Ellili yaşlarında evli, çocuklu bir erkek. Zamanının en iyi öğrencilerinden biri olmuş, çok iyi bir okulda okumuş, seçkin bir mesleği var. 30 yıldır insanlarla iç içe bir hayat sürüyor. Toplumun her kesimi ile bir şekilde bağlantılı, hayatın ülkede nasıl yaşandığına dair birinci elden tanıklığı var. Yoksulluğa da tanık, uçsuz bucaksız zenginlikleri de biliyor.

Çarığı çürüğü yok, çalmamış, yolsuzluk yapmamış, işini iyi yapan dürüst bir insan olarak yaşamış. Oy kullanmaya başladığından bu yana ya CHP’ye ya da MHP’ye oy vermiş. Seçimlerin konuşulduğu kalabalık bir grupta, Cumhurbaşkanlığı için Muharrem İnce ya da Meral Akşener’e, milletvekilliği seçimlerinde ise HDP’ye oy vereceğini gönül rahatlığıyla söylüyor. “Temsil edilmeli, Meclis’te olmalılar” diye açıklıyor. HDP barajı geçemezse Güneydoğu’da milletvekilliklerinin hepsini AKP’nin alabileceği riskini de düşündüğünü söylüyor. Ama asıl gerekçesi, temsil.

Bir tür ideolojik kolaj gibi siyasal tutumu. Öyle mi gerçekten, yoksa başka bir zihniyetin habercisi mi?

En azından 10 yıldır RTEakp iktidarı kutuplaştırıcı, nefret söylemi tutturdu. Benden olanlar ve düşmanlar bölücülüğünün topluma yayılması için elinden geleni ardına koymadan bir hegemonya siyaseti yürüttü. Oysa bu siyaset sanki tam tersi bir zihniyetin ortaya çıkmasına da ebelik etti.

RTEakp’nin önce düşmanlaştır, sonra yok et stratejisi sokakta geri tepmişe benziyor. Bir başkasını düşman gördükçe kendisinin de düşmanlaştığını anlamaya başlıyor insanlar. Aslında bu duruma şaşırmak tuhaf. İnsanlık tarihi boyunca tek tipleştirici zulüm siyasetinin toplumun ezici çoğunluğunca benimsendiği hiç olmamış. İnsanlar kendi hayat koşullarını iyileştirmenin yolunun, bir başkasının düşmanlaştırılmasından geçtiğine ikna olmuyorlar. Düşmanlarla dolu bir dünyada yaşamaktansa ötekinin hayat hakkını teslim ettiğinde kendi hayatını da güvence altına aldığını doğallıkla keşfediyorlar.
Varkalma ve kendi bildiği hayatı yaşamanın güvencesinin kendisi gibi olmayanın hayatta kalmasıyla mümkün olduğunu kaçınılmaz olarak sezinliyor. Bu sonuca akıl yürüterek, insan hakları, politika üzerine düşünerek ulaşmıyor. Gündelik hayatın pratiğine kelimenin tam anlamıyla tosladıkça hissediyor.

Hiç kimse, çevresindeki kimseye güvenmeden, herkesi tehdit olarak görerek hayatını sürdüremeyeceğini yaşayarak görüyor.

“Şimdi belki henüz” bir tohum gibi olsa da, varlığını, ötekinin varlığına borçlu olduğunu yaşantılayarak özümsüyor. Bir başkasının varlığına onay verdiğini göstermenin tek yolunun da ‘temsil’ olduğunu anlıyor.

Kim bir arada yaşamayı vaat ederse ve bunun yolunun görünmek, istediği gibi olmaktan korkmamak olduğundan geçtiğine ikna ederse, geleceğin bu zihniyette olacağına inanırsa, başaracak.

“Barış içinde bir arada” diyenin karşılık bulacağı bir seçim dönemindeyiz. Adaylar seçerse bu ilkeyi kahir ekseriyet dünden razı zaten.