Etiler’de bombayı kim patlattı; daha doğrusu, patlattırttı; en azından patlatanları yönlendirip önünü açtı? Kimler ki, Ergenekon-derin PKK/Silivri-Kandil...

Etiler’de bombayı kim patlattı; daha doğrusu, patlattırttı; en azından patlatanları yönlendirip önünü açtı? Kimler ki, Ergenekon-derin PKK/Silivri-Kandil ittifakı zırvalarını ortaya attı, köşelerinde, TV programlarında, miting meydanlarında işledi; işte onlar.
Her ne pahasına olursa olsun AKP’yi yıpratmayı, düşürmeyi hedefleyen bir ‘şer cephesi’ bulunduğunu iddia ediyorsanız, bu cepheye bir şeyler de yaptırtmak zorundasınızdır.
Çetelerle savaş edebiyatı yapıyorlar, ama faaliyetleri arasındaki koordinasyon açısından aynı bir çetenin mensubuymuş izlenimi veren tek bir güruh var; ki o da, paradoksal olarak bizatihi bu edebiyatı yapanlarla, onların kasetçi, bombacı ve –Kürşat Bumin’in tabiriyle– ‘zamanlama analistliği’ne soyunmuş yamaklarından oluşuyor: AKP, her ne pahasına olursa olsun iktidarı bırakmamakta kararlı ve işte bu yüzden de –olmayacak duaya ‘amin’ demek gibi kaçsa da– önümüzdeki seçim ertelenmek zorunda.
Yüzde on barajı, baraja endeksli hazine yardımı soygunculuğu, parti lideri tarafından belirlenen sözde ‘milletvekili’ listeleri, bağımsız adaylık harcını 450 milyondan sekiz milyara çıkartma kepazeliği, bağımsızları bileşik pusulada toplama kalleşliği: Bütün bunlar zaten yeterli sebepler, bir seçimin meşruluğunu peşinen sakatlamak açısından.
Ancak, mesele bundan ibaret değil: Muhalefet partilerinin lider, yönetici ve milletvekili adayları aylarca, belki de yıllarca dinleniyor, evlerine-bürolarına kameralar yerleştiriliyor, en mahrem görüntüleri kaydedilip internet üzerinden bütün dünyaya yayınlanıyor, bu insanlar görevlerinden, adaylıktan ve/veya partilerinden istifa etmek zorunda bırakılıyor. Bu ses ve görüntülerin kaydedilmesini, olmadı yayınlanmasını engellemek ve bu işin faillerini bulup yakalamak ve cezalandırmakla yükümlü hükümetin, bunların hiç birini yapmaması bir yana, başbakan bu suç delillerini açıktan açığa sahiplenip seçim propagandasında kullanıyor; kısacası, suçluları her bakımdan himayesine alıp suçu teşvik ediyor ve bütün bunlar seçime birkaç hafta kalmışken yapılıyor.
Hükümetin başının seçimlerin meşruluğunu daha da yok etme yönünde yaptıkları bunlarla kalmıyor: İnsanları din, mezhep, inanç ve etnisite temelinde kamplaştırıp, kin, nefret ve öfkeye sevk edecek, dolayısıyla ülkeyi kargaşa, isyan, iç savaş ve bölünüp parçalanmaya sürükleyebilecek her şeyi neredeyse eksiksiz yapıyor. Silahlı muhalefeti muhatap alıp müzakerelerde bulunduğunu neredeyse iftiharla ilân ederken, insanlar silah ve şiddetten ne kadar uzak duruyorsa o ölçüde artan bir şiddetle onların üzerine gidip binlerce insanı polis zulmü, gözaltı ve tutukluluk aracılığıyla yargısız infaza maruz bırakıyor.
Bu noktada mutlaka not edilmesi gereken bir husus vardır ki, o da, bir devletin muhasımının da muhatabının da yine ancak bir devlet olabileceğidir. Bir devlet ki kendi vatandaşlarından birini veya bir grubunu terörist/bölücü olarak yaftalayıp kendi muhasımı addeder ve yok etmeye girişir, işte o andan itibaren aslında kendi kendisini o insanların devleti olmaktan fiilen düşürmüş olur. Aynı şekilde, kendi vatandaşlarından birini veya bir grubunu resmen muhatap kabul edip müzakerede bulunan bir devlet de aslında karşısındakini fiilen devlet statüsüne yükseltmiş olur.
AKP, entelektüel yetkinlik açısından bunu bile idrak edemeyecek bir düzeydedir: Her şeyi, birileriyle ‘al takke, ver külah’ ilişkisi kurup, Ali’nin külahını Veli’ye Veli’nin külahını da Ali’ye giydirerek kendince bir hâl yoluna sokabileceğini sanmış; tabii ki çarşafa dolanmış; ancak, Tahtakale ayakçılığından başka bir şey de bilmediğinden iyicene hırçınlaşıp, zaten düzgün olmayan ağzını daha da bozup herkese küfür ve hakaret eder, ancak bu arada devleti de aşiret/kabile devletinden de daha aşağılara çeker hâle gelmiştir: Bugün artık, tek tek şahısları hedef alıp, devlet organlarını kullanarak onlara nasıl bedel ödettiğini veya ödeteceğini miting meydanlarından iftiharla ilân etmekten çekinmeyen bir başbakanla karşı karşıyayızdır.
Bunların yanı sıra, özellikle de Kılıçdaroğlu üzerinden öncelikle Aleviliğe ve diğer dinsel inanç ve pratiklere saldırıyor ve bunu yaparken insanların sözlerini tahrif etmekten ve kendilerinin söylemedikleri sözleri söyleterek kitlelerin hedefi hâline getirmekten hiç mi hiç çekinmiyor ve böylesi bir ortamda seçilecek bir Meclis’e yeni bir anayasa yaptırtmayı planlıyor.
Yasama meclisleri yeni bir anayasa yapamazlar diye bir şey yoktur; ama, 13 Haziran’ın Meclis’i, değil yeni bir anayasa, en basitinden bir yönetmeliği çıkartmak için bile gerekli meşruluktan yoksun olacaktır; bu yüzden de bu seçim derhal ertelenip, sıfır barajlı, millî bakiyeli, daraltılmış bölgeli, ön seçim ve tercihli listeyi zorunlu kılan bir düzenlemeye gidilmeli, daraltılmış bölge-millî bakiye yan yanalığından çıkabilecek sorunları çözmek üzere de ‘Türkiye milletvekilliği’ ihdas edilmelidir.
Başbakan, yeni anayasa derken, aslında başkanlık sistemini murat etmektedir ve burada söz konusu olan, her türlü felsefî tercih, ideolojik yönelim ve siyasal projeden bağımsız olarak sadece ve sadece, fiilen büyük ölçüde gerçekleşmiş kişisel bir diktatörlüğü yasal bir çerçeveye oturtup tahkim etmeye yönelik bir operasyondur ve bu operasyonda başbakan kendisine öyle bir manevra alanı çizmiştir ki, orada, değil hukuka saygı ve ahlakî mülahazalar, en temel mantık kurallarının bile esamesi okunmaz: Başbakanımız “ben sana ‘sen’ demiyorum” diyebilmiş adamdır.