Tenler dokunmasa da sesimizle hep bir aradayız demektir. Tüm arşivlerini erişime açan sanat dünyası, operalar, müzeler hâlâ bir aradayız demektir. Buluşlarını paylaşan ülke ve bilim insanları, bir aradayız demektir. Bir yerlerde birileri videolar çekiyor, deneyimlerini paylaşıyor, ''Biz ettik siz etmeyin'' diyor. Sırt sırta veremesek de, hâlâ birlikteyiz.

Sayın COVID-19, lütfen çok durmayın ve gidin: Ben annemi öpeceğim!

Aslında çok da kötü durumda değilmişiz. Durmadan şikâyet ediyorduk, yok sosyal medyaymış, işmiş güçmüş, artık yüz yüze ilişki kalmamış. İnsan temasının yerini sosyal medya almış, dokunmadan duramadığımız tek şey telefonumuzmuş. Oysa gördük ki tek elimiz telefonda olsa bile hala feci şekilde dip dibe, kol kola, omuz omuzaymışız. Çok güzelmişiz! Bankamatikten para çekerken dibimizden ayrılmayan, sürekli omzumuzun üzerinden bakmak zorunda hissettiğimiz o amca gibi mesafe hep sıfırmış. Mesafeyi artırın, denince anladık.

Öpüşmek, sarılmak yok dediler, donduk kaldık. Meğer ne çok sarılır ne çok öpüşürmüşüz. Her karşılaşmada; önce kollar iki yana açık bir yakınlaşma, sonra ay yok yok sarılmayalım, diye mahcup bir geri çekilme. Sanki bir şey eksik, sanki sevgimizi yeterince gösteremedik, gördüğümüze sevinmedik, sanki hiç özlemedik. Dokunmadan olmuyor. Hele de karşıdaki çok yakınsa hiç olmuyor, bedenimiz ille de “Sevmek Dokunmaktır”1 diyor.

Dokunmak türümüzün vazgeçilmezi. En yoğun ilişki sayılan ana-çocuk ve kadın-erkek aşk ilişkisi, aynı zamanda en yoğun bedensel temasla ilerleyen ilişkiler. Denedik biliyoruz, çocukların yaraları anneler öpünce, sevda da ancak o çok güzel türküdeki gibi ‘sarılıp yatınca’ geçer.

Özellikle bulunduğumuz topraklarda; tanıdıklar ile karşılaşınca, kucaklaşılır, sırtlar sıvazlanır, yanaklardan öpülür. Türümüzün bebeğinin, uzun yıllar alan ve meşakkatli bakımı için gerekli ilgi ve sevgiyi yaratan o fazlasıyla yuvarlak yanakları, ana-baba sevgisi için çok güçlü bir uyarandır. Bu bağ ve uyarılma, hayatımız boyunca sürer. Şefkat ve sevgi duyduklarımızın yanaklarından makas alırız, öperiz, sevdiğimiz ile yanak yanağa dans ederiz. Yanaklarımız en “yumuşak ve sevecen”2 yerimizdir. Birçok bedensel şiddet türüne göre en az hasar veren olmasına rağmen yanağa atılan bir tokat en can alıcı ve yürek yakıcı olandır.

Sırtımız ise hep en çok çalışan ama aynı zamanda en ihmal edilen vücut bölgelerimizdendir. Ancak tutulunca ya da kaşınınca fark eder ve ilgi gösteririz. Oysa beden dilimizde sırt eskiden beri hep önemli olmuştur. Birine sırtını dönmek o kişiye saygısızlık ifadesidir, işte bu yüzden sultanın huzurundan sırt dönülmeden geri geri çıkılır. Sırtım dik deriz, kimseye sırtımı yaslamadan yaşadım diye övünürüz. Sırtı sağlam tutmak diye bir deyimimiz vardır ve sırt sırta verdik mi her zorluğun hakkından geliriz. Sırtımızın sıvazlanmasını ise çok severiz. Hafifçe sırtımıza vurulur, vuruş şekline, sayısına şiddetine göre öyle çok anlama gelir ki dostluk, sevgi, takdir, teselli, cesaret verir. Adeta küçük bir kucaklaşma gibidir.

Yanağa tokat gibi sırtımızdan vurulmak da en acı verenidir. Verdiği hasar önemli değildir ama acısı en büyüğüdür.

Zor günlerde yanaklarımıza değen başka bir yanak, sırtımızı saran sıvazlayan kollar birçok derde devadır. Bu yüzden karantina bu kadar ruh üşütücüdür. Sevdiğin bir yanağın tehlike oluşturması, sevdiğin birisine yakın durarak zarar vereceğin duygusu her şeyin allak bullak olmasıdır. Artık diğer insanlar sana, sen de onlara bir tehlike kaynağısındır. Uzak duracaksındır.

Dokunacak kimse yoksa duygusal stres anlarında bu kez de kendi yüzümüze dokunuyoruz. Bir çalışmada, bir saatlik süre içinde gözlenen grubun 23 kez yüzüne dokunduğu tespit edilmiş. Her 2,5 dakikada bir. Anne karnındaki bebekler de elleri ile yüzlerine dokunuyorlar, özellikle de stres altındaki annelerin bebekleri. Almanya'da beynin elektrik aktivitesi kontrol edilerek yapılan gene küçük sayılı bir deneyde, stres durumunda yüze dokunma ile duygusal durumun kontrol altına alınmaya çalışıldığı görülmüş3. Salgın nedeni ile uzmanlar hastalık tehdidi altındaki insanlığa, ellerinizle yüzünüze dokunmayın, dediler ve bunu derken bile yüzlerine defalarca dokunmadan duramadılar. Bu elleri ne yapacağız, nasıl yerlerinde tutacağız? Tenlerin dokunulmaz oluşu, şehirlerin boş kalmış sokakları kadar hüzün doludur.

Balkonlardan yükselen şarkılardaki ses ise dokunamayan tenlerin birbirlerine “Ben buradayım, seninleyim” dediği için bu denli güzeldir. Tenler dokunmasa da, sesimizle hep bir aradayız demektir. Tüm arşivlerini erişime açan sanat dünyası, operalar, müzeler hâlâ bir aradayız demektir. Buluşlarını paylaşan ülke ve bilim insanları, bir aradayız demektir. Bir yerlerde birileri videolar çekiyor, deneyimlerini paylaşıyor, biz ettik siz etmeyin diyor. Okullar, işler tatil edilirken gene bir yerlerde sağlık çalışanları her türlü hastalık tehdidi altında gece gündüz çalışıyor. İçimizdeki iyimser, gene bir yerlerde birileri elbette aşıyı bulacak diyor. Sırt sırta veremesek de, hâlâ birlikteyiz.

Bazıları aşıyı sadece kendine istese de onlar zamanla aramızdan yok olacaktır eninde sonunda. Her devirde, her coğrafya da her zaman bazı insanlar “... güneşten artık hiç bir şey öğrenemeyecek gözler vardır, gecelere hasta olan ve bundan hiç iyileşmeyecek ruhlar da...”4. İyileşmeyecek ruhlara acil şifa dileyelim ve biraz zor da olsa insanlığa güvenelim. Sonunda dünya ve insanlık kendine yakışanı yapacak, herkesin sağlığa, gıdaya, temiz su ve havaya eşit olarak ulaşımına imkân veren bir düzeni kuracaktır. Biz görmesek bile torunlarımız görecektir.

İnsan insanın kurdu değil, insan insanın dostudur. Yanağından öpendir, sırtını sıvazlayandır. Belki de sonunda hep birlikte öğreneceğizdir.

Sosyal medyada gençler yazışıyorlar, hepsi aynı birer ergen annesi gibi. Söz dinlemeyen, yaramaz, asi ana-babalarını şikâyet ediyorlar. Sevgi ve endişe karışımı duygularla, ana-babalarına, ana-babalık yapmaya çalışıyorlar. Bir zamanlar kendileri için; ''Çıkma işte şimdi...'' denince, ''...merak etme bir şey olmaz anne'' deyip çıkarken şimdi roller değişti:

“Çıkmadım merak etme, bir pazara gittik geldik.”

“Yok yok kimseye filan gitmiyoruz, teyzenler geldi, bir kahve içtik sadece...”

Söz dinlemeyen 60 üstüler; ''Merak etme bir şey olmaz'' demeyin, siz de biliyorsunuz, kendi tecrübemizle sabit, merak ediliyor ve söz dinlense iyi oluyor.
Benim annem epey yaşlı (90+) ve yatağa bağımlı. Hastalık filan taşırsak diye uzun süredir öpmeye bile kıyamıyorduk. Şimdi ziyaret de edemiyoruz. Ama biliyorum bu kara günler geçecek ve o yanaklar öpüş öpüş, bulaş bulaş öpülecek.

“Başını göğsüme yasla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim...”
Sabahattin Ali

Sevgili Sabahattin Ali, bu ara biraz sıkıntıdayız. Ama geçecek. Anne kucağında, baba omuzunda, sevgili yanağında, yaslanacağız sevdiklerimize. Hem belki bu sefer daha da sıkı sarılacağız.

1 Desmond, M. (2007) Sevmek
Dokunmaktır. İnkilap K: İstanbul
2 Morris, D. (2006) Çıplak Kadın–
Kadın vücudu üzerine bir inceleme. İnkilap K: İstanbul
Morris, D. (2009) Çıplak Adam–Erkek vücudu üzerine bir inceleme.
NTV Yay: İstanbul
3 Khamsi, R. (2020, 18 Mart) Can’t Stop Touching Your Face? Science Has Some Theories Why. Wired
https://www.wired.com/story/cant-stop-touching-your-face-science-has-some-theories-why/?utm_
source=onsite-share&utm_medium=
email&utm_campaign=onsite-
share&utm_brand=wired
4 Cioran, E. M. (2000) Çürümenin Kitabı. Metis Yayınları: İstanbul