Gün geçmiyor ki memlekette yeni bir tuhaflık görmeyelim… Bir yandan seçim yarışı hızlanıyor, adaylar ve destekçileri enteresan hamleler yapıyor, diğer yandan en olmadık yerden olmadık şeyler çıkıyor. “Yok artık” dedirtecek şeyler bunlar. Alpay hakkında açılan soruşturma gibi… Geçtiğimiz hafta önümüze düşen haberlere bakılırsa, Alpay’ın 22 Mart’ta Zorlu PSM’de düzenlenen 50. yıl konserine gidenlerden biri, sanatçıyı […]

“Sayın muhbir vatandaş”, Alpay’a karşı!

Gün geçmiyor ki memlekette yeni bir tuhaflık görmeyelim… Bir yandan seçim yarışı hızlanıyor, adaylar ve destekçileri enteresan hamleler yapıyor, diğer yandan en olmadık yerden olmadık şeyler çıkıyor. “Yok artık” dedirtecek şeyler bunlar. Alpay hakkında açılan soruşturma gibi…

Geçtiğimiz hafta önümüze düşen haberlere bakılırsa, Alpay’ın 22 Mart’ta Zorlu PSM’de düzenlenen 50. yıl konserine gidenlerden biri, sanatçıyı ihbar etmiş; yaklaşık iki ay sonra açılan soruşturmanın sebebi bu. Gerekçe, Alpay’ın sahnede söyledikleri ve ekrana yansıttığı görseller… Konserin bir noktasında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Berkin Elvan’ın fotoğraflarını gösteren Alpay, hemen öncesinde “Sıradaki şarkım, devlet tarafından zalimce katledilen bu güzel insanlara gelsin” cümlesini kurmuş ve fotoğraflar ekrana yansırken “Ellerinde Güllerle” başlıklı şarkıyı söylemiş. Şarkı, 1996 yılında yayımlanan “…ve Alpay 1996” başlıklı albümden. Alpay, o dönemde yayımlanan söyleşilerinde bu şarkıyı Gezmiş, Aslan ve İnan için yaptığını söylemişti –ki sözlere baktığımızda bunu anlamamak mümkün değil zaten: “Baharda körpe fidanlardı onlar / Yiğit yüreklerinde o en taze aşklar / Gözlerinde korkunun hiç izi yoktu / Bizim için soldu hep o fidanlar // Ellerinde güllerle girdiler kara toprağa / Utansın kara toprak, utansın bu dünya // Onlar taptaze dallardan zamansız düşen yapraklar / Bıçak gibi bakışları hep içimizde / Alkışlarla sonsuza uğurlandılar…”

Şarkı ve Alpay’ın öncesinde söyledikleri, onu ihbar eden “sayın muhbir vatandaş”ın kanına dokunmuş. Bu ilk değil: Yıllar önce Ceylan Ertem’i bir konser sonrasında ihbar eden de bir “dinleyici”ydi. Her iki örnekte de bunu yapanların gerçek hayranlardan olmadığı muhakkak zira öyle olsalardı Alpay’ın ya da Ceylan Ertem’in söyledikleri onları şaşırtmazdı. İki seçenek var: Hasbelkader (bir şarkıya ya da birinin peşine takılarak) konsere gelmiş olmaları ya da oraya “görevli” olarak gönderilmiş olmaları. İkincisi, bilhassa AKP döneminde sık rastlanan bir durum. İktidara yaranmak isteyenler kendi kendilerine görev veriyor, böylesi durumları duyurmayı vatandaşlığın şanından sayıyor ve devletine milletine hizmet ettiğini düşünüyor ya da sahiden devlet tarafından görevlendiriliyor. İkisi de fena.

Bu bahiste karşımıza çıkan “sayın muhbir vatandaş” artık her yerde: Konserde, sokakta, otobüste, sinemada, pastanede… Yazılanlar, söylenenler yetmiyor, telefon ekranından görünen bir mesaj bile onu harekete geçirebiliyor. Eskiden “özel hayatın mahremiyeti” kavramı vardı, sınır aşılmıyordu ama artık herkes kendinden başka herkesin her şeyini bilmek istiyor. Bunun sebebi yazık ki masum bir merak değil… Gözler yandakinin ekranına kaymıyor, bizzat bakılıyor ya da konuşulanlara istemeden değil isteyerek ve hevesle kulak misafiri oluyor bu “vatandaş”lar. 12 Mart döneminde yayımlanan bildirilerde “sayın muhbir vatandaşlarımız” diyerek yardım istenenler, onlar. 12 Eylül döneminde yeniden hortlamışlardı, içinde bulunduğumuz dönemde her yere dağıldılar.

İhbar müessesesi iki türlü işliyor: Kimi devlet büyüklerine yönelik sözleri ve hareketleri ihbar ediyor, kimi “devletin bekası”nı bozacak hamleleri… Elbette bunlar kişisel şeyler. Muhbir, hiçbirimizin görmediği bir şeyi görüyor ve bunu, ilgili makama bildiriyor. İşin fena yanı, ilgili makamdaki işgüzarların normal şartlarda gülüp geçilecek bu tür ihbarları değerlendirerek buradan bir soruşturma çıkartıyor oluşu… Asıl dert tam da bu. Devlet, “vatandaş”ına güveniyor.

Hatırlarsınız, 2018 yılının 10 Eylül sabahına tuhaf bir haberle uyanmıştık… 11 Eylül tarihli BirGün’den aktarayım: “Şarkıcı Mabel Matiz’in, ‘Ya Bu İşler Ne’ isimli klibinde ‘1 dolar’ kullanarak FETÖ’ye destek verdiği iddia edildi. Matiz, İstanbul Adliyesi’ne giderek ifade verdi. Sabah gazetesinde yer alan habere göre Matiz, ‘Ya Bu İşler Ne’ klibinde cebinden çıkarttığı dolarları etrafa saçtı. Durum, Mabel’in örgüte destek vermek amacıyla klibinde 1 dolar kullandığını iddia eden bir vatandaş tarafından ihbar edildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, olayla ilgili soruşturma başlattı.”

Hayatımızda duyacağımız en komik ihbarlardan biri bu ama devlet bunu ciddiye aldı. Tavır, ihbarcıyı taltif ediyor. Bu durum, “sayın muhbir vatandaş”ların çoğalmasına sebep.

Bir başka tuhaf hadiseyi, 2018 yılının 20 Şubat günü duvaR’da yayımlanan Ali Duran Topuz yazısından aktarayım: “Berberde konuşanı ihbar edeni görmüştük. Sohbet eden iki kişiyi ihbar edeni görmüştük. Kendi sohbet ettiği kişiyi ihbar edeni görmüştük. Sınavdaki soruyu ihbar edeni görmüştük. Boşanma davası açan eşini ihbar edeni görmüştük. Sınıfta ders anlatan hocasını ihbar edeni görmüştük. Sosyal medya paylaşımlarını ihbar edeni görmüştük. Gör ki neler gelir sağ olan başa, arka koltuktan ön koltukta oturan kadının telefonla yazışmalarını dikizleyip ihbar edeni de gördük. Bu ihbarların iki ana konusu var: Biri, cumhurbaşkanına hakaret, ikincisi ‘terör’. Bu ikinciye girdi, suçlanan kişi tutuklandı. Dikizcinin ihbarına gelmeden önce, yargının ne yaptığına bir bakmak lazım: Polis koşup otobüsü durdurdu, savcı koşarak tutuklamaya sevk etti ve yargıç bu kadar emeği boşa gidermeyerek, tutuklama kararını veriverdi.” Topuz, bu yazısında, 12 Mart sonrasında türeyen “sayın muhbir vatandaş”ın bugüne kadar gelişini anlatıyor. Konuya meraklı olanlar için kaçırılmayacak bir yazı.

Aynı yazıdan bir alıntı daha yapayım: “[12 Mart döneminde] Yurttaşların muhbirliğe bu aleni daveti, daha o günlerde sanatta yankısını gecikmeden buldu: Başar Sabuncu, generallerin çağrı metinlerindeki ifadeleri yankılayarak ‘Sayın Muhbir Vatandaş’ diye bir oyun yazdı. Paşaların girişimini hicvediyordu. Yaşar Kemal, muhbire nefretini akıttığı bir yazıyla oyunu alkışladı: ‘Sayın muhbir vatandaş, sen bu yurdun çürümesinin başlangıcıydın ve sonu olacaksın. Senin bol bol işlediğin yerde, hangi toplum olursa olsun, bir düşmanlıklar kargaşası çıkar. Sayın muhbir vatandaş, sen bir ölçüsün. Senin bir toplumda ölçülerden biri olman yıkımdır. Sen oyunların en korkuncusun’.”

Bir ihbar hadisesi değil belki ama “görev” meselesinden bağlantıyla, 2011 yılında Aynur’un başına gelenleri hatırlatmak isterim. 15 Temmuz akşamı Açıkhava Tiyatrosu’nda düzenlenen “Suyun Kadınları” başlıklı konsere katılan sanatçı, Kürtçe şarkı söylediği için protesto edilmişti. Yıllar önce bir ödül töreninde protesto edilen Ahmet Kaya gibi. Aynur, bugün hayatını memleket dışında geçiriyor ve başarıdan başarıya koşuyor. Konser veremediği, vermek istemediği tek yer kendi ülkesi. Bir gün bunu yaparsa başına gelebilecekleri az çok tahmin ediyoruz. Bu, tüylerimizin ürpermesine sebep.

Alpay’la başladım, onunla bitireyim. Sanatçı, kendini “yedi göbek İstanbullu bir ailenin çocuğu” olarak tanıtır. Ankara doğumludur, orada büyümüştür, müzik dünyasına adımını orada atmıştır ama kökü İstanbul’da. Şarkılarını bilen biliyor, anlatmaya gerek yok. Altını çizmek istediğim, onun İstanbulluluğuna yakışır bir beyefendi olmasında. Kaldı ki bunun izini, pek bilinmeyen soyadında bile bulmak mümkün: Nazikioğlu. Farsça “nâzikî” kelimesi, nezaket anlamına geliyor. Kendini “haşarı” olarak tanımlasa da Alpay, o nezaketi sadece şarkılarına değil hayatına da nüksettirmiş bir insan.

1970 yılında yayımlanan “Fabrika Kızı” ile ezberleri bozan sanatçı, bugün 83 yaşında ve hâlâ ezber bozmaya devam ediyor. Bora Ayanoğlu imzalı bu şarkı, Alpay’ın büyük “hit”lerinden. Yanına, sonrasında yaptığı iki şarkıyı iliştireyim: “Ağa Düşen Kadın” ve “Güven Parkı”. 2013 yılında, Gezi direnişi sırasında öldürülen Ethem Sarısülük için yaptığı “Ethem’in Sessiz Çığlığı” adlı şarkıyı unutmadan elbette…

İçimizi ısıtan şey şu: Ne olursa olsun, Alpay yine aynı şarkıları söylemeye devam edecek. Onu ihbar eden, ismi bile olmayan “sayın muhbir vatandaş” her dem utançla anılacak ve tarihin karanlığında kaybolacak ama Alpay şarkıları kuşaktan kuşağa aktarılacak, dilden dile çoğalacak. Şimdilik tesellimiz bu.