Almanya seçimlerine bir hafta kala, en son anket sonuçlarına bakmakta yarar var. Son anketler, üçlü hatta dörtlü bir koalisyon beklentisini pekiştiriyor.

Seçimler yaklaşırken Scholz bir adım önde

Umut ŞAHVERDİ*

Almanya 26 Ekim’de, Başbakan Merkel yerine yeni şansölyeyi seçmek için sandığa gidiyor. FORSA anketlerine göre son dört hafta içinde Hıristiyan Demokratlar (CDU/CSU), yüzde 23’ten yüzde 21’e ve Yeşiller Partisi yüzde 20’den yüzde 17’ye düşmüş. Almanya Sosyal Demokrat Partisi SPD ise yüzde 19’dan yüzde 25’e yükseldiğini gösteriyor.

‘Küçük partiler’in bir ay öncesi durumuna bakıldığında anketlere göre, Hür Demokralar (FDP) ile aşırı sağcı AfD birer puan kaybederek, yüzde 11 oranında oy alacağı, Sol Parti’nin de yüzde 6’ya düştüğü görülüyor. Bu anket sonuçları bize SPD’nin son bir ayda büyük bir atılıma geçtiğini, Yeşiller ve muhafazakâr CDU/CSU’nun ise oy kaybından da daha önemlisi bu atılıma karşı, seçmeni kendi saflarında tutamadıklarını gösteriyor. Hatta durumu daha vahim kılan, Yeşiller’in mayıs ayında yüzde 26 ile Federal Meclis’in en güçlü partisi gibi görünürken, anketlere göre bugün yüzde 10 daha az tercih edilmesi aslında politikaları, vaatleri ve kamuoyundaki performansı ile seçmeni kendi kampında tutamayıp kaybetmiş olması. Aynısı CDU/CSU için de söylenebilir. Tam bir yıl önce anketler CDU/CSU yüzde 36 oy oranı ile rakip partileri açık ara geride bırakıyor görünüyordu. Zira diğer partiler bir yıl öncesinde yüzde 20’ye ulaşamayacakları tahmin ediliyordu. Bitmiş, sürekli düşüşte ve geleceği hakkında kötümser düşünülen SPD’nin sadık seçmeni dışında oy potansiyeline ulaştığı anlaşılıyor.

DEĞİŞİMİN KAYNAĞI NE?

Bu dönüşümün ana sebebi aslında belli: “Triell” olarak adlandırılan, Baerbock (Yeşiller), Laschet (CDU/CSU) ve Scholz (SPD) arasındaki televizyon tartışması. Bu televizyon tartışmaların detaylarına çok fazla girmeye gerek olduğunu düşünmüyorum. Zira hiçbir adayın gerçekten parladığını söylemeyiz.
Sadece seçim programlarını çok iyi ezberlemiş üç kişinin kendilerini tekrarlamada ne kadar başarılı olduklarını görebildik. Ancak kişilikler açısından baktığımızda, SPD’nin neden anketlerde bu kadar yükseldiğini anlayabiliriz. Laschet düşen anket sonuçları ile birlikte, AfD’ye ve büyük sermayeye yakınlığı ile, sağdan oy kapmanın derdine düşüp, agresif bir tavır sergilemiş, Baerbock ise tam tersi, aşırı pasif kalmıştı. Scholz ise, sakin tavırları ile hem seçim programını iyi ezberlediğini sürekli kanıtlamakta ısrarlı durmuş ve aslında aynı zamanda 16 yıldır Merkel’den alışılagelinen şansölye sükûnetine bürünmüştü. Laschet her ne kadar Scholz’a saldırmış olsa da, Scholz aşırı tepki vermeden karşı gelmişti. Laschet aynı zamanda bu tavırları ile birlikte aslında gerçek yüzünü göstermişti: İçerikler ile yenemeyince, bel altı vurmaktan da kaçınmayacağını, yani Merkel sükûnetine sahip olmadığını kanıtlamıştı.

Bu ikili erkek arasındaki tartışmanın dışında kalan Baerbock da Yeşiller’in “Büyük/ilk parti potansiyeline sahip değil” algısını kıracağına, tekrar ve tekrar bu algıyı doğrulamış oldu. Baebock’un ilk adaylık günlerinden beri toplumun büyük çoğunluğunun tepkisini çeken söylemleri ile Armin Laschet’in özellikle sel felaketindeki umarsız tutumuyla Sosyal Demokrat Olaf Scholz’un önünü açmış oldular. Dolayısıyla Scholz, seçmene en uygun şansölye adayı olarak kendini sunabildiği için partisi SPD de anketlerde öne çıkıyor.

‘Süper seçim yılı’na girerken CDU’lu Federal Milletvekili Nikolas Löbel ile CSU’lu Georg Nüsslein hakkında, koronavirüsten koruyucu maske satan şirketlere arabuluculuk yaptıkları ve yüz binlerce avro ‘komisyon’ kazandıkları ortaya çıkmıştı. Bu skandallar Hıristiyan Demokratlar’ın 14 Mart Baden Württemberg ve Rheinland Pfalz eyalet seçimlerinde hezimete uğramasında etkili olmuştu. 26 Eylül Federal Meclis seçimlerine kısa bir süre kala Osnabrück Savcılığı’nın Federal Maliye Bakanlığı bürokratlarına yönelik kara para baskını yapması, seçim aritmetiğini değiştirir mi henüz bilinmiyor. Federal Bakan Scholz bunu siyasi adım olarak niteledi. Seçmenin güveni sarsılır mı, savcılık kararına Bakan Scholz gibi mi düşünüyor; bekleyip göreceğiz.

GÖÇMENLER YOK SAYILIYOR

İlk değerlendirmede belirttiğim üzere, bu seçimler aslında göçmenler için çok önemli. Ancak bu önemi ne bu üç aday, ne de partileri algılamış. Hiçbirinden göçmenlere ırkçılık, kurumsal ırkçılık ve hatta kendi partilerinin toplumun oluşumunu hiçe sayan aday listelerine yönelik değiştirme vaatleri yoktu. Adaylar ırkçılık, ayrımcılık ve dışlanmalara karşı somut olarak ne yapacaklarını söylemediler, hatta televizyon tartışmalarında bu konulara değinilmedi.

Yani gelecek hafta seçime giderken, bu üç partinin somut anti ırkçı politikası seçim listelerinde, seçim programında ve şansölye adayında bulunmamakta. Son yazımda belirttiğim gibi, bu belki de göçmenlerin şimdiki partilere verecekleri son oylarıdır. Tek bir ümit var aslında. O da SPD’nin ve Yeşiller’in, Almanya’nın sol partisi Die Linke ile hükümet koalisyonu kurması ve en az son 16 yıldır, bana kalırsa Federal Almanya kurulduğundan beri, hakiki merkezden çok daha solda duran bir hükümetin oluşması. Belki o zaman sesimizin duyulması, gündelik hayatta zaten varoluşumuzun Almanya’nın politikasına da yansımasını görürüz.

*Dr., Siyaset Bilimci