Şebekler ve Ezidilerin inanç sembolleri gerek eski Mezopotamya halklarında ve gerekse günümüz Anadolu’sunun Kızılbaş dünyasında taptazedir...

Şebekler ve Ezidiler

HAYDAR KARATAŞ - karatas.h20@gmail.com

Şebekler ve Ezidiler Ortadoğu’nun iki bilinmez halkı. Ne zaman Müslümanların canı sıkılsa İslam’ın kaynayan kazanına önce onları atıyorlar. Onları, Müslümanlaşmamış Hıristiyan sanıyorlar, intikam filan alıyorlar sanırım.
Aslında Şebekler ve Ezidilerin inanç sembolleri gerek eski Mezopotamya halklarında ve gerekse günümüz Anadolu’sunun Kızılbaş dünyasında taptazedir.  
Ezidiler Kürt’türler*, ne var ki İslam’a geçen Kürtler kendi soyunun kökü olan Ezidilerin ocağına kibrit suyu ekti. Bu IŞİD orduları gibi Bedirhan Mithat Paşa’nın orduları da Siirt’ten girip Bitlis’ten çıktı. Şimdi Sincar Dağı’na kaçan Ezidiler o zamanlar Bulgur Dağı’na kaçtılar. Geride kalan az birazı işte güneye doğru kaçtı. Ali Murat İrat’ın “YİTİK” romanı ülkemizde bu dramı anlatan tek eserdir, incecik bir romandır, belki roman denemesi ama okuyun, derim...
Ezidiler her sabah güneşe dönerler,
Dersimliler de sabah güneşine dua ederek güne başlar.
Onlar Meleke Tavus’a inanırlar,
Dersimliler için de Meleke Tavus sabahın sahibi bir melektir. Anneme sorsanız amcam Biber rüyasında Meleke Tavus’u görür. İşte odur budur dağlarda döner durur.
Ve elbet Şebekler…

Şebeklerle ilgili araştırma yapan Türk aydınları, onları öz be öz Türk sayar. Onlara göre ibadetlerinde Türkçe kelimeler ağırlıktadır. Pir Sultan deyişleri ile semah dönmekteler, Hacı Bektaş-ı Veli demekteler, öyleyse bunlar Oğuz Türküdür derler.
Güney Kürdistanlı aydınlarsa, “Olur mu öyle şey Şebekler Kürt’tür, dilleri de bizim lehçemizdir” der. (Dersim’e benzer!)
Şebekler aynen bizim Anadolu Alevileri gibi karma dil konuşurlar, ancak ağırlıklı olarak Soranice bilirler. İslami kültürde, Şebeklik yapma, diye bir küfür de vardır. Kürt’e ya da Türk’e Şebeğe bak de, ayağa kalkıp seni boğar. Oysa onlar şebektir.  

Hatta Sırrı Süreyya Önder en son Enver Aysever’e kızarken, “bu Şebekler” dahi demişti. Öyledir, Dürzü deriz, Çingene, Rum, Ermeni deriz, İslam’ı kabul etmeyen her kim varsa önce küfürdür, en iyilerimizin diline dahi bulaşmıştır cinayet. Bir halkın adı Müslüman’ın ağzında küfre dönmüşse aman bir kızmaya görsün, otel de yakar kızını, kadınını pazarda köle diye satar.
Sahi neden “Şebeklik yapma” denir. İşte bunun için uzun süre Hilafet’in başkentliğini yapan Bağdat’ın tarihine bakmak lazım.
Ne yapsın Sa Bek’in torunları, İslam orduları her köylerine girdiğinde, kelimeyi şehadet getirmiş Müslümanım demiş...

Aynen Anadolu Alevileri gibi, “biz var Müslüman” demişler, ama asker gider gitmez caminin yolunu unutmuşlar. Bütün dünyada macaca diye bilinen maymuna onların adı layık görülmüş.
Ancak Şebekler, Dersim dilinin neredeyse aynısını konuşur, dillerine Kırmançki derler.
Evliya Çelebi 70 tekkeleri olduğunu yazar,  ORSAM’ın 2011 raporuna göre, bu gizli inancın bugün Irak’ta, Musul ve Erbil çevresinde sadece 5 tekkesi kalmıştır.
Ve çoğu Şia inancına geçmiş.
Tabii neden şebek dendiğini de yazayım.

Şebekler aslında aşağı Hazar havzasından İran Horasan’ına, oradan da kaça kaça önce Diyarbakır Silvan’a ve en son Musul çevresine yerleştiler. Sa Bek (Türk araştırmacılar bunu Saybek Han olarak yazar, oysa 1952’de Irak’ta azınlık olarak kabul edildiklerinde Sa Bek’in torunları olarak kendilerini tanımladıklarını ifade etmişler): Sa, ön isim takısı olarak Dersim’de de var. Sa Heyder, Sa Bıra. Sa, isme göre değişir; Sey Rıza, Sey Mustafa... Yani bey demek kısacası. Batı’da Sir, Herr gibi.
Kutsal kitaplarının adı “Buyruk”tur. Buyruk, Anadolu Alevileri arasında “gizli Kur’an” olarak bilinir. Dersim’de Buyruk okumasını bilen pirler yakın zamana kadar vardı.
Buyruk nasıl bir kitap mı?

Güzel bir kitaptır. Kutsal kitap diye kabul edilen bu eser, baba Seyit Safi ile oğlu Sadreddin arasındaki konuşmadan oluşur. Bu kadar basit! Yani bildiğimiz baba ve oğul arasında geçen konuşmalar. Baba oğluna sürekli öğütlerde bulunur. Oğluna erdemi, insanlığı, gururu, iyi insan olmanın sırrını anlatır.
İnançlarına gelirsek, bildiğiniz Dersim inancının aynısıdır. Pirler vardır, ancak Pir döngüsel olarak başka bir pire bağılıdır.
Dersim’de de üstün ocak yoktur, daireseldir. Küçük ocak bir üste bağlıdır, zincirleme yukarı gider, farz edelim en üst BamaSur ocağı mı, diyorsunuz aha bütün ocaklar bu ocağa bağlı, ancak BamaSur’a gittiğinizde ocak sizi ilk başladığınız yere geri gönderir, derler biz de bu ocağa bağlıyız. Üstün yoktur, her şey daireseldir.

Dersim Kızılbaşlarında  “Pirepiran” vardır, yani pirler piri. Şebeklerde de talipler Pirlere bağlıdır, Pirler de “Piripiran’a” bağlıdırlar.
İslamcı militanlar, Şebek köylerini, Ezidi köylerini yerle bir ediyor, kiliseleri yakıyor...
İnsanlık garip bir dinin elinden ne yapacağını bilemiyor.
Dokununca ama Hıristiyanlık da Ortaçağ’da yaptı, diyorlar.
Kadına tecavüz ediyor, kadın onu tahrik etmiş.
İnsan yakıyor onlar kışkırttı bizi, deniyor.
Kafa kesiyor, bu İslam’da yok, deniyor.

Var kardeşim var, Hz. Ali’nin kılıcı dil vermiş kardeşlik bıçağı değildi ve ne de Muhammed Kudüs’e çiçek dağıtmaya gidiyordu. İnsan öldürüyorlardı, kadınları aynen şimdiki gibi haremlerine alıyorlardı.
Alevilerin tek evlidir diye kendilerini avuttuğu Hz. Ali sekiz kadın aldı.
Hz. Muhammed’e Safiye savaştan hediye cariye olarak geldi.
O kılıçlar kadınları kızları köleleştiriyordu, haremlerine alıyordu.

Şebekler, Ezidiler, Aleviler, Dürzüler bu inançların geçmişi İslam ve Hıristiyanlığın çok ötesine gider. Sanki eski hayatının sırrını bugünlere getirmek için bu acılara hep katlanmışlar, ama şimdi yaşadıkları, anlattıkları, masalları kayıt altına alınmadan yok olup gidiyorlar.
Biber amcamın rüyasında gördüğü Meleke Tavus’un insanları yok olup gidiyor. İnsanlık çıldırıyor. İnsanlığın baş belası iki (ulus ve din) canavarından biri olan din canavarı uyanmış, kesiyor, yakıyor yıkıyor.
Biz ona Biber amca derdik. Dünyalar güzeli bir insandı, fakirdi, sekiz çocuğu vardı, hepsi küçük küçük, tavuğun kanatlarının altına sığınır gibi yanakları elvan elvan kırmızı annelerinin şalvarının altına girerlerdi. Hey gidi günler, severdik çok severdik bu amcamızı.

Yüksek dağ başlarına çıkar daire çizer gibi etrafında dönerdi. Onun döndüğü yerler, güneşin dağları terk edip gittiği yerlerdi. Ziyaret yerleri, üst üste yığılmış taşlar onun kıblesiydi. Sonrada güneşin karşısına oturup tütün içerdi. Konuşurdu, bazen saatlerce güneşle konuşurdu. Onu izlerken sanırdık güneş onu o dağların başında bırakıp gitmek istemiyor. Bizi yaratan, bizi öldüren güneş, derdi.
Öldürüyorlar, güneşi mi, insanı mı yoksa insanı yaratan güneşin elçisi kadını mı, hiç belli değil.
Öldürüyorlar...

* Buna karşın Ezidilerin asimile olmuş Asuriler oldukları yönünde tezler de vardır.