12 Aralık seçimleri için geri sayım sürüyor. Seçim kampanyasının ilk haftasında İşçi Partisi’nin ve sınıf siyasetinin kampanyayı belirlediğini gördük. Boris Johnson ve Muhafazakârların hesabı ve ihtiyacı olan seçimin sadece Brexit tartışması üzerinden yürümesiydi. Ancak kampanyanın ilk günlerinde gelen birkaç ‘kaza’ ve yıllardır süren kemer sıkma politikalarının acı yüzü işlerin Boris’in istediği gibi gitmeyeceğini gösterdi.

Guardian gazetesinden John Crace’e göre Başbakan Johnson seçim kampanyasını açtığı 10 dakikalık konuşmada 20 tane yalan söyledi. Örneğin üç defa erken seçim için parlamentoya teklif sunmasına ve aylarca bunun propagandasını yapmasına karşın ‘Ben seçim istemedim’ dedi. AB’den çıkış kanun teklifini parlamento reddetti, benim hatam değil dedi ancak doğrusu parlamento yasaya kabul oyu verdikten sonra Johnson teklifi askıya aldı ve erken seçim istedi.

Bu seçimlerin yakın geçmişteki bütün seçimler gibi yalan dolanla örülü kampanyalarla yürüyeceğini tahmin edenimiz çoktu. Nitekim ilk haftada bu gerçekle yüzleşmeye başladık. Bundan sonra 12 Aralık’a yaklaştıkça durumun sadece daha da çirkinleşeceğini söyleyebiliriz.

Murdoch medyası maalesef çok güçlü ve seçmeni etkilemesi muhtemel. İki partili dar bölge seçimlerinde küçük partilerin ancak marjinal bölgelerde, yani iki partinin oylarının birbirine çok yakın olduğu yerlerde sonucu etkileme şansı var. Dolayısıyla ilerici aday ve partilerin aleyhine yalan kampanyaları sadece buralarda yerel basında görülecek. Ulusal düzeyde ise hedefin Jeremy Corbyn ve İşçi Partisi olduğu kesin.

İşçi Partisi’nin kendi içindeki sağ kanat da bu kampanyaya isteyerek ya da istemeyerek gereğince destek atıyor. Geçen hafta partiden ayrıldığını ilan eden iki milletvekili “Oyunuzu Boris Johnson’a verin” bile dediler. Corbyn, iktidar olmamış olmasına rağmen partinin son 30 yıldaki en başarılı lideri. Partinin üye sayısı tarihindeki en yüksek noktada. Son genel seçimde yüzde 40 barajını aşmış. En önemlisi de umudunu kaybetmiş çalışan ve yoksul kesimlere umut olmuş durumda.

Corbyn karşıtlarının elindeki tek koz ‘anti-semitizm’. Bu iddia da su götürür bir iddia. Corbyn’in Filistin meselesinde İsrail karşıtı tutum almış olması belli ki İsrail hükümetinin dostlarını hoşnut etmiyor. Memlekette ırkçılığın gırla gittiği bir ortamda İşçi Partisi’ne anti-semitik ifadeler kullanmış üyeler hakkında yeterince hızlı ve tatmin edici yaptırımlar uygulamıyorsunuz diye saldırmak abesle iştigal. Kaldı ki anti-semitizme adı bulaşan nerdeyse tüm adaylar çekilmiş, askıya alınmış ve sair yaptırıma uğramış.

Boris Johnson’ın yalanlarının yanına bizdeki ‘Aysun Kayacı’ vakasına benzer bir şekilde Muhafazakâr Parti’nin meclis grup başkanı Jacob Rees Mogg’un radyo röportajı eklendi. Mogg iki yıl önce Grenfel apartmanı yangınında ölenlerin itfaiyenin evinizden çıkmayın çağrısına uydukları için kibarca ‘salak’ olduklarını söyledi. Başka önde gelen bir muhafazakâr milletvekili de bunu destekleyince Boris’in kampanya tepe üstü başlamış oldu.

Ancak genel olarak yankı getiren ve neredeyse bütün partileri hizaya getiren meseleler İşçi Partisi’nin bütün seçim kampanyasına esas aldığı yoksulluk, eğitim, sağlık, işsizlik, evsizlik ve kuzey İngiltere’nin geri kalmış bölgelerine yatırım oldu.

İşçi Partisi 400 milyar Sterlinlik bir kalkınma paketi ilan ederken Muhafazakârların da aynı alana çekilerek yılda 25 milyar Sterlin yatırım vaadetmesi seçimi aş ve işin belirleyeceğini gösterdi. Yüzde 1’lik seçkinler mi, çalışan, işsiz ve yoksullar mı kazanacak göreceğiz.

Bu arada en azından aralık ayı ortasına kadar Brexit tatavasından kurtulmuş gibiyiz.