Ekimde ihracatta yaşanan yüzde 3’lük artış gözümüze sokuluyor ama ithalat yüzde 32 arttı. mevcut ekonomi modeli, yarattığı dış ticaret açığı nedeniyle Türkiye’yi sadece tam gaz seçime götürmüyor aynı zamanda tam gaz bir finansal krize de götürüyor.

Seçimlere ayarlı finansal kriz bombası
Fotoğraf: AA

Türkiye, tam gaz seçime doğru ilerliyor. İktidar cephesinin iddiası, Erdoğan’ın koltuğunun bir ulusal bekaya dönüştüğü şeklinde. Böylece, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmadığı bir durumda, ülke büyük bir ulusal güvenlik krizinin içine düşecek. Muhalefet güçleri de Türkiye düşmanlarıyla işbirliği içinde.

Bu iddiayı savunuyorsanız, sandık sonuçlarına saygı göstermeniz beklenemez. Ne de olsa, kaybetmeniz halinde, ülkeniz elden gidecektir. Dolayısıyla, seçime kadar ne yapıp edip, koltuğu korumanız hayati önemdedir. Aksi durum ölümcüldür. Seçimden sonra ne olacağı ise tali bir sorundur.

2023 seçimlerine bu çerçeveden bakan iktidar, ülkenin tüm kaynaklarını bu seçim için kullanabilecek yetkiye sahip. Peki seçimden sonra?

Dün, Ticaret Bakanı Mehmet Muş, ekim ayına ilişkin dış ticaret verilerini açıkladı. Buna göre sadece ekim ayında, dış ticaret açığı 8 milyar dolar oldu. Geçen yılın aynı ayında bu tutar, 1,5 milyar dolardı. Yıllık artış yüzde 430…

Bakan Bey, ihracattaki artışı vurguluyor ancak ithalattaki artış çok daha sert. Ekimde ihracatta yaşanan yüzde 3’lük artış gözümüze sokuluyor ama ithalatın yüzde 32 arttığını iktidar medyası görmezden geliyor. Açık aydan aya artıyor. Önümüz kış, ısınma giderleri nedeniyle doğalgaz alımları iki katına çıkacak.

DIŞ AÇIKTA CUMHURİYET REKORU GELİYOR

Bu durum sadece ekim ayına ilişkin konjonktürel bir gelişme mi? Hayır… Öyleyse, Ocak-Ekim dönemlerini kıyaslayalım. Bu yılın ilk 10 ayında toplam dış ticaret açığı 91,1 milyar dolar olmuş. Geçen yılın aynı döneminde bu tutar 33,9 milyar dolarmış.

10 aylık karşılaştırmalarla bile dış ticaret açığı neredeyse 3 katına çıkmış. İyi de ekonomi 3 kat büyümüş mü? Hayır… O halde bu açık sürdürülebilir mi? Yine hayır…

Bu yıl kasım ve aralık verileri de geldiğinde dış ticaret açığı cumhuriyet tarihinde ilk defa 100 milyar doların üzerine çıkmış olacak. Üstelik, milli gelir dolar bazında küçülürken…

Denebilir ki, bu durum enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle konjonktüreldir. Enerji fiyatları normale döndüğünde bu veriler de normale dönecektir. Fakat rakamlar öyle demiyor. Hiç enerji ithalatı yapılmasa dahi, (nasıl olacaksa!) ithalatın yüzde 89’u kadar ihracatımız olacaktı. Yani yine de açık veriyor olacaktık.

secimlere-ayarli-finansal-kriz-bombasi-1083224-1.

Peki sonsuza dek, bu boyuttaki dış ticaret açığı ile bir ekonominin ayakta kalması mümkün müdür?

Yoktan döviz yaratamıyorsanız, yani bir darphanede kâğıdı boyayıp döviz basamıyorsanız, günün sonunda bilançoyu kabullenmeniz gerekir. Siz kabullenmezseniz, piyasa kendiliğinden kabullenir ki buna “Ödemeler Dengesi Krizi” adı veriliyor. Bir gecede patlayan krizlerden…

Dolayısıyla, mevcut ekonomi modeli, yarattığı dış ticaret açığı nedeniyle, Türkiye’yi sadece tam gaz seçime götürmüyor aynı zamanda tam gaz bir finansal krize de götürüyor. İktidar, bu finansal gerginliği seçime kadar yönetmek, seçimden sonra da krizi göğüslemek istiyor.

Peki seçime kadar nasıl dayanılır?

Bir biçimde para bulmanız gerekir. Kaynağı bu aşamada önemli değildir. Zira koltuğunuz bir ulusal güvenlik meselesine dönüşmüştür. Nitekim, Ödemeler Dengesi’nde gösterilen Net Hata Noksan kalemi, yani kaynağı tespit edilemeyen para girişi 24 milyar doların üzerine çıkarak cumhuriyet tarihinin rekorunu kırmış durumdadır. Olası bir finansal krizi öteleyen bu paranın nereden geldiği, hangi tavizlerle Türkiye’ye girdiği ise meçhuldür. Sonsuza dek, kaynağı belirsiz bir para girişi olmayacağına göre, mevcut konjonktürde, Türkiye’ye akıtılan paralar aslında Erdoğan iktidarını finanse etmektedir. Kimin finanse ettiği ise bilinmiyor.

FİNANSAL GERGİNLİK CEZALANDIRMA

Peki, piyasa aktörleri bu gerginliği görmüyor mu? Nasıl oluyor da Türkiye büyümeye devam ediyor?

Finansal gerginliğin ilk muhatabı bankacılık kesimi. Bu yüzden gerginliği gördükten sonra ilk tepkileri kredilerde isteksiz davranmak oldu. Olası bir finansal krizde, kredilerin batacağından endişe eden bankalar, kredi satmamaya başladı. Sanayiciler ve tüccarlar duruma isyan edince, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati aracılığıyla 25 Ekim’de duruma el konuldu.

Bankalara özetle denildi ki, "Benim istediğim faiz oranından kredi satmaz da, daha yüksek faiz oranıyla satarsan, o zaman sana çok düşük faizli devlet tahvilleri satarım." Bir nevi cezalandırma… Ayrıca, yabancı para mevduatlarının yüzde 5’i kadar da tahvil almak, yani Hazine’ye borç vermek zorundasınız. Tabii, benim istediğim faiz oranından… Böylece devlet tahvillerinin faizi düşürüldü.

Yakın zamanda, bankalar, devlete daha fazla borç vermek zorunda bırakılacak ya da bir başka ifadeyle bilançolarında daha fazla devlet tahvili bulunduracak. Hem de son derece düşük faiz oranıyla… Şimdiki büyüklük 1,2 trilyon lira…

***

PATLAMAYA HAZIR BİR BOMBA

Kritik soru; mevcut tahvillerin değeri düşerse ne olacak?

Bu durumda bankaların varlıkları sert şekilde erimiş olacak. Bu da sistemik risk anlamına geliyor.

O halde bir diğer soru? Tahvillerin değerini ne düşürür?

Faiz oranının artması…

Tahvillerin mevcut faiz oranı, bir ceza mekanizması gibi, zorla düşürüldü. Bu zorlayıcı tedbirin ortadan kalkması halinde, bankaların varlıkları dramatik şekilde eriyecektir. Bu zorlayıcı tedbirler de seçime kadar kalkmayacaktır. Ancak öyle ya da böyle seçimden sonra kalkmak zorundadır. Bu durumda devlet tahvili faizleri piyasada belirlenmeye başladığında, tahvillerin değeri düşecek, bankaların kaynakları sert şekilde eriyecektir.

İktidar, seçimden sonra patlamaya hazır bir bombayı, finansal sistemin altına yerleştirmiş durumda. Seçimi kazand��ktan sonra muhalefet psikolojik yıkımı atlatmaya çalışırken, iktidar finansal krizi göğüslemeye çalışacak. Eğer, iktidar seçimde düşerse, bu durumda 13’üncü cumhurbaşkanına, büyük bir finansal kriz hoş geldin partisi düzenleyecek.