bir çalışmayı başlatmış olması. Daha ilginç olan ise bina bazında yapılan çalışmanın bildiğimiz kadarıyla yüzde 15 düzeyinde tarama yapıldıktan sonra durdurulmuş olması! Eğer bu çalışma tamamlanmış olsaydı, depremin şiddeti çerçevesinde ve yapı düzeyinde hasar tahmini ve yine yapı düzeyinde insan kaybı öngörülebilecekti.

Açıkçası bunu yapmakta kendi açılarından haklılar; eğer öncelik bugün olduğu gibi kaynakları güçlendirme ya da yeniden inşa gerektiren mevcut yapı stokuna değil de Kuzey’deki büyük projelere yatırılacaksa, bu kesinlikte bir hasar tespiti çalışmasını ben de olsam yapmam!

Bina bazında yıkım ve insan kaybı bilinirken, hâlâ kaynakları ıssızlığın ortasına inşa edilen büyük projelere gömmek en hafifinden açık bir görev ihmali anlamına gelir. Bilginin yokluğu ise sorumlu tutulmamanın anahtarıdır.

Pandemi meselesinde de benzer bir yaklaşım benimsendi. Gerçek durumu da coğrafi dağılımları da bilmiyoruz. Açıkçası böylesi bir bilginin üretildiği de şüpheli!

Bakan, virüsün kalabalıktan hoşlandığını söylüyor. Bakan’ın temsil ettiği iktidar ne o kalabalıkları, ne de bilgisini seviyor! Yatırım kalabalıklara değil, ıssızlığa yapılıyor.

Ve günün sonunda hep birlikte sayıları öğrenmek için Sağlık Bakanı’nın değil, mezarlıklar müdürlüklerinin açıklamasına kulak kesiliyoruz…