Filmlerinde popüler oyunculardan uzak durmaktan ya da ilk kez kamera önüne çıkan oyuncularla çalışmaktan çekinmeyen Sean Baker, filmlerinin temelini oluşturan hikâyeler, sinema dili, sinema tekniği ve düşük bütçe ile nasıl sinema yapılabilir konusunda genç sinemacılara da yol gösterici oluyor.

Sean Baker filmlerinde “İşte Özgür Dünya”:  Red Rocket

Emine Uçar İlbuğa

Son dönem bağımsız sinemanın önemli isimlerinden Sean Baker Amerika’nın farklı eyaletlerinde sistemin dışında yaşayanların dünyasını belge sinemasına yakın bir sinematografik stil ile sinemaya taşıyor. New York’un Çin mahallesinde kayıt dışı göçmenlerin yaşamını Take Out (2004), Manhattan’de sahte marka ürün satıcılarının dünyasını merkeze alan Prince of Broadway (2008) filmlerinden sonra, 2012 yılında çektiği Starlet filminde Jane (Dree Hemingway) ve bitpazarında karşılaştığı Sadie (Besedka Johnson) adlı yaşlı kadın arasında başlayan dostluk üzerinden rüya fabrikası Los Angelas’ta “yetişkin sinema endüstrisinde” yer alan kadın oyuncuların hem kayıt dışı film pazarı hem de gündelik yaşamlarına odaklanarak onların çoğu zaman görülemeyen/gösterilmek istenmeyen yaşam dünyalarını sinemaya aktardı.

Baker 2015 yılında çektiği Tangerine filminde ise Santa Monica caddesinin arka sokaklarında Alexandra (Mya Taylor) ve Sin-Dee (Kitana Kiki Rodriguez) adlı iki yakın arkadaş trans seks işçisinin yaşamlarına iPhone ile eşlik etti ve tüm filmlerinde olduğu gibi bu filminde de hareketli kamera ile karakterlerin kırılgan, tekinsiz, güvencesiz ortamlarını hem de karakterlerin her an her türlü tehlike ve sorunla yüz yüze yaşamlarını izleyiciye hissettirmeyi başardı. 2017 yılında çektiği ve 54. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Jüri Özel ödülünü kazanan The Florida Project filminde, Disneyland’ın hemen yanı başında üçüncü sınıf bir motelde kalan ve daha çok “gizli evsizler” olarak nitelenebilecek, günlük işlerle geçimlerini sağlamak zorunda olan kadınlar ve çocuklarının yaşam mücadelelerini konu edindi ve Amerika’nın bir başka yüzünü izleyici ile buluşturdu. Baker The Florida Project filminde Ashley (Mela Murder) ve 7 yaşındaki oğlu Scooty (Christopher Rivera), Halley (Bria Vinaite) ve 6 yaşındaki kızı Moonee’nin (Brooklynn Kimberley Price) hikâyelerini yer yer iPhone ile ve gerilla tekniği kullanarak çekti.

Sean Baker’in filmlerinde çoğu zaman Hollywood film endüstrisinin dışında kalan Amerika’nın bir başka yüzü öne çıkıyor ve sistemin dışındakiler ana karakterler olarak yer alıyorlar. Baker’in filmlerinde marjinalleştirilmiş insanlar, işsizler, uyuşturucu bağımlıları, kayıt dışı iş pazarında satıcılar, seks işçileri, yalnız yaşayan yaşlıların iç dünyaları, yalnızlıkları, dostlukları, birbirleriyle dayanışmaları, hayatta kalma mücadeleleri konu ediliyor. Baker onların hikâyelerini anlatırken izleyiciyi ne karakterlerle özdeşleşmeye çağırıyor ne de onları kınamaya, yargılamaya izin veriyor. Tam tersi dışarda kalarak onların yaşamlarına eşlik etmeyi ve toplumun bir başka kesitine ayna tutmayı deniyor. O toplumun çoğu zaman yüzleşemediği, görmezden geldiği, ötekileştirdiği insanların yaşamlarını tüm gerçeklikleri ve doğallığı içinde görünür kılıyor.

Sean Baker sinema eğitimini New York Film Akademisi’nde tamamladıktan sonra hayranı olduğu Spike Lee, Jim Jarmusch, Yeni Dalga sinemacılar ve Dogma 95 manifestosu izinden kendi sinemasal dilini geliştirmeyi hedefliyor ve ilk önce arkadaş çevresi ve kendi yaşam deneyimlerinden yola çıkarak düşük bütçeli kişisel ilk filmini çekiyor. Ardından şansını televizyon ve reklam sektöründe denedikten sonra dijital sinemanın olanaklarını öğrenmek ve yeni film projeleri için New York sinema çevresine dönüş yapıyor ve bu süreçte çoğu filmlerinin yapımcılığını üstlenen Shih-Ching Tsou ve birçok filmin senaryolarını birlikte yazdığı Chris Bergoch ile yolları kesişiyor. Baker, Shih-Ching Tsou ve Chris Bergoch’un uzun soluklu ortak çalışmaları Take Out filminden başlayarak Starlet, Tangerine, The Florida Project ve en son Red Rocket filmine kadar devam etti.

Sean Baker’in 2021’de pandemi koşullarında oldukça düşük bir bütçe ile çektiği son filmi Red Rocket 74. Cannes Film Festivali’nde ilk kez izleyici ile buluştu ve bu kez filmin merkezine Los Angeles’ta “yetişkin film endüstrisinde” uzun yıllar çalıştıktan sonra işsiz ve evsiz kalan eski bir porno yıldızını koydu. Mikey Saber (Simon Rex) karizmatik bir anti kahraman. Los Angeles’tan otobüsle uzun ve yorucu bir yolculuk sonrası Texas City’ye yıllar önce terk ettiği eşi Lexi (Bree Elrod) ve kayınvalidesi Lil’inin (Brenda Deiss) evlerine gelir, ancak onları yanlarında kalmak için ikna etmesi kolay olmaz. Eve ekonomik katkı sağlamak ve yeniden yaşama tutunmak adına iş arayan Mikey’in bu çabaları sonuçsuz kalır. Çünkü iş başvurusu yaptığı işyerlerinde 17 yıldır hiç bir yerde iş kaydının olmaması sorun olarak görülür ve bu sürede ne yaptığı sorulur. Sonunda Mikey mahallenin uyuşturucu piyasasını elinde tutan, marihuana baronu olarak tanınan Leondria’den (Judy Hill) yardım istemek zorunda kalır ve bisikletiyle Texas City’nin farklı bölgelerinde ve mekânlarında esrarlı sigara satmaya başlar. Kısa süre içinde Mikey oturdukları evin kirasını ödemeye başlar, eski eşi ve kayınvalidesinin güvenini yeniden kazanarak, evdeki yerini sağlamlaştırır. Bir akşam eşi ve kayınvalidesi ile pasta yemek için Donut Hole adında bir mekâna gittiklerinde burada kasiyer olarak çalışan 17 yaşındaki lise öğrencisi Raylee (Suzanna Son) ile karşılaşır. Bu karşılaşma Mikey’nin yeni kurmaya başladığı yaşamını altüst eder ve onun yeniden eski işine dönebilme hayallerini büyütmesine neden olur. Mikey’nin için artık tek amaç vardır o da 17 yaşındaki Raylee’yi porno endüstrisi için yetiştirmek ve onun menajeri olarak Los Angeles’e gitmek.

Red Rocket filminde Sean Baker eski bir porno yıldızı olarak Mikey’ni büyüleyici cazibesi yanında bir o kadar da bencil ve narsist bir karakter olarak resmediyor. Çünkü yönetmen Starlet filminin çekimlerinde “yetişkin film endüstrisinde” hem menajer hem de oyuncu olarak yer alan ve argo terimle “bavul pezevengi” (suitcase pimp) olarak tabir edilen erkek oyuncularla karşılaşır ve onları hem büyüleyici hem de yıkıcı yanlarıyla içinde bulundukları ortamda nasıl varoluş sergilediklerini izleme imkanı bulur. Starlet filmini çekerken edindiği tecrübeler ve gözlemleri Red Rocket filminin daha o yıllarda ana fikrinin oluşmasına olanak sağlar.

Baker daha önceki filmlerinde olduğu gibi Red Rocket filminde de ana akım filmlerde daha çok klişe temsillerle yer bulabilen anti kahraman karakterlerin yaşam dünyasını filmin temel motivasyonu yapıyor. Baker’in sinemasında anlatılmaya cesaret edilemeyen insanların dünyası merkezi bir rol üstleniyor. Onun filmlerinde dil, ırk, cins, yaş, cinsel kimlik, etnik köken gibi çok farklı nedenlerle toplumun temel kurumsal yapılarının dışında kalan, bununla birlikte toplumda önemli bir rant alanı olan kayıt dışı ekonominin emek pazarında sömürülen, haklarını alamayan, canları pahasına yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanların hayatı konu ediliyor ve Baker bunu yaparken onları damgalamaya, yargılamaya, ötekileştirmeye izin vermiyor, bilakis onların sıradan inişli çıkışlı, zorlu ve güvencesiz yaşamlarını gündelik hayatın farklı perspektiflerinden şiirsel bir dille ortaya koymayı deniyor. Filmdeki oyuncuların önemli bölümü Texas City’de rafineride çalışanlardan ve o bölgede yaşayanlardan oluşuyor. Daha önceki filmlerinde de popüler oyunculardan uzak ya da ilk kez kamera önüne çıkan oyuncularla çalışmaktan çekinmeyen Sean Baker, filmlerine temel oluşturan hikâyeler, sinema dili, sinema tekniği ve düşük bütçe ile nasıl sinema yapılabilir konusunda genç sinemacılara da yol gösterici oluyor.

Sonuç olarak Sean Baker Red Rocket filminde genç bir porno yıldızı, transseksüel seks işçileri, evsiz kadınların yaşam hikâyelerinde olduğu gibi eski bir erkek porno yıldızını büyüteç altına alıyor. Filmdeki tüm karakterleri taraf olmadan, yargılamadan en doğal yanlarıyla gösterirken Hollywood’un yıllardır resmettiği “Amerika rüyasına” da Red Rocket filmindeki Raylee karakterini canlandıran Susanne Boy’un seslendirdiği Bye Bye Bye şarkısı ile son noktayı koyuyor.