Söylemesi ayıp; hafta sonunda bizim köy irisi kasabanın meydanı diyebileceğim yerde, köşede tezgâh açan balıkçıdan sazan aldım. Pişirip üç ev birlikte yedik.

Sohbet ederken, uysa da uymasa da, “söylemesi ayıp” demeyi severdim. Ancak, şu kilosu 30 liradan satılan sazanı alışımdan bahsederken şart oldu böyle demek. Balıkçının etrafında toplanmış dört kişi fiyat sorarak sazanlara bakar ve “30 lira”ya “Vay be, o kadar oldu mu?” diye söylenerek almadan giderken, ben alabildiğim için utandım!

Ucuz ekmek kuyruklarını görüyor, o kuyruğa bile giremeyecek durumdakileri göremiyoruz! Bunlar, insanı kursağına inen her lokmada, büyük ayıp ediyormuş gibi utandırıyor. Ekmek bulamayanlar varken eve ekmek götürmek, işsizler ordusu karşınızda resmi geçit yaparken bir işiniz olmasından utanıyorsunuz.
Dün işten çıkıp eve giderken fırından bir somun ekmek aldım!” diyecekken, söze “Söylemesi ayıp” diye girmek şart olan bir ülkeyiz işte. O da ayıbı bilenler için!

Bir de bu hallerimize “nas” diyenler var. Allah’ın emri yani! Açlık, et-süt-ekmek bulamamak, işsizlik, üşümek kara kış kapıyı çalarken, TL’nin serbest düşüşle değersizleşmesi, her güne biraz daha yoksul uyanmamız… Allah’ın emri!

Öylesine korkunç bir sefalet uçurumuna öylesine hızla yuvarlanıyoruz ki… CHP, sefaleti yerelde insanlara dokunan belediyelerinden hareketle “kara kış fonu” önerdi. Ne kadar hayata geçirebilirlerse o kadar anlamlı sonuçları olacak.

Ancak, yoksulluk ne vicdanlı insanların hayır işleriyle, ne bu iktidara yıllardır yoksullardan oy devşiren sadaka ağlarıyla, ne de sınıfsal politik bir yaklaşımdan uzak örgütlenmelerle alt edilebilir. Yoksulluk doğrudan adalet ve eşitlikle ilgili bir durum ve onu içinde bulunduğumuz noktaya da iktidarın din soslu söylemiyle tercihini bir avuç haramiden yana kullanması taşıdı.

Yoksullar ve emekçiler, içinde yaşatıldıkları acımasız ve umarsız vurgun düzenine son verecek bir güç olarak örgütlenemedikçe acıları son bulmayacak. Onlara mücadele ve direnç gücü kazandıran militan toplumsal eylemlerin önünde ise her zaman sol oldu.

Her şeyden önce vicdan, dayanışma, paylaşma ve yüce bir ahlak olan sol!

Melih Pekdemir; “Sol adına dile getirilen talepler ete kemiğe bürünmedikçe (yoksulların) dikkate almaları mümkün değil, onların tek derdi hayat kavgasında ayakta kalabilmek. Dertlerine ne derman olacaksa önce bunların gerçekleşmesini (örgütlenmesini!) istiyorlar. … Öyleyse çözüm de, gidip onları örgütleyelim demek değil, onlarla birlikte örgütlenmek, onların olduğu yerde, onların dertleriyle, onların hayatta kalma kavgalarıyla birlikte direnmek”, demişti dün.

Güven Gürkan Öztan da “geçinemiyoruz” diye feryat edenleri politikleştirmenin ve onların dönüştürücü potansiyelini ortaya çıkarmanın önemini vurgularken, bir “kriz masası” önerisi yapmıştı: “Sol/sosyalist güçler inşa etmeyi hedefledikleri sosyalist odağı bir ‘kriz masasına’ çevirmek ve krizden emekçi sınıflar lehine çıkışın yol haritasını belirlemek mecburiyetinde.”

Çok doğru saptama ve öneriler!

Adına ne dersek diyelim, düzen içi çözümlerin ötesini hedefleyen sol odaklar, ülkeyi felakete sürükleyen tek adam rejiminden kurtulmayı acil görev olarak önlerine koyarken; ekmek kuyruğundakilerin, AVM’lerde müze gezer gibi sadece bakarak dolaşanların, seyyar tezgâhtaki sazana ulaşılamaz bir şey gibi bakanların, kısacası tek derdi “hayat kavgasında ayakla kalabilmek olan yoksullar”ın derdine deva örgütlenme modelleri de geliştirmek zorundalar.
Güçlerinin yettiği ve en fazla gereksinim duyulan bir yerde başlayıp başararak ve örnek olarak başka yerlere de yayılacak modeller!