Demokratik hareketin ve sosyalistlerin memleketin sorunlarından ayrı işleri olamaz. Memleket ne ile meşgul ise biz de onunla uğraşacağız.

‘Seçimlere doğru sol’
Fotoğraf: AA

Ş. Can ATALAY, Avukat
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).​

BirGün, Seçimlere Doğru Sol Bakış başlığıyla bir dizi yayınladı. BirGün Politika Kolektifi diziyi “Seçimlerin ülkenin kaderindeki hayati önemi herkes tarafından vurgulanıyor” vurgusuyla toparladı. Ben de dizinin ana vurgusunun “ülkenin tek adam rejiminden çıkış ve geçiş sürecinin ortaya koyduğu sorumluluklar” olduğunu düşünüyorum ve katılıyorum. BirGün’ün seçimlere gösterdiği dikkati değerli buluyorum. Sağlıklı bir tartışma ve sağlıklı ortaklaşmalar için görüşlerin açık seçik ortaya konulması önemlidir. Çünkü ortaklıklar ancak “görülebilen/gündemde olan siyasi durum” üzerinden olanaklıdır. Ancak böylesi bir ortaklaşma, ortaklaşanların etkinliğini yükseltebilir. “Siyaset” üzerinden konuşmak her zaman iyidir, açıklık sağlar, anlaşırsın veya anlaşamazsın. Her iki durum da belirsiz ortaklaşmalardan daha hayırlıdır.

Demokratik hareketin ve sosyalistlerin memleketin sorunlarından ayrı işleri olamaz. Memleket ne ile meşgul ise biz de onunla uğraşacağız, elbette kendi tarzımızda. Bu nedenle memleket esas olarak, pürdikkat -bu tanımlar ne kadar çoğaltılsa yeridir- “AKP’nin gidişine” odaklanmış durumda. Birgün’ün dizide arada kullandığı gibi, başlığı “AKP’siz Türkiye” biçiminde atmak dikkatimizi daha iyi toparlayabilir. Siyasetin önümüze koyduğu ana sorun budur: “AKP’nin iktidardan gönderilmesi.” Seçimler bunun için bir vesiledir. Durumun “kilit”i bu önceliktedir. Sol olarak, öncelikle “AKP’nin gönderilmesinin” önemini anlatarak ve bunun en kesin, en olanaklı yolunu göstererek ve seçimi vesile yaparak memleketin uçurumun eşiğinden dönmesine destek olabiliriz.

Tekrar ediyorum: Ana sorunumuz istibdada son vermek, AKP’nin gönderilmesidir, seçim vesiledir. Solun seçim ortamına müdahalesini başkaca önceliklere göre kurgulamak memleketin ana sorununu ıskalamak olacaktır. Demokratik ve sol değerlerimizi anlatmak, kitle desteğini güçlendirmek her gün, sürekli görevimizdir. Elbette kitlelerin yaygın biçimde politikleştiği seçim ortamında demokratik ve sol çözümlerin anlatılması önemlidir. Ancak bu, siyasetin “kilit” sorunu üzerinden, yani günümüzde “AKP’nin gönderilmesi” üzerinden olabilir. Bu kilit sorunu atlayarak, önemsizleştirerek ve hatta küçümseyerek olmaz, olamaz.

Siyasetin “kilit”ine işaret etmesi bakımından dizideki üç yazının altını çizmek istiyorum. Korkut Boratav, Oğuzhan Müftüoğlu ve Bülent Forta’nın yazılarına atıfta bulunacağım.

Korkut hocamız, herhangi bir biçimde uç verecek “solun fark etmez” yaklaşımının vahametine karşı uyararak, iki seçeneğin eşiğinde olduğumuzu, seçimin İslami faşizmin kazanması veya kaybetmesi seçimi olduğunu önemli vurgularla ve somutlayarak anlatıyor.

Oğuzhan Müftüoğlu, “… faşizmin gündemde olduğu bir yerde burjuva seçenekler karşısında pasif veya tarafsız bir tutum söz konusu olamaz” diyor.

Bülent Forta, Altılı Masa’nın zaaflarına işaret ettikten sonra “buna karşın devrimcilerin sermayenin egemenliğini hangi biçimler altında sürdüreceğini önemsiz görme lüksleri yok” diye uyarıyor.

Birgün Pazar’da, Nedir Bu Demokratikleşme yazımda “2022 Türkiye'sinde somut durumda veya genel olarak ‘demokrasi, demokratikleşme’ derken bir efsaneden söz etmiyoruz. Geleneksel kavramlarımızla konuşursak adıyla sanıyla ‘burjuva demokrasisi’nden söz ediyoruz” diye yazmış birisi olarak son iki saptamayı çok önemsediğimi belirtmeliyim. Aynı yazıda, derdimi Lenin’den alıntılayarak “[biz,] mücadele ettiğimiz hedeflerimiz kadar hangi koşullarda mücadele ettiğimizi de önemseriz” sözü ile anlatmaya çalıştım.

İki yaklaşım da bir yandan ana sorunu ortaya koyarken buna yaklaşımı destekleyecek öneriler geliştirmeyi amaçlıyor. Müftüoğlu “sorumlu ve aktif olma”yı öneriyor. İstibdat iktidarına son vermek için sorumlu ve dikkatli, mücadelede aktif; katılıyorum.

Bülent Forta’nın “sermayenin egemenliğini hangi biçimler altında sürdüreceği” sorusu önemli. Ne yazık ki sol harekette bu soru sorulmaz ve hatta bazen bu durum Korkut hocamızın deyimiyle “fark etmez” olarak görülür. Farklı yönetim biçimleri arasındaki ayrım önemlidir. Bu nedenle “sosyalistlerin kapitalizme karşı mücadele ederken mücadele ettikleri koşulları da önemsemesi”ne dikkat çekilmiş olmasının altı dikkatle çizilmelidir.

Bir yazımda solun siyaset belgelerinde “demokrasi, demokratikleşme” kavramlarını neredeyse hiç kullanmadığına dikkat çekmeye çalıştım. Söz konusu diziye ilişkin olarak da büyük ölçüde naçizane aynısını yineliyorum. Kanımca siyasetlerimizi kurarken “şu baş belası demokratikleşme meselesi”ni uygun bir yere oturtamazsak önceliklerimiz hep karışacak, dikkatimiz hep dağınık olacak.

İşte bu bakımdan alıntıladığım iki saptamayı önemsedim, altını çizmek istedim. Bazen -hatta çoğunlukla da diyebiliriz- yıkılması kaçınılmaz bir iktidar var, asıl sorunun yerine nasıl bir iktidar kurulacak gibi tartışıyoruz. Sanki bazen tartışmayı 1917 öncesinde, devasa bir sosyal hareketliliğin olduğu bir siyasal ortamda Lenin’in “Çarlığın yıkılması mukadder, biz Çarlığın nasıl yıkılacağını değil yerine ne geleceğini konuşalım” önermesi üzerinden konuştuğumuzu düşünüyorum. Bu nedenle Erdoğan ve AKP iktidarı üzerine izninizle birkaç satır yazayım.

KARAR ÇEVRESİ YARAR ÇEVRESİ

Erdoğan ve AKP iktidarını dar bir elit üzerinden anlatıyoruz. Katılıyorum, ben de böylesi formülasyonları yazdım. Ama bunun esas olarak tek adam iktidarıyla somutlanan bir karar çevresini tarif ettiğini atlarsak, siyasal İslamcı ahbap çavuş kapitalizminin toplumun her yanına dal budak sarmış ve iktidarda olmaktan beslenen önemli bir yarar çevresine dayandığını gözden kaçırırsak tablonun tamamını görmüş olmayız. Toplumsal destek derken “makarna, kömür…” üzerinden sosyal yardımlarla sağlanan desteklerden söz etmiyorum. Esas olarak AKP’yi iktidara taşıyan orta sınıftan ve bunların toplumsal örgütlenmesinden söz ediyorum.

AKP’nin, sınıfsal tabanı ve toplumsal örgütleri üzerine önemli araştırmalar yapıldı. Üzerinde ne kadar çok durulursa o kadar yerindedir. Ekonomik durumun krizden öte bunalım olarak tanımlandığı ülkemizde tanımladığımız dar anlamda dinbaz tabanda, daha geniş anlamıyla ahbap çavuş kapitalizminden beslenen destekçisi orta sınıfta bir çözülme emaresi görülmüyor, tersine sımsıkı durmakta. İktidarlarını sürdürmek için karar çevresinin her uygulamasına desteğini sürdürüyor, tartışmıyor bile. “Muhalefetin” en küçük bir boşluğunu yakalayıp yüklenmeye hazır. Bütün kamuoyu yoklamaları Erdoğan’ın kazanma şansının çok azaldığını göstermesine karşın, “maçı bırakmadılar”, “uzatmalardan” bile medet umuyorlar. Kitle desteğini büyük ölçüde, “biz”ler dahil muhalefetin başarılı ikna çalışmalarıyla değil de kriz nedeniyle kaybettiklerini bildikleri için seçim öncesi ücret artışı, rant, vaat, avanta… ile “maça” yeniden dahil olmaya çalışıyorlar. Bunun tamamıyla boşuna bir çaba olduğunu da söyleyemeyiz.

Dolayısıyla Erdoğan iktidarının karar mekanizmasının toplumun bir bölümü açısından zararlı değil, destekledikleri bir durum olduğunu da görmeliyiz. Bu çevre için yasalar geçerli değil. Her alanda, ihalelerde, kredide, iş ararken, her türlü kurumla ilişkilerinde tercihli yoldan gidiyorlar. Kaçak saraydan mahalleye bu böyle; olsa olsa tercihli yolun genişliği, şerit sayısı fark ediyor.

Bu nedenle demokratik ve sol hareket, istibdadı ancak geniş bir toplumsal mutabakatla durdurabilir. Durdurmak önemlidir. “Kilit”i de cumhurbaşkanlığı seçimidir, dikkatimizi tek adayla ve birinci turda kazanmaya odaklanmalıyız. Oğuzhan Müftüoğlu, Birleşik Haziran Hareketi’nin başarısız olmasını yazdığı için odaklanma ve öncelik konusunda da aynı örnek üzerinden gidebilirim. AKP’yi durdurmak ve geriletmek üzere oluşan Haziran Hareketi kanımca bu mücadeleyi önceleyemediği ve odaklanamadığı için başarısız oldu. İyi bir örnek olmuş, dikkat dağılmasının ne anlama geldiği Birleşik Haziran Hareketi deneyimi üzerinden detaylıca konuşulabilir.

Boratav hocamız, AKP ile Altılı Masa’yı karşılaştırırken “Türkiye için fiilen iki farklı siyasal rejim önermektedirler” diyor. Tam anlamıyla katılıyorum. Altılı Masa yaptığıyla, yapmadığıyla, söylediği ve söylemediğiyle çokça tartışılıyor, doğaldır bizler de tartışıyoruz. Boratav hocamız bize “iki farklı siyaset” tespitiyle tartışmamız için bir eksen tanımlıyor. Bu bakımdan Müftüoğlu ve Forta alıntılarını yenileyeceğim: İstibdat’a karşı mücadelede, görmezden gelemeyeceğimiz “burjuva seçenek” ve önemsiz göremeyeceğimiz “mücadele edeceğimiz ortam” başlıkları.

PEKİ YA ‘BİZ’?

Sanıyorum “mücadele edeceğimiz ortamı önemsemek”, “önceliğimiz otoriterliği durdurmak ve geriletmektir” denilince ikili bir siyaset önerildiği düşünülüyor. Bir yanda acil tehlikeyi bertaraf etmek, diğer yanda ise “biz”im programlarımız ve taleplerimiz.

Hayli yaygın olduğunu düşündüğüm bu karışıklığın “demokrasiyi kazanmak, demokratikleşme”nin yalnızca istibdada karşı çıkışla sınırlı olmayan Demokratik Cumhuriyet’i işaret eden bir siyasal hattı kurmaya olanak sağladığının görülememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. “Demokratikleşme, otoriterliğin durdurulması” için mücadele, bir yanıyla güncel siyasal duruma yanıtlar verebilmemize, güncel görevleri kâmilen üstlenme iddiasına olanak tanırken diğer yandan “bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm” doğrultusuna bağlı, üçlünün tam da göbeğinde olma özelliği taşıyor. İkili siyaset değil, tam da bütünleşik bir siyasetin odak noktasında.