Bizde hemen her seçim “tarihi”, “yaşamsal” ilan edilir ya; her seçim için bu tanımlamaları kullandığınızda o sıfatlar da aşınıyor haliyle. Yine de, geçen cumhurbaşkanlığı seçimi böyle tanımlanmayı en fazla hak eden seçimlerdendi. Öyleydi, çünkü hâlâ da sürmekte olan bir “yeni rejim” inşasının en önemli adımıydı.

(Yeni) devlet aklıyla konuşan Bahçeli’nin sözleri, 31 Mart 2019 yerel seçimi için de benzer şeyler söylemenin o sıfatları pek aşındırmayacağının kanıtı: “İstanbul, Ankara ve İzmir’in şer ittifakının eline geçmesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni tartışmaya açabilir. Kayyum yönetimindeki belediyelerin de PKK’nın siyasi uzantılarında kalması uluslararası arenada sıkıntılı bir mesaj ve görüntü oluşturur.

Bahçeli’nin dediği olsa, olacak olan; saydığı belediyelerin, savunduğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi çerçevesinde de yasal kabul edilen muhalefet partileri tarafından kazanılması. Oysa o, vatan toprağının düşman eline geçmesi gibi sunuyor!

İşin kayyumlu kısmıyla ilgili Erdoğan da konuşmuş ve; “Şunu da açık söylüyorum: Mart seçimleri geliyor. Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, olur ya, sandıktan çıkacak olurlarsa, öyle bekleyelim şu olsun bu olsun yok. Anında gereğini yapıp kayyum tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz. Beklemek yok” demişti.

Her iki yaklaşımın da burjuva demokrasilerinin mevcut dünya pratikleri çerçevesinde kabul edilebilir bir yanı yok.

Seçimlere giderken, bir yandan en üst düzeyde bu türden ifadelerle, öte yandan terörle “iltisakı veya irtibatı” denilerek muhtarların görevden alınması ve alışkın olduğumuz üzere kampanyada da devlet olanaklarının iktidar partileri için kullanılmasıyla “demokratik süreç” sakatlanıyor.

Bunlar, aynı zamanda, iktidar bloğunun “serbest seçim”den ne anladığını ya da anladığının “serbest seçim” olmadığını gösteren işaretler.

Bu tablo karşısında, alternatif olması beklenen ana muhalefetin yaptıkları bir başka tartışma konusu ve epeyce de tartışanı var!

Bir seçimin demokratikliğinin ölçüsü sonuçlarından çok nasıl yapıldığıdır. Yine sonucundan bağımsız, sizin seçim yapma biçiminiz bir tür demokrasi pratiğine, bir tür demokrasi eğitimine dönüşebilir.

Bu sürece ilişkin, ÖDP’nin Artvin merkez, Şavşat ve Hopa’da dağıttığı bildiriler var. “Birlikte başarabiliriz! AKP’yi yenebiliriz!” diye başlayan bildiriler... 31 Mart’ta, kentlerini yağma ve talandan, doğayı yok eden AKP zihniyetinden kurtarmanın “ortak sorumluluk” olduğunu vurgulayan bildiriler...

Aklın yolu bir ve aslında o bildirilerde söyleneni AKP’den kurtulmayı dert edinen tüm muhalefet çevreleri söylüyor: “Birleşmeliyiz.

İyi de nasıl?

CHP’nin bugüne kadar söylediği bu birleşmenin tabanda gerçekleşeceği, AKP’nin gerçek yüzünü görmüş, krizden yılmış AKP’li seçmenle bile tabanda ittifak yapılacağı şeklinde.

ÖDP, yalnızca sosyalistlerin değil demokrasiyi içselleştirmiş herkesin katılacağı bir öneriyle; adayları tabanda bütün halka sorarak belirleyelim diyor. “Belediye başkan adayımızı halkın katılımına açık bir önseçimle belirleyelim.” Artvin’i, Şavşat’ı, Hopa’yı kazanmak buradan geçiyor ve buraların dün bu yapılamadığı için kaybedildiği gerçeği de ortada duruyor.

Benim bir adayım olsun derdinde değil ÖDP. Seçimlere hep birlikte, birleşerek, bir partinin merkezinden atanan bir adayla değil, doğrudan halk tarafından seçilmiş bir adayla katılalım diyor.

Kendimiz için değil! Partimiz için değil! Memleketimiz için bunu yapmalıyız, birleşmeliyiz!” diyor.

Kente sahip çıkmanın; suya, kıyılara, toprağa ve yeşile sahip çıkmanın; sorunları birlikte çözmenin yolu böylesi bir birlikten geçiyor.

ÖDP ve sosyalist sol, herkesi ikna edemese de, ikna olanlarla yapabildiği her yerde bunu mutlaka yapmalı! Adayların halkın katılımıyla saptanabildiğine dair örnekler yaratılmalı!

Seçimi böyle yapabilmenin, sonuca etki etmekle kalmayıp, sonuçtan da öte kazandırdıkları olacak ve böyle yapılabilen bir seçime de “tarihi” denilecektir!