Yine geldik mi seçim güvenliği meselesine!

Özellikle Sayın Kılıçdaroğlu’nun SADAT hamlesi seçim güvenliği tartışmalarını gözle görünür bir şekilde artırdı. Tabi ki faydalıdır, olumludur. Ancak kazanılan seçimler dahil, "seçim güvenliği" meselesinin doğru okunmadığı kanısındayım.

Öncelikle başta tekrarlanan İstanbul yerel seçimleri dahil, kazanılan büyükşehir belediye seçimleri dar anlamda sandık güvenliğine ve o süreçteki yöneticilerin başarılarına indirgeniyor ki bu yanlış özgüven, genel siyasetteki ilişkilenme ve ittifak politikalarını da sakatlıyor. Muhalefetin başarısında, başta HDP’nin blok desteği ve referandumdan itibaren oluşan "Hayır Bloku’nun" sahadaki etkisi, iptale duyulan öfke ve gönüllü seçim oluşumları göz ardı ediliyor. Kişilere dayanan bu tutum AKP/MHP ittifakının "adam eksiltmekteki" cüreti ve hukuksuzluğuyla çok kolayca bertaraf edilebiliyor ya da öyle gösterilebiliyor. İstanbul özelinde ele alacak olursak; 2009-2019 arasında yaşanan "seçim fırtınasında" İstanbul seçmeni ve başta CHP olmak üzere parti örgütleri dar anlamda sandık güvenliği konusunda oldukça deneyim kazanmıştı. Esasen diğer seçimlerde de doğrudan sandık başı işlemlerde sonuca etkili bir seçim üçkağıdı ortaya çıkarılamamıştı. Kağıthane gibi yasal gereği de yapılan bir kaç örnek hariç oy hırsızlığı ortaya konulamamıştı. Benim bizzat deneyimlediğim diğer seçim ve referandumlarda da İstanbul’da nerede ise oylar seçim kurullarına ulaşmadan ıslak imzalı tutanaklar koordinasyon merkezlerine ulaştırılmış oluyordu.

PEKİ SORUN NEREDE?

Sorun şurada ki Türkiye İstanbul’dan ibaret değil. Hatırlayın; o dönem CHP milletvekili olan Mehmet Ali Çelebi, aylar öncesinden hazırlık yaparak bir farkındalık yaratmış ve Şanlıurfa’ya hatırı sayılır miktarda müşahit gönüllü olarak gitmişti. Ama tabiri caiz ise müşahitler daha oy kullanma süreci başlamadan canlarını zor kurtararak sandıkları terk etmek zorunda kalmışlardı. Sonuç ise malum! Uzun namlulu silahlarla resmi güvenlik görevlilerinin gözleri önünde tehditle kafa göz yarmayla sandık çevresine bile ulaşamamışlardı.

Malatya Pötürge’de ise iki Saadet Partili müşahit açık oy kullanılmasına itiraz ettikleri için öl-dü-rül-müştü. Müşahitleri katledilen parti dahil muhalefet ve tabi ki iktidar bu olayları devletin bekasına yakışır bir soğuk kanlılıkla karşıladılar!

Tüm bu olaylar 2018-2019 yıllarında olmuştu. Göz önündeki iki örnekte bunlar oldu ise diğer yerleri tahmin edebilirsiniz. Ne mi yapılabilirdi? Mesela; tüm muhalefet liderleri seçmenlerine güvenli bir ortam sağlanmadan oy kullanmayı durdurma çağrısı yapsalar ve hepsi birlikte Şanlıurfa ve Pötürge’ye gitselerdi ve sandıkları ziyaret etselerdi bu kadar pervasız davranışlar devam edebilir miydi? (Bu çağrıyı o zaman yapmıştım)

İktidarın aradan geçen sürede güvenlik ve yargı bürokrasisine hakimiyeti, seçim yasasındaki değişiklikler ile 2023 seçimlerini ölüm kalım seçimi olarak görmeleri bir vakıa iken seçimlerin daha güvenli koşullarda yapılacağını düşünmek ölümcül bir iyi niyet olacaktır.

Bahsettiğim örnekler yanında seçim güvenliğinin muhalefet tarafından ele alınışının en temel hatalarından birisi de; seçmen nezdindeki güvensizlik algısı ve sonuca etkili müdahalelerin yukarıda örneğini verdiğim olaylardan yani sandık başındaki zorbalıktan daha çok genel siyasete ve partilere ilişkin sorunlar olması. Öyle ki; mühürsüz pusulaların geçersiz sayılması, İstanbul seçiminin iptaline razı olunması siyasi kararlarla oldu. Sandıklara sahip çıkılması ya da örgütlerle ilgili değildi. Şimdi bunların üzerine seçim hakimlerinin belirlenmesindeki değişiklik gibi unsurlar eklendi. Bir de oyların takibi için kurulan sistemlerin çökmesi var ki ne desem bilemiyorum!

HAYAL KIRIKLIĞI OLABİLİR

İlk bakışta seçim güvenliği ile ilgili görünmese de iktidarın sokağı kriminalleştirmesi ve HDP’li kadrolara dönük hukuk dışı kıyım ve kayyum politikaları da seçim güvenliğine önemli ölçüde etki edecek unsurlar. Yüzde 60’larla kazanılan belediyeleri bile gasp eden bir iktidarın buralarda neler yapacağını kestirmek için kahin olmaya gerek yok. Maalesef zamanında etkili ve sonuç alıcı tepki gösterilmeyen hatta göz yumulup görmezden gelinen bu hususlar seçim güvenliğini de önemli ölçüde belirleyecek.

Seçim sonuçlarını kafadan yok sayan bir iktidar varken mühür nereye basılacak ve ıslak imzalı tutanağa (kuşkusuz bunlar da önemi) indirgenmiş bir seçim güvenliği anlayışı bizi yeni bir hayal kırıklığına götürebilir.

Sandık güvenliği adil ve güvenli seçimin son noktası ve işlerin geri döndürülmesinin imkansız olduğu noktadır. Propaganda sürecinden iletişim ve devlet olanaklarının adil kullanımına, oyların takibinden seçim hakimlerinin belirlenmesine kadar daha belirleyici aşamalar göz ardı edilmemeli. Bu süreçlerde daha etkin adımlar atılmalı. Hatta adil ve güvenli ortamda yapılmayan bir seçime katılınmayacağı ve -hukuki ve fiili olarak- tanınmayacağı açıklanmalıdır.

Yapılabilecek daha çok şey var. Bu konuda yazmaya devam edeceğim.