Yerel seçimlerden sonra ekonominin çarklarının döndüğü en önemli illeri kaybeden AKP, seçimlerin ardından ekonomik krizle baş başa kaldı. Erdoğan seçim gecesi serbest piyasa kurallarına sadık kalarak ekonomik reformları gerçekleştireceğiz dedi. Türkiye’nin önde gelen ekonomistleri ile AKP’nin ekonomide izleyeceği olası yol haritasını ve Erdoğan’ın söylediği ekonomik reforların neler olabileceğini konuştuk. Ekonomistler bir konuda uzlaşıyor. Türkiye ekonomisi […]

Seçim yenilgisi sonrası AKP’nin ufku sınırlı: ‘Sopalı’ liberal ekonomi

Yerel seçimlerden sonra ekonominin çarklarının döndüğü en önemli illeri kaybeden AKP, seçimlerin ardından ekonomik krizle baş başa kaldı. Erdoğan seçim gecesi serbest piyasa kurallarına sadık kalarak ekonomik reformları gerçekleştireceğiz dedi.

Türkiye’nin önde gelen ekonomistleri ile AKP’nin ekonomide izleyeceği olası yol haritasını ve Erdoğan’ın söylediği ekonomik reforların neler olabileceğini konuştuk. Ekonomistler bir konuda uzlaşıyor. Türkiye ekonomisi dış kaynak bulmak zorunda. Ancak dış kaynağın sahipleriyle kurduğu diplomatik ilişkiler önümüzdeki günlerin temel belirleyicisi olacak.

***

Mustafa Sönmez: ABD rızasını almadan IMF yardım edemez

Seçim aslında sadece araya girmiş bir takvimdir.Türkiye 2018 ortasında önce resesyon sonra krize girdi. Esas olarak devamlılığı olan hadise bu krizdir. Şimdi seçim basıncı iktidarın üzerinden kalktığına göre bu krizden nasıl çıkmak gerekir buraya odaklanacaklardır. Burada yapısal reformlardan önce firmalar ve bankalar arasında çözülmeyi bekleyen batık kredi sorunu var.

Bankalar alacaklarını tahsil edemiyorlar , firmalar da seçim konjonktüründe hükümetten aldıkları destekle biraz zaman kazanmış bulunuyorlar. Bunun yanı sıra devletin burada itfaiye rolü üstelenerek bankalar ve şirketler için bir kurtarma operasyonuna şahit olacağız. Böylece kriz giderek firmalardan bankalara, bankalardan kamu maliyesine yayılacak. Bütün bu süreç içinde dışarıdan bekledikleri para girişi olmazsa, adım adım IMF’ye gitmek zorunda kalabilirler. Çünkü kaynak halihazırda yok, kamu maliyesinin kaynakları seçim döneminde zaten çok zorlandı. Bunun için Varlık Fonu aracılığı ile borçlanabilirler. Ama küresel konjonktür de ekonominin aleyhine. Özellikle Almanya’da bir durgunluk hali var. Yani borç bulmak da eskisi kadar kolay olmayacaktır. Dolayısıyla bir kurtarma operasyonu olacaksa eldeki imkanlar dahilinde öncelikle kim kurtarılacak sorusu gündeme geliyor. İnşaat sektörü öncelikle topun ağzında, inşaata bağlı sanayi kesimi var bunlar topun ağzında, bazı özel bankalar var topun ağzında. Bir dış kaynak ihtiyacı olduğu kesin. Hal böyle olunca bu saatten sonra AKP dış politikasını da gözden geçirmek zorunda. Çünkü ABD rızasını almadan IMF yardım edemez. Dolayısıyla göz ucuyla da ABD- Türkiye ilişkilerini takip etmemiz gerekiyor.

***

Uğur Civelek: ABD kefalet için Türkiye’den bir şeyler isteyecektir

Küresel koşullar durgunlaşma eğiliminde, küresel piyasalarda bir riskten kaçınma eğilimi var. Öte yandan Türkiye’nin de ciddi bir dış kaynak ihtiyacı var. Bu durumda birileri bastıracaktır IMF ile anlaşın diye. Ancak IMF ile anlaşılması için ABD’nin kefil olması gerekecek.

ABD ise bu kefalet için Türkiye’den bir şeyler isteyecektir. S400’ü iptal et, açılım sürecini yeniden aç, Suriye konusunda şunları yap veya yapma gibi. Bunlar yapılır da IMF’ye gidilirse IMF ekonomik yetkileri Cumhurbaşkanı’nın elinde alacak. Ancak hem MHP’yi memnun etmek, hem finansal piyasaların istediğini yapmak siyaseten AKP’yi zaten bitirir. O halde yapılması gereken şey bellidir. Türkiye’nin dış bağımlılıklarını azaltacak türden yapısal reformlara ihtiyacı var.

Ancak bunu finansal piyasalar desteklemez. O zaman çok geniş bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç var. Bu uzlaşıyı da dış güçler zora sokmaya çalışacaktır. Dolayısıyla son derece karmaşık bir durumla karşı karşıyayız.

***

Cüneyt Akman: Gerçekten radikal reformlara ihtiyacımız var

Yapısal reform dediğimizde 24 ocak 1981 mesela bir çok bakımdan yapısal reformdur. Peki bu yapısal reform Türkiye’deki çalışan kesim açısından faydalı olmuş mudur? Belki bunalımı bir şekilde çözerek 78-80 arasında süren krizi başka bir şekle dönüştürmüş ama zaman içinde şiddetli şekilde çalışan sınıflar alehine olmuştur.

2. Yapısal reform dalgası ise 2001 krizinden sonra Derviş reformlarıyla geldi. Bugünkü krizin temeli de yine bu 2 yapısal reformdur. Her iki reform da Türkiye’ye kriz zamanı dayatılmıştır. Erdoğan Balkon konuşmasını yapmadan önce İstanbul’da bir konuşma yaptı. O konuşmada ise serbest piyasaya bağlıyız mesajı verdi. Bu mesaj yurtdışındaki sermaye ve yurtiçindeki TÜSİAD, TOBB gibi sermaye çevrelerine verilmiştir. Erdoğan burjuvazi ile ilişkisini bu zamana dek ben dediğimi yaparım şeklinde götürüyordu. Fakat işler tersine dönmüş oldu. Ülke ekonomisinin gerçekten de radikal reformlara ihtiyacı var. Buna istersek yapısal reformlar da diyebiliriz. IMF bu lafı çok sever. Fakat unutulmamalı ki her sınıfın kendine ait reform istekleri vardır. Herkesin de farklı yapısal reformları. Çalışan sınıflara büyük bir baskı gelecek ekonomik açıdan. O nedenle başta sendikalar ve emek örgütleri kendi reform önerilerini yüksek sesle dillendirmeli ve iş dünyasının emek karşıtı reform baskılarına direnmeye hazırlanmalıdır.

Kıdem tazminatları, emeklilikle ilgili düzenlemeler önümüzdeki günlerde yine önümüzde gelecektir. Çünkü yapısal reformlar dendiğinde Türkiye’deki iş örgütlerinin anladığı maalesef bunlar. Kar hadlerini arttırılması, sermaye birikiminin hızlandırılması lazım diyeceklerdir.

***

Emin Çapa: AKP ekonomisi “sopalı” liberal ekonomi

Erdoğan serbest piyasa kurallarına riayet edeceğiz diyor. Bu liberal ekonomi demektir. Ancak liberal ekonomi liberal demokrasiden ayrı düşünülemez. Erdoğan’ın klasik manada bir liberal demokrasi istediğine inanan var mı bilmiyorum. Eğer istiyorsa buna çok mutlu olurum. Ama şunu net olarak söyleyim ben liberal değilim ama Türkiye’nin sorunları sadece ekonomide yapılacak yapısal reformlarla çözülemez. O geçti artık. Demokrasi, hukukun üstünlüğü yok. Bunu seçim akşamı gördük zaten. Bunlar olmadan sürdürülebilir bir ekonomik büyümeye dönmemiz mümkün değil. Peki Erdoğan neyi kastediyor? Erdoğan “sopalı” liberal ekonomiyi kastediyor.

Zaten epeydir bunu uyguluyor. Şu anda perakendecilere, zincir marketlere en üst düzeyde telefonlar ediliyor. Öbür tarafta bankalara da aynı muamele yapılıyor. Bankalara göz dağı veriliyor. Üstelik bu Türkiye’nin en büyük bankalarından birine bunun yapılıyor olması sopalı liberal ekonominin göstergesi. Bunun sürdürülebilmesi mümkün değil. Türkiye’de önümüzdeki dönemde sorunların derinleştiğini göreceksiniz. Erdoğan kontrollü bir şekilde sorunların düzeleceğine inanıyor. Seçimden önce telefon açıp işçi çıkarmayı düşünen firmalara iş çi alımı yaptırıyorlar. Ama mecburen bu firmalar işçi çıkaracaklar. Çünkü deniz bitti. Özellikle istihdamın büyük çoğunluğunu oluşturan küçük işletmelerin üçte biri iflasın eşiğinde. O halde IMF gündeme geliyor. Ancak IMF için de ABD onayı gerekiyor. Teknik olarak ABD’nin IMF’deki oy hakkı nedeniyle ABD onayıyla IMF’den kredi alabilirsiniz. Bu S400 meselesiyle IMF kapısı açılmak istense dahi IMF kapısını açmayabilir.

Yani IMF’ye gitmek dahi çözüm olmayacaktır, çünkü kredi vermeyecektir. Son swap hamlesinin intikamını yabancı sermaye bize ödetecektir. Swap müdahalesiyle zarara uğrattığınız sermayedarlardan yarın para istemek zorundasınız. Bizim bankalar sendikasyonlarını yenilerken acaba yüzde kaç faiz ile kredi bulabilecek?