Erdoğan, 7 Haziran seçiminde, önceki üç seçiminde kullandığı tableti atıp eline Kuran’ı alarak çıktı seçmen karşısına. Tabletle Kuran arasındaki fark, birinin dijital, öbürünün basılı kitap olması gibi biçimsel bir fark değil. Bu iki nesneye Erdoğan’ın yüklediği anlam, onun ve partisinin 13 yıl sonra geldiği nokta ile bundan sonraki yönelişini anlatıyor. Anımsarsınız; tablet, Almanya’daki Hans, Amerika’daki Maria ile bizim Mehmet’le Ayşe’yi aynı dünyanın insanları olarak küresel pazarda buluşturmanın yolu olarak sunulmuştu. 12 Haziran 2012 seçimlerinde “Fatma’nın, Maria’dan eksiği ne? Hazine bu hazine!” diyerek elinde salladığı tablet, Erdoğan için ekonomik hedefleri ile muassır medeniyetin sembolü idi.

Ya Kuran? Kuran, siyasal İslamcıların elinde toplumu olduğu gibi korumanın (mümkünse eski haline döndürmenin), Maria ile Fatma buluşmasının önüne konan engel anlamında kullanılıyor. Ayşe’nin, Ahmet’in, Mehmet’in, Fatma’nın diğer ülkelerdeki akranlarıyla ortak amaçlar için buluşması hatta rekabet edebilmeleri için bile kültürlerini, hukuklarını, bilimlerini yakınlaştıran kitaplar okuması gerekir. Dinler, hiçbir zaman farklılıkları birleştiren unsur olmamış, aksine toplumları birbirinden ayrı düşürmüş. Erdoğan’ın elinde tablet yerine Kuran sallaması, bir türlü ısınamadığı farklı kültürlere karşı toplumu kendisi gibi düşünüp davranmaya, Müslüman olmayan toplumlarla arasını açmaya hizmet ediyordu.

Hem Erdoğan’ın hem Davutoğlu’nun imam hatiplerle övünme dışında eğitimi gündemlerine almaması ‘yapacağımızı yaptık’ anlamında mı yoksa inandırıcı olamayacaklarını bildiklerinden midir anlamadım. Fakat anlamadığım bir şey daha var; bir sürü araştırma verisine, gözleme, yaşanmışlığa dayanan kriz haline rağmen muhalefet neden eğitim sorunlarını gündeme almakta çekingen davrandı? Eğitim, muhalefetin gündeminde mazot fiyatları kadar yer almadı. Halbuki eğitimin, özellikle de Bilal’in imam hatip müdürlerine talimat verip bu okullardaki öğrencilerin seçim meydanlarına sürülmesi ardından laiklik boyutuyla CHP ve HDP (eğitimin laik niteliği ile ilgilenmediğini bildiğimiz için MHP’yi dışarıda tutarak) tarafından açık tartışmaya açılması gerekirdi.

Eğitim din ilişkisini tartışmanın, kitle partileri açısından aynı zamanda egemen ideoloji ve egemen ideolojinin peşine takılan yoksullarla tartışmak anlamına gelen meşakkatli bir tarafı olduğunu biliyorum. Fakat onların tuzağına düşmeden kendimize ait laik, bilimsel, demokratik, anadilli eğitim politikamızı anlatmanın bir riski yok. Bakın, CHP seçim bildirgesine 1+8+3 süreli zorunlu eğitim koydu diye Erdoğan, imam hatipleri kapatacak yaygarası kopardı. Yalan mı, doğru! Bu gerçeği sen dururken neden rakibin, üstelik aleyhine kullanarak halka anlatsın! CHP, rakibinin saldırısına yanıt vermek yerine laik bir eğitimden yana ve bunun yolunun da böyle bir eğitim planlamasıyla mümkün olduğunu söylese ne olurdu? Hiçbir şey olmaz, Kemal Kılıçdaroğlu’nun sıkça kullandığı “çağdaş uygarlık seviyesi”ne giden yol işaret edilmiş olurdu.

HDP özgürlük dedi; HDP özgürlükçü mü, evet; laik mi, evet. Laiklik olmadan özgürlük olur mu, olmaz. Öyleyse siyasetimizin temel kavramlarını göz ardı edemeyiz. Toplumla stratejik olmayan kalıcı bir ilişki kurulmak isteniyorsa, halkın ilerici anlamda değişip dönüşmesi amaçsa kavramlarımıza sahip çıkmalıyız. Kutuplardan biri din ise diğeri laiklikti; din, konuşuldu, dinselleşme yolunda alınan mesafe iktidar tarafından kazanım olarak anlatıldı. Neden öbür kutup (laiklik) kendi çekim gücünü göstermesin ki? Seçmenin, tercihinin ekonomik beklentileri yerine değerler üzerinden belirlediği böylesi dönemlerde kavramlarını anlaşılır karşılıklarla sunmak daha da önemli. Tabii bunun için her parti ve siyasi hareket dünkü yazısında Tarık Şengül’ün belirttiği gibi önce kendi “kutsalını” (siyasetini hangi kavram ve değerler üzerine kurduğunu) belirleyecek, sonra da onu sahici bir şekilde sahiplenecek.