Son dönemin en önemli gündemini şüphesiz ki gıda ve elektrik zamları oluşturuyor. Liranın müthiş bir hızla değer kaybetmesinde de kendini gösteren siyasi krizin derinleşmesine oranla fırlayan zamlar durmak bilmiyor. Buz gibi soğuğa, kara kışa karşı ucuz ekmek alabilme mücadelesiyle uzayan kuyruklar bitmiyor. Diğer yanda da kârına kâr katan elektrik şirketleri ve zincir marketler zamların muhasebesini gözler önüne seriyor: Emekçiler derin yoksulluğa, açlığa, sağlıksız yaşam koşullarına sürüklenirken şirketler ise zenginleşerek büyüyor.

★★★

Geçtiğimiz hafta #MarketİşçileriÜşüyor etiketiyle sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurmaya çalışan market işçilerinin isyanı gıda ve elektrik zamlarının gündelik yaşamda emekçilere etkisini türlü boyutlarıyla gösteriyor. Mağaza Market Sen’in Twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda Türkiye’nin birçok yerinde zincir market işçileri, masraf olmasın denilerek veya tasarruf gerekçe gösterilerek buz gibi soğukta çalıştırıldıklarını, ısınmak için klima açmalarının engellendiğini duyurdular. Üstelik elektrik kesintileri henüz başlamamışken.

★★★

Emek mücadelesinin önemli bir bileşeni olarak daha sık görmeye başladığımız mağaza-market çalışanlarının, “Soğuktan kemiklerimiz ağrıyor. Gelen faturaların hesabı da bizden soruluyor” diyen işçilerin kamuoyunu oluşturma taleplerine ses olmak gerekiyor. İşçiler bizlere gıdanın, kâr elde edilen bir verimliliğe indirgenmesi anlamını taşıyan metalaşması sürecinin kente tezahür eden bir başka boyutunu gösteriyor. Kırsalda çiftçinin zararına satış yapmasını dayatan, zehirli girdilerle tüketicileri hasta eden şirket hâkimiyetindeki gıda sisteminin en önemli sömürü alanlarından biri olan zincir marketler, kentlerde de işçileri üşüterek “tasarruf” etmeye çabalıyor.

★★★

Dahası yılın en soğuk haftasında, geçtiğimiz hafta itibariyle Organize Sanayi Bölgelerinde (OSB) getirilen elektrik kısıntısı uygulaması da bu sorunları derinleştirecek görünüyor. Elektrik kesintisinin en çok da gıda üretimini ve dolayısıyla tedarikini de etkilemesi bekleniyor. Bunun gıda fiyatlarına zam olarak yansıması an meselesi. Öte yandan tedarik zincirlerinde meydana gelecek iş ve işçi güvenliği açıkları ise görünmez kılınmaya, ikincileştirilmeye çalışılıyor.
Elbette tüm bunlar sermaye açısından son derece tutarlı. Yani “genel kabul görmüş iktisat bilimi kuralları” gereği fiyatları “serbest piyasa işleyişi”nin belirlemesi kuyrukları uzatırken ve geniş halk kesimlerinin yeterli gıdaya erişimini engellerken, gıda üreticileri üretimi bırakmaya zorlanır ve hizmet sektörü çalışanlarının emeği hiç edilir. Dahası bu, örneğin, EnerjiSA’nın tıpkı 2021’in ilk çeyreği için açıkladığı gibi şirketin faaliyet gelirinin yüzde 28 artması pahasına, kamudan 31.86 kuruşa alınan elektriğin, aboneye 130 kuruşa satılmasıyla sağlanır.

★★★

Tüm bu olup biten karşısında bir çözüm üretmek yerine soru önergesi verip yanıtlanmasını beklemekle yetinen meclis muhalefeti biçiminin hali ise içler acısı. Topluma çözümsüzlüğü dayatan bu politika anlayışında kuşkusuz ki “TRT Payı, Enerji Fonu kalkacak ve kademeli faturalandırma yapılacak” denilerek zamlara dayanak oluşturan torba kanuna CHP’nin yüzde 48 katılımla kabul oyu vermesinin, İYİ Parti’nin yüzde 28 ve HDP’nin ise yüzde 21 katılımla çekimser oy kullanmasının payı var.

★★★

Bu anlamda sağlıktan haberleşmeye, eğitime ve beslenmeye kadar bir dizi ihtiyacı sekteye uğratan zamlar, sebep, sonuç ve etkenleriyle birlikte bir bütün olarak meclise de tezahür eden bir siyasal irade krizine işaret ediyor. Her türden kamusal hizmetin şirketler lehine düzenlenmesi karşısında, eşitsizlikleri derinleştiren kamu politikalarını hedef alan bir dönüşüm ufkunu mücadeleştirmeyi gerektiriyor. Mülkiyet değişimi olmanın ötesinde, özel çıkarlara teslim edilmiş varlık ve hizmetlerin geri alınması anlamında kamulaştırma ufku da bu çerçevede son derece anlamlı görünüyor.