CHP liderliğinin “helalleşme” hamlesi eğer seçimlere yönelikse, bunu yalnızca partinin oy tabanını genişletmek üzerinden okumak yetersiz kalabilir.

Seçim stratejileri mi?

Oğuz Oyan

CHP liderliğinden “hellaleşme” hamlesi, AKP liderliğinden “faiz” hamlesi! Bunlar, erken veya zamanında yapılacak seçimlere ilişkin stratejiler çerçevesinde yorumlanabilir mi? Yorumlayanlar yok değil, ama biz kendi açımızdan bakmaya çalışalım.

“Helalleşme”, doğru kavram mı?

Dinsel kullanımı olan kavramları siyaset terminolojisine dahil etmek her zaman riskler içerir. “Helalleşme” kavramı da böyle oldu. Dinci bir iktidarın kavram çerçevesi içine sıkışmak bunun en bariz sakıncasıydı ve nitekim bu yönde salvolar gecikmedi.

Ama daha kötüsü, Cumhuriyet'in kurucu ilkelerinin tam karşısında konumlanan bir dinci siyasetin, bu kavram üzerinden Cumhuriyet'in kurucu partisi olan CHP’yi Kurtuluş Savaşı’nı izleyen devrimci dönüşüm hamlelerinden dolayı nedamet/pişmanlık duymaya davet etmesi olabilirdi. Beklenen de gecikmedi; muhtemelen daha üst perdeden devamı gelecektir.

Eğer CHP liderliğinin muradı bir toplumsal barışma çağrısı yapmak idiyse, bunu siyaset diliyle yapması daha doğru olurdu. “Helalleşme” kavramının kullanılması onu muradının dışında bir çizgiye savurabilir. Karşılıklı olmayan yani tek yanlı bir “helalleşme” hamlesi sonucunda geri çekilmek zorunda kalınabilecek olan çizgi, bir savunma çizgisi olacaktır. Oysa siyasette en kötü konum, sürekli savunmada kalmaktır. Son zamanlarda gündem belirleme konusunda muhalefet belirli ölçüde ön alabilmişken, umarız yeniden savunmaya savrulmaz. Malum, siyaset bir meydan okuma işidir. Üstelik şimdi hemen her alanda meydan okumanın zamanıdır. Sadece yolsuzluklar, yoksulluk ve hukuk devleti konusunda değil, ekonomi alanında da yepyeni şeyler söylemenin zamanıdır.

CHP liderliğinin “helalleşme” hamlesi eğer seçimlere yönelikse, bunu yalnızca partinin oy tabanını genişletmek üzerinden okumak yetersiz kalabilir. Bunun arkasında CHP Genel Başkanı'nın Cumhurbaşkanlığı adaylığına dair belirtiler de bulunabilir. Sonuca ulaşır mı, ayrı mesele; ama böyle bir niyetin varlığının epeydir gündemde olduğuna dair iç duyumlar eksik değildi. Eğer durum buysa, yani bir adaylık hazırlığı söz konusuysa, CHP liderinin CHP oyunun çok üzerinde oy alabilmesi gerekecek. Üstelik, iktidarın mezhepçi saldırılarının yol açabileceği oy kayıplarını telafi edilebilmesi de şart olacak. Göze alınır mı? İttifakın ortak kararı bu yönde oluşur mu? Bu sorular ve yanıtları bizi burada ilgilendirmiyor; derdimiz, bu son hamlenin arka planının irdelenmesi.

Şu saptamayı yapmamak da eksiklik olurdu: AKP’den kopan Deva ve Gelecek partilerini de fiilen içeren Millet İttifakı denilen ittifakın bizatihi kendisi zaten CHP’nin milliyetçi ve dinci sağla kısmi bir helalleşmesini içermiyor muydu? CHP’nin şimdi bu helalleşmeyi AKP, MHP ve HDP tabanına doğru genişletmek istediğini mi anlıyoruz? Siyasal İslamcı hareket ile Kürt siyasi hareketine doğru yapılacak bu açılımın nereye kadar gidip nerede duracağının alıştırmaları yapılmış mıdır? Tek yanlı açılım karşılıklı açılıma dönüşebilecek midir? Başka açıdan, bu hareketler Cumhuriyet ve Kemalizm yorumlarını gözden geçirmeye hazırlar mıdır? Şimdilik bunun hiçbir işaretinin ortada olmadığını saptamakla yetinelim. Ama bu durumda, seçime yönelik bir “helalleşme”nin de fazla bir anlamı olmayacaktır. Acaba seçimleri aşan hedefler var mıdır?

Yoksa daha derin bir dönüşmenin ifadesi mi?

CHP liderliğinin “helalleşme” başlığıyla başlattığı yeni hamle acaba salt seçimlere yönelik olmayıp CHP’yi derinliğine dönüştürme hamlelerinin yeni bir halkası mı? Bu konuda, CHP’liler dahil olmak üzere farklı düşünenler olabilir. Ama sanırım ikinci olasılığın geçerli olduğunu düşünenler CHP içinde dahi az değildir. Çünkü bugüne kadar CHP’yi sağla uzlaştırmaya dönük çok sayıda adım atıldı. Kaldı ki bunların hiçbiri olmasaydı bile, bu yeni hamle öyle seçim geçtikten sonra rafa kaldırılabilecek türden değil; etkileri mutlaka daha sonrasını da kapsayacaktır.

Birden çok belirti vardı ve sanırım birden çok da hedef. Belirtiler arasında “laiklik tehdit altında değildir”, “sağ-sol ayrımının artık bir anlamı kalmadı” gibi veciz sözler yoktu sadece, bunların eyleme dönüşmüş ittifak stratejileri içinde anlam kazanması da tasarlanmıştı. Dolayısıyla buradaki arayışların da salt seçime dönük olmadığı, Türkiye'de yeni ve kalıcı bir alternatif iktidar sentezi oluşturmaya yönelik olduğu düşünülebilir. Daha açık olarak, CHP’nin “ortanın solu” söylemiyle nihai helalleşmesi üzerinden siklet merkezi “ortanın sağında” oluşan yeni bir siyasi sentez oluşturma girişimi olarak değerlendirilebilir.

Ekonomik program bakımından zaten hep beraber sistemin neoliberal reçetesine biat edilmiştir. Yani ekonomik sistemin sağ kanadında buluşulmuştur. Buna içerden (4+2’den veya CHP içinden) örgütlü bir itiraz gelmesi olasılığı da yoktur. (Orada en “ayrıksı” kalabilecek olan belki de Saadet Partisi olacaktır!). Tek tük itirazlar gelebilecekse, bunlar ekonomik düzlemden ziyade kültürel ve ideolojik düzlemde olabilecektir. CHP yönetimi “ödün veren” taraf olacağı ve tabanını da bu yönde zorlayacağı için itirazlar daha çok CHP’yi ilgilendirecek gibi gözükmektedir.

Gerçi “helalleşme” girişimini CHP’yi derinliğine dönüştürme hamlelerinin yeni bir uğrağı olarak gören CHP’lilerden bir bölümünün, bu yeni konumlanmaya itirazları olacağını düşünmek için de nedenler var. Çünkü bu hamle, içinin nasıl dolacağına da bağlı olarak, CHP tabanının bir bölümünü oldukça rahatsız etme potansiyeline sahiptir. Bir kere yoğun olarak CHP’ye oy veren alevi kesimlerin, özellikle kendilerine yönelik katliamlarla hesaplaşılmadan ve katliamların en azından dolaylı sorumluluğunu taşıyanların herhangi bir özrü söz konusu olmadan bu tür bir tek yanlı helalleşmeye rıza göstermeleri çok kolay değildir. İkincisi, partinin kendini hala solda hisseden kesimlerinin de bu tür “sağa açılma” hamlelerini sürekli bir hoşgörü ruh haliyle uzaktan izlemeleri beklenemez.

Parti yönetiminin partili hoşnutsuzlara karşı hesabı da şu olabilir: Şimdilik yaklaşan seçimlerin baskısıyla fazla ses çıkmaz; seçimleri kazandığımızda ise hiç çıkmaz çünkü stratejinin başarıya ulaştığı düşünülür. Gene de bu “helalleşme” ve benzeri hamlelerin içeriği ortaya çıktıkça CHP içinde çatırdamalar başlayabilir. Sahi bu yolda ısrar edilecekse, bunun içi nasıl dolacaktır?

“Helalleşme”nin içi nasıl dolacak?

Akla ilk gelen “laiklik” ilkesi oluyor. Konu, CHP’nin uzun iktidar dönemine “radikal laiklik” üzerinden üstü örtük bir suçlamanın yöneltilmesi ise bunun bir ilk olmayacağı kesin. CHP içinde bu konuda çok canlı tartışmalar 1945 sonrasında yaşanmıştı zaten. Üstelik, laiklikten sapmalar da CHP’nin bu son iktidar döneminde eyleme geçmişti bile. 1970’lerde Ecevit üzerinden de “dindar” kesimlerle benzer “barışma” girişimleri yapılmıştı. Siyasi İslam'a ilk iktidar deneyimini de bu dönemde CHP sunmuştu zaten. SHP, CHP ve DSP’nin 1994’te yerel seçimlere üç parti halinde katılarak siyasi İslam'a büyükşehirleri 25 yıllığına devretmelerini/hediye etmelerini de affedilmeyecek aymazlıklar arasında saymak mümkün; yoksa bu öngörülebilir sonuçları dolaylı açılımlar arasında mı saymalıyız?!

Bu durumda, laiklik konusunda parti tarihi için bir öz-eleştiri yapılması; uyduruk bir “özgürlükçü laiklik” kervanına katılınması; hatta laikliğin, “din ve inançlara özgürlük” üzerinden AKP tarzı içeriği boşaltılmış bir tanıma indirgenmesi mümkün olabilecek mi?

“Helalleşmenin” devamında Şeyh Sait İsyanı, İstiklal Mahkemeleri, Dersim İsyanı, Türkçe ezan gibi konuları dinci sağ ve Kürt hareketi bakımından, Varlık Vergisi gibi konuları sermaye kesimleri bakımından gündeme getirip “yüzleşme” provaları yapılabilecek mi? Bu iş Çerkes Ethem’e kadar gider mi? Her durumda dinci sağın aydınlanma devrimleri için CHP’den pişmanlık talepleri olacağına kuşku yok. Dolayısıyla bu ve benzer talepler dile getirildiğinde ne söylenecek, nereye kadar gidilecek? Bu konularda, “helalleşme” girişimine bir af/özür dileme eylemi de eşlik edebilecek mi? Bu koşullarda, bu girişimin sadece bir “kendi tarihiyle yüzleşme”den daha fazlası olduğu veya olacağı da açık olmalı.

Sahi, Türkiye’nin siyasi liberallerinin bir takıntısı olan bu “kendi tarihiyle yüzleşme” saplantısı, CHP saflarına da bulaşabilecek mi? Eğer öyle olursa, bunun liberallerin fantezilerini çok aşan sonuçları olabilecektir. Öte yandan, CHP’nin mevcut yönetiminin CHP’nin ve Cumhuriyet’in kurucu kadrolarını ve icraatlarını ne ölçüde eleştiri hakkına sahip olacakları da ayrı bir mayınlı alan oluşturacaktır. Belirli tarihsel koşulların ürünü olan devrimci bir dönüşüm dönemini, bu dönüşümlerin mirasına sahip çıkması gereken kurucu siyasi iradenin varisleri, hangi yetkiyle yargılanabilecektir?

Öte yandan, örneğin “geçmişteki hatalar” gibi muğlak ifadeler benimsenecekse, herkes farklı şeyleri anlayabilir. Hatayı, eğitim devriminin erkenden bitirilmesinde, köy enstitülerinin CHP eliyle işlevsizleştirilmesinde, bir Toprak Reformunun bile yapılamamasında, çok partili düzene zamansız geçilmesinde, sola kapalı birçok partililik düzenlenmesinde, nisbi temsile değil de çoğunluğa dayalı bir seçim sistemi getirilmesinde, laikliğin içinin CHP döneminden itibaren boşaltılmaya başlanmasında, vb. olgularda da bulabilirsiniz. Bulanlar da vardır.

Bu durumda, CHP içi tartışmaların alevleneceği bir ortama hazır olunmalıdır. Belki de en iyisi, “zararın neresinden dönülse kazançtır” denilip, bu muğlak ve tek yanlı ödünlere dayalı “helalleşme” girişimini küllenmeye bırakmak ve birlik ve barış söylemine dönüş yapmaktır.

Faiz-kur-enflasyon döngüsü

Gelelim Saray’daki tek belirleyicinin faiz-döviz kuru takıntısına ve bunun seçimlere dair bir “stratejinin” parçası olup olamayacağına. Öncelikle saptamalıyız ki, faizleri düşürme “saplantısının” rasyonel nedenleri olup olmadığıyla ilgilenmenin dahi artık irrasyonel bir uğraş olduğu günlerden geçilmektedir. Ama şu seçimlerle ilişkisine bir iki söz söylemek gerekiyor. Gerekiyor çünkü kimileri bunu erken seçimlerin habercisi olarak dahi kodlayabiliyor.

Bir kere, faiz indirimlerinin böylesine güçlü bir enflasyonist ortamda doğrudan ve hemen TL’nin değer kayıpları (veya döviz kuru zıplamaları) ile sonuçlanacağını öngörmek için kahin olmayı bırakın, Saraylı “ekonomist” olmaya bile gerek yok. Üstelik, olaylar arasında ilişki kuramayan yarım akıllıların bile bu kadar denemeden sonra öğrenmiş olabilecekleri bir bağlantı bu. Demek ki, TL’nin değer kaybı isteniyor. Arkasında karar vericilerin özel varlıklarının bileşimine dayalı bir hesap var mıdır, şimdilik sadece ilahi güçler biliyor. Ama TCMB Başkanının açıklamalarına bakılırsa, bunun cari açıkları azaltacağı, böylece ilerde enflasyonu dahi aşağıya çekebileceği yönünde bazı dayanaksız ve çelişkili kurgular yapılabiliyor.

Bunları geçip de kısa vadeye odaklanırsak, faiz indirimlerinin döviz kurlarına ani yansımaları dışında diğer bir hızlı yansıma alanı da genel fiyat seviyesi olmakta; özellikle de ithal mallar söz konusuysa. Kitlelerin satın alma güçlerinin böylesine tepetaklak edildiği bir ortamda erken seçime gitmek, ancak intihar girişimi olarak kodlanabilir. Bize göre, devam da edebilecek olan bu faiz indirimlerinin gösterdiği şey, bir erken seçimin olabileceği değil olamayacağıdır.

İkinci soru, bu faiz hamlelerinin zamanında yapılacak seçimlere dönük bir anlamı olup olmayacağıdır. Aslında bu faiz politikasının 1,5 yıl sonraki olağan seçim dönemi bakımından da iktidar açısından hayırhah sonuçları olması beklenemez. Ama Saray’ın muhtemel aklına göre bir zorlama muhakeme yapılır ve düşük faizli krediler vermeye zorlanacak kamu bankaları aracılığıyla yeniden bir canlanma iklimi oluşturmaya niyetlenildiği varsayılırsa, bunun geçmişte olduğu kadar etkisi olamayacağını, kaldı ki kur artışları ve oynaklığının yatırım kararlarını artık iyice olumsuz etkilediğini, ekonomide ve toplumda kötümser beklentilerin giderilemeyeceğini tespit etmemiz gerekecektir.

Döviz kurundaki zıplamaların iktidarın hesaplarına tek uyacak tarafı, muhtemelen asgari ücrette bu sene biraz daha “yüksek” tutmaya mecbur kalacağı artışı, TL’nin değer kaybı üzerinden kendisi ve sermaye adına peşinen telafi etmiş olacağıdır.

secim-stratejileri-mi-946344-1.

Sonuç

AKP, toplumda ve siyasettte kültürel/ideolojik ayrıştırmayı sonuna kadar götürmede başarılı olamadı. Çünkü kültürel hegemonyasını kuramadı. Yüzde 50 oy oranını aşamadığı gibi şimdi bunun da yarısına gerilemiş durumda. Bununla birlikte, CHP’nin “helalleşme” söyleminin de gösterdiği gibi, siyasette ve toplumda kalıcı izler bırakmış durumda; yeni kültürel sentezler arayışlarını tetiklediği görülmekte. Bunun içten içe çalışan dinamikleri zaten AKP öncesinden beri vardı. Tek başına AKP’nin işi olmadı ama etkisi oldu.

Bu denklemde eksikliği duyulan şey, sosyalist solun ağırlığı. Aslında sosyalistlerin siyaset ve siyaset yapıcılar üzerindeki etkileri, nicel güçlerinin çok ötesinde. Bunun toplumda da hak ettiği karşılığı bulması gerekiyor. Seçim skoru olarak da değil; kılcal damarlara, emeğin eylemlerine nüfuz etme ve örgütlenme gücü olarak. Gelecek aydınlanmanın ve sosyalizmin olmalıdır çünkü.