Seçimin ve siyasetin karanlık tarafları
Eski YSK Başkanı Sadi Güven (Fotoğraf: DepoPhotos)

Oğuz OYAN

Seçimin karanlık tarafı, iktidar blokunu ilgilendiriyor. Bu hem seçim süreci öncesini hem seçim sırasını hem de seçim sonrasını ilgilendiriyor. Bu, iktidar siyasetinin karanlık tarafıyla da bağlantılı kuşkusuz.

Siyasetin daha genel karanlık tarafı ise hem iktidarı hem de onun alternatifi gözüken düzen içi muhalefeti ilgilendiriyor. Burada daha ziyade seçim sonrasındaki ekonomik ve siyasi programlar kastediliyor. Bunlar şimdilik karanlıkta. Önümüzdeki günlerde ucu biraz açılacak olsa dahi öyle. Ama ekonominin ve kamu maliyesinin genel tablosu bize bazı çıkarımlar yapma olanağı veriyor. Söylenmeyenleri ve bir yazılı programa dönüşmeyecek olanları da sezebilme hatta önceden okuyabilme olanağı sunuyor. Bunlar geniş kitleler açısından umut yaratacak nitelikte değiller. Şimdi bu iki kanaldan ilerlemeye çalışalım.

Seçimlerin karanlık tarafı

Tartıştığımız konu, siyasal İslamcı ve neofaşist siyasetin karanlık yüzünün önümüzdeki seçimlere ne ölçüde yansıyacağı/yansıyabileceği üzerinde dönüyor. Bir kere herkes şunda hemfikirdir herhalde: Bu iktidarın geçmiş seçimlere ilişkin siciline bakıldığında, demokratik bir seçim sürecini hayal etmenin ve huzurlu bir tevekkül içinde seçim ânını, o andaki sandık hesaplaşmasının sonucunu beklemenin imkânı olmadığı görülecektir (Huzurlu bekleyiş içinde olanlar ancak Einstein’ın “aptal” tarifinde kendilerine bir yer bulabilirler). Bu iktidar, Haziran 2015 seçiminin sonuçlarını tanımayan, hükümet kurulmasını engelleyerek ve ülkeyi kana boğan sabotajlara yol vererek Kasım 2015’te “zaferini” ilan edebilen; Nisan 2017’deki referandumu mühürsüz oylarla ve YSK desteğiyle çalıp “Atı alan Üsküdar’ı geçti” pişkinliğini sergileyebilen; 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde yalnızca İstanbul Büyükşehir Belediyesi oylarının geçersiz sayılmasını YSK marifetiyle sağlayıp şansını haziranda tekrarlanan bir seçimde yeniden deneyebilen, dolayısıyla antidemokratik müdahaleler sicili çok kabarık olan bir iktidardır. Bu iktidarın artık “demokratikleşip” önümüzdeki seçimlerde “uslu duracağına” ilişkin hiçbir emare ortada yoktur.

Olamaz da zaten. Çünkü önümüzde tüm önceki oylamalardan daha kritik bir çifte oylama var: Hem cumhurbaşkanının hem Meclis’in yenileneceği bu seçimleri iktidarın yitirme olasılığı önceki seçimlerden çok daha yüksek. Üstelik bu seçimler, rejimin oylanması anlamına gelecek bir referandum niteliğinde. İktidardaki faşizan siyasal İslamcı hareketin, bir seçimden fazlasını kaybedeceği çok açık. 21 yıla yakındır Cumhuriyet yıkıcılığında aldıkları tüm mesafenin, onun yerine iyi kötü geçirdikleri tüm pespaye hakimiyet düzeneklerinin birdenbire berhava olması riskini (bu risk, muhalefetin sağcılaşması nedeniyle sanıldığından daha az olsa da), tüm yolsuzlukların ve hukuksuzlukların hesabının sorulabileceği tekinsiz bir zemine geçiş “tehlikesini” beraberinde getirmekte. Yani, iktidarı kaybetme korkusunun çok katmanlı maddi temelleri oluşmuş durumda. O halde, iktidarı kaybetmemek için yapılacak olanlarda da tüm sınırların zorlanacağını tahmin etmek için siyaset uzmanı olmaya gerek yok.

“Seçim ekonomisi” başlığı altında yapılan ve yapılacakları burada öne çıkaracak değilim. İktidarın bu konuda “seçimlerden sonra tufan” anlayışıyla hareket edeceği esasen biliniyor. Önceki seçimlerden çok daha fazlasını yapmaya eğilimli durumdalar. Ama faydası yok: Hanehalkının geçim sıkıntısı o noktalara taşındı ki bunu birkaç ayda giderebilecek ekonomik araçlar ve mali olanaklar bulunamaz. Kaldı ki, bir kesimi yarım yamalak tatmin ederken daha fazlasını karşısına almak gibi dengesizliklere kapı aralanmış durumda.

İktidar asıl ağırlığını siyaset, medya ve yargı alanlarına koyarak ilerleyecek görünüyor. Muhalefetin parçalı yapısının getirdiği zafiyetler ve özellikle içine sızmış eski AKP türevi yapıların kafa karıştırıcı pozisyon alışları, işini kolaylaştıracak gibi görünüyor. 20 Kasım 2022 tarihli Birgün Pazar yazımızda, “sistem-içi muhalefetin oluşumunda ve iktidara yürüyüşündeki zafiyetlerin de siyasi almaşma (alternance veya münavebe) süresini uzatabileceğini, bu sırada iktidarın ekonomiye ve topluma ödeteceği faturaların sürekli kabarabileceğini” vurgulamıştık. Artık bir siyasi almaşma süresinin uzamasından çok, bu almaşmaya hiç izin vermemek üzerine yapılanan bir iktidar halinden söz ediyoruz.

RTE’nin adaylaştırılması, Anayasa tanımaz ve hiçbir hukuki yaptırıma tabi tutulamaz bir rejimin yeni bir meydan okumasıdır. Muhalefet, kaybedeceği bir kavgaya tutuşmaktansa, buna açıktan karşı çıkmaya bile girişemeyecek bir siyasi korkaklığa mahkûm olmuştur. İktidar partisi lideri de olan Cumhurbaşkanı’nın ana muhalefet liderine yönelttiği seviyesiz eleştirilerin Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarınca alkışlanması dahi, içinde bulunulan siyasi sürecin güvensizliği konusunda ipuçları sunmaktadır. Seçimleri muhalefetin kazanması durumunda, kışkırtılacak kitlelerin yatıştırılmasını hangi tarafsız (iktidardan değil devletten taraf olan) kolluk güçleri sağlayacaktır acaba? YSK’nın 2017 ve 2019’da olduğu gibi iktidar lehine hukuken çok tartışmalı kararlar vermesi halinde, seçimlerin namusunu koruyabilecek demokratik mekanizmalardan geriye ne kalacaktır? Yeni bir oldubittiye karşı toplumsal direniş olması halinde bunun iktidar tarafından kolayca kriminalize edilmesinin ve muhalefet liderlerinin suçlanmasının önünde hangi güçler durabilecektir?

Bütün bunları daha da kışkırtmak üzere iktidarın medyasını ve sosyal medya trollerini bugünden başlayarak muhalefet güçleri üzerine salacağını da tahmin etmeyen yoktur herhalde. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in sadece İçişleri Bakanı etrafındaki trol ordusunun akçalı kaynakları, örgütlenme modeli ve yıkıcı kampanya taktikleri üzerine 13 Ocak Perşembe günkü basın toplantısında söyledikleri bile iktidarın medya gücü ve kötü niyetleri konusunda yeterince uyarıcıdır.

Siyasetin karanlık tarafı

Seçimler sonrası sadece seçim sonuçlarının “demokratik hazım” süreçleri bakımından ilgiye değer olmayacaktır. Aynı zamanda seçim sonrasının gene iç ve dış sermaye güdümünde belirlenecek iktisat politikalarının topluma dayatacağı yeni “özveriler”e ilişkin olacaktır. Bir yıl sonrasında ufukta yerel seçimler olduğu için, topluma ilk bir yıllık süre içinde fazla yük yüklenemeyeceğini düşünenler olabilir. Ama burada da iki etkeni dikkate almak gerekir: Birincisi, para ve maliye politikalarında öylesine büyük çıkmazlara girilmiştir ki seçimlerden sonra önlem almadan bir yıl daha ine çıka yol almak veya daha kötüsü, seçim ekonomisine devam etmek seçenekleri baştan ayıklanmak zorunda kalınabilir. Kaldı ki, ikincisi, bu seçimlerden çıkacak sonuçlara veya bu sonuçlardan bağımsız olarak çalışacak etkenlere bağlı olarak, 2023 seçimleri Türkiye’nin bildik anlamda gördüğü son seçimleri olabilir; yani 2024 yerel seçimlerinin hiçbir hükmü kalmayabilir.

Umarız bu kadar kötümser olmanın koşulları oluşmaz. Buna rağmen bu sonuncu olasılıkla ilgili belki de daha önemli bir potansiyel gelişmeye dikkati çekmenin tam sırasıdır. İktidarın kazanması veya daha büyük olasılıkla zorla seçim sonuçlarının üzerine oturması halinde, açık faşizm koşullarının toplumun ve siyasetin gündeminde birinci sıraya yerleşmesi ve uzun süre bu gündemi terk etmemesi asıl meselemiz olacaktır. Türkiye siyaseti eğer şekli demokrasinin ve genel oy hakkının güvenceye alınmasını dahi yönetemez duruma düşerse, bunun sistemin egemenleri bakımından açık faşizme geçişten başka çaresi kalmayacaktır. Bugünkü sistem içi muhalefet partileri bu tür olasılıkları ve buradan çıkış stratejilerini ne ölçüde tartışmaktadırlar acaba?