Seçimlere doğru sol bakış
Türkiye seçimlere kilitlendi. Halk ekonomik anlamda derin bir buhran yaşıyor. Muhalefet ise toplumun taleplerine yanıt vermekten çok uzak. Tarih bir kez daha ‘sol’u çağırıyor. Çıkış yolunu ortaya koyacak ve bu yolu halkla birlikte örgütleyecek ‘sol’a duyulan ihtiyaç daha öncekilerden çok daha fazla.
SEÇİMLERE DOĞRU SOL BAKIŞ - 1
Politika Kolektifi
Ülke olarak olağanüstü bir seçim sürecinin son 6 ayına girmiş bulunuyoruz. Toplumsal desteklerini kaybetmiş olan Cumhur İttifakı ekonomik krizle birlikte gün geçtikçe güç yitirmeye devam ediyor. 6’lı Masa etrafında şekillenen muhalefet ise bugüne kadar attığı adımlarla geniş halk kesimleri için bir umut yaratmaktan uzak. Muhalefetin sağcılık yarışıyla siyaset alanı tümüyle sağın ve sermaye güçlerinin egemenliği altında giriyor. Bu ortamda solun ve toplumsal muhalefetin izleyeceği siyasetler son derece önemli. Soldan Bakış'ta muhalefete dönük soru işaretlerini, adaylık tartışmasına sıkışan stratejileri, 6’lı Masanın politik eksenini, soldan, kurucu bir siyasetin önemini siyasi parti temsilcileri, sol-sosyalist yazar ve aydınlara sorduk.
***
Prof. Dr. İlhan UZGEL: Dış politikada yeni bir zihniyete ihtiyaç var
AKP dış politikası her alanda ciddi bir çıkmaz içinde. Küresel düzlemde de farkı çelişkilerin gündemde olduğu bu konjonktürde, krizden çıkış için Türkiye dış politikası nasıl olmalı?
AKP dış politikada belli bir hat izlemiyor. Bütün dış politika sürecini iç politikadaki kazançlarına endekslemiş bir görüntü vermekte; içeride giderek azalan desteğini dışarıdan sağlayabileceği başta ekonomik, finansal yardım, imaj vs gibi görüntülerle telafi etmeye çalışıyor. Bu da dış politika sürecine yalpalama, sıkışmışlık görüntüsü olarak yansıyor. Buradan çıkış tabii ki mümkün. Öncelikle, iç politikada olduğu gibi dış politikada da yeni bir zihniyete, sil baştan yeni bir dış politika felsefesi geliştirmeye ihtiyaç var.
Öncelikle kapalı, ne tür pazarlıkların döndüğü bilinmeyen, Meclis’i tamamen dışarıda bırakan ‘Liderler diplomamisi’ denen yöntemden vazgeçilmesi gerekiyor. Burada kurumsallığa yeniden dönerken bunun da kendi içinde hesap vermeyen, halk adına en doğruyu kendisinin bildiğini iddia ettiği bir bürokratik modele dönmemesi gerekiyor. Bu ince hattın dikkatlice belirlenmesi önemli.
İkinci olarak bölgesel çatışma ve gerilimlerin parçası olmayan, bunlara angaje olup fayda sağlamaya çalışmayan bir dış politika anlayışına dönülmesi gerekiyor. Türkiye’nin bu çatışma dinamiklerinden uzak kalarak yapacağı ciddi katkılar olabilir. İçine girdiği, parçası olduğu her sorun, çatışma Türkiye’yi taraf haline getirdi. Şimdiye kadar Katar’dan Libya’ya bu tür angajmanlardan Türkiye’ye herhangi bir katkı sağlandığına dair elimizde bir veri yok.
Üçüncü olarak, Türkiye diplomaside başarısız oldukça dış politikası militarizasyona gitti, özellikle devlet altı aktörlerle (IŞİD, PKK, PYD, Hafter) mücadelesinde bunun avantajını gördü. Son yıllarda savunma sanayisine yaptığı yatırımların sonuçlarını test ederken, bundan sonuna kadar faydalandı. Türkiye tarihinde aynı anda bu birden fazla çatışmanın parçası olma gibi bir durum hiç olmadı. Sahip olduğu askeri kapasite açısından teknik olarak kısa erimli başarılar elde ettiyse de, bunun uzun vadede getireceği daha fazla güvenlik, daha fazla refah yok. Dış politikada tekrar diplomasiye dönülmesi gerekmektedir.
Dördüncü olarak, Türkiye artık radikal İslamcıları kollayan ve kullanan bir ülke olmaktan çıkmalı, vekalet savaşı taktiklerini bırakmalıdır. Kaynaklarını, dış politika enerjisini sorun çözmek için kullanmayı denemelidir.
6’lı Masa’nın dış politika konusundaki yaklaşımlarını, bu genel krize ilişkin siyasetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Altılı Masa dış politika konusunu ucu açık bırakıyor. Bunun özellikle tercih edildiği anlaşılıyor. Bir nedeni altı partinin aynı noktada buluşmasının zorluğu olabilir. Bu zorluk yuvarlak cümleler, komşularla iyi ilişkiler gibi klişe ifadelerle aşılabilir. İkinci neden ise kendisini bağlamak istememesi. Esad yönetimi ile diplomatik ilişki dışında açıktan belirlenmiş bir tutum yok. Suriye’deki askeri varlığın, Libya’da Trablus hükümeti yanındaki angajmanın ne olacağına dair bir bağlayıcı açıklama yok. Büyük bir olasılıkla bunlara devam edilecek, o yüzden net bir açıklama yapılmıyor; böylece Erdoğan-milliyetçi-güvenlikçi ittifakının yanında bir görüntü verilmekten kaçınılmış olunuyor.
***
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan GÜLLÜ: Kadınlar seçimlerin malzemesi değil öznesi olmalı
Seçim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz, nasıl bir yol izlenmeli seçimlerde? Kadınlar başta olmak üzere toplumsal muhalefet seçimlere giderken nasıl bir yol izlenmeli?
6 lı Masa’nın farkındalıkları ile çalışmalarına devam etmesi ülkenin bekası için olumlu bir çabadır. Sadece 6 ‘lı Masa değil solda ittifakı da aynı önemle izlediğimiz ve süreçte daha büyük bir koalisyona gidebilmesi için zemin yokladığımızı söylemeliyim.
4+4+4 sistemi ile okuldan uzaklaştırılan kız ve oğlan çocukları, çocuk işçiliği, erken yaş evliliği, istihdamdan uzaklaştırılan kadınlarla kutsal aile yapısı söylemleri ile kadını ikincilleştirmek de bu siyasi stratejinin bir parçası.
İstanbul sözleşmesi imzalama sürecini ve kutlamada yapılan sevinç gösterilerini hatırlayalım. Sonra 2021 yılı 21 Mart günü Resmi Gazete’den imza çekme hukuksuzluğunu. Bu eylem de tam bu kutuplaşmanın bir yansıması. Hedefe ulaşmak adına her şey mubah.
İşte bu açıdan TBMM ziyaretlerini irdelemek lazım. HDP kendisine gelen ve kendisinden devşirilecek rantı düşünerek TBMM’de ziyareti kabul ederek, resmin büyük yansımasını vatandaşa göstermiştir.
Bu süreçlerin en mağduru olan kadınlar olarak korkmadan, çekinmeden birilerinin arkasına gizlenmeden konuştuk ve işte bu yüzden de güçlendik.
Bu seçimlerin malzemesi değil öznesi olmamız gerektiğini dilimiz döndüğünce anlatıyoruz
Bu sürecin başarı ile sonuçlanacağı bir çağdaş demokrasi örneğine tanıklık etmek için yan yana durmanın yararına inanıyoruz.
Kadın mücadelesi içinden gelen biri olarak son 20 yıla baktığımız zaman elimizdeki çağdaşlaşma fırsatını kaybetme adına iktidar tarafından nasıl bir çaba sarf edildiğini görüyoruz.
Eşitlik adına atılması gereken adımların şimdi tam zamanı.
Eril siyasetin iktidar hesaplarına kadınları da dahil etmesinin zamanı geldi.
Muhtemel bir iktidar değişikliğinde nasıl bir Türkiye bizi bekliyor, mevcut rejimin tahribatlarını ortadan kaldıracak bir geçiş programının temel noktaları ne olmalı?
Yeni bir anayasa kadınların katılımıyla yapılırken siyasi partiler yasası yeniden yapılandırılmalı. Kadın-çocuk ve ‘Sosyal Politikalar Bakanlığı’ kurulmalı.
Sahadaki her kurumun hak kayıplarının düzenlenmesi adına komisyonlar kurulup, h��zlıca kararlar alınmalı.
Bu ülke uzun yıllardır bir kadın politikasızlığı yaşıyor. Bu politikasızlığın yokluğunun beslediği eşitsizlik nedeniyle 2008 yılından bu yana kadın cinayetleri artarak devam ediyor. Koruma kararı var iken, boşanma aşamasında ve boşanma sonrası katlediliyor kadınlar.
Yine bu politikasızlığın bir sonucu olarak son yıllarda yoksulluk oranın artmasını konuşuyoruz.
Artan yoksulluğun toplumsal şiddeti beslemesi, kadınların istihdamda olmasını engelleyen mekanizmaların hayata geçirilmemesi gibi alt başlıkları giderme açısından acilen uygulanacak toplumsal cinsiyet temelli ulusal eylem planı hayata geçirilmelidir.
Ayrımcılık söylemlerinin ortadan kaldırılması ve şiddetin önlenmesi adına İstanbul Sözleşmesi için yeniden müracaat edilmeli müfredata acilen TCE dersi eklenmeli ve Uluslararası çalışma Örgütü (İLO) 190 sayılı İşyerinde Taciz Ve Şiddet Önleme Sözleşmesi’ni imzalamalıyız.
Ülkenin kurucu değerlerine sahip çıkılmalıyız.
Laiklik kadınların vazgeçilmezdir. Bir kez daha altı çizilerek değiştirilemez maddelerin önemi topluma anlatmaya devam etmeliyiz.
Yaz boz tahtasına dönen eğitim politikaları bir konsensusla belirlenmeli eğitime her bireyin ulaşması için kesintisiz eğitim sağlanmalıdır.
***
Prof. Dr. Metin ÖZUĞURLU: Muhalefet kurucu bir irade olarak örgütlenmeli
Bu seçim ülkenin geleceği açısından nasıl bir mahiyete sahip, muhalefet nasıl bir politika izlemeli?
Bu seçim, siyasi partilerin oy verme gününden 60 gün önce seçim çalışmalarına başlayacağı, sandıklar açılıp, oylar sayıldığında da sonlanacağı bir seçim olmayacak. Olmayacak dediklerim, seçimlerin yasal şekil şartı gereği kuşkusuz olacak. Lakin seçim işlemlerinin şekli anlamı ile ona yüklenen ve onun yüklendiği anlamlar arasında dağlar kadar fark var. Çözülmüş bir halk, parçalanmış bir politik toplum, kamu karakteri aşınmış bir idare ile Türkiye, üstelik de derin ve büyük bir küresel buhranın belirlenimi altında, yeniden kuruluş mücadelesi içindedir. Seçilecek Cumhurbaşkanı ve parlamento üyeleri, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen ve tel tel dökülen mevcut hükümet biçiminin ‘devam mı tamam mı’ seçimi olacaktır. Seçimin şekli anlamı, hükümet biçimi ve siyasi iktidar tercihi ile sınırlıdır; ama gerçekte seçim sandığı, ‘Hangi hakikat rejimi içinde (seküler ya da değil), hangi örgütleyici ilkeler temelinde yeniden bir halk oluşumu gerçekleşecek?’ sorularını da yüklenmiş durumdadır. Zira bu seçim, yeniden kuruluş mücadelesinin güçler dengesini tanzim edecek kritik bir momenti ifade edecektir; ama yeniden kuruluş süreci seçimlerle bitmeyecek, devam edecektir. Bu tahlil doğru ise muhalefetin kendisini kurucu bir irade olarak örgütlemesi gerekir; kurucu iradenin parti formu, 20. yüzyıldaki modern siyasi partileri değil, cephe tipi bir örgütlenmeyi daha fazla andırır. Muhalefet ise parti ve grupların aritmetik toplamını ifade eden ittifak yapıları oluşturmuş durumdadır. Henüz siyasi ihtiyacın niteliğine uygun bir örgütsel form yaratılmış değildir. Memleketin ihtiyacı sadece; kim ve hangi sistem ile yönetecek, olsaydı, aritmetik toplamı ifade eden ittifaklar yeterli olabilirdi, oysa memleket, kendisini politik toplum olarak örgütleyecek kurucu bir iradeyi çağırıyor. Üstelik halkımız da alert vaziyette, sokaklar siyaset yüklü; bireysel iradeleri kolektif güce dönüştürecek bir halk hareketi ile hem seçimler kazanılır, hem de demokratik ve sosyal bir cumhuriyetin kuruluşu için güçlü bir irade yaratılır.
Bu siyasi ve ekonomik krizden çıkış nasıl bir geçiş programı ekseninde gerçekleşebilir?
Önce şunu saptayalım: İnsanlığın kendi iradesi ile kendi yazgısını belirleyeceği önermesine yaslanan Aydınlanmacı uygarlık tehdit altındadır, işlevsizleşmektedir. Bu nedenle siyasi ve iktisadi krizin düğümlendiği yer, egemenlik problemidir. Son 40 yılın gelişmeleri gösteriyor ki, kapitalist toplumsal ilişkilerin yayılmacı genişleme eğiliminin siyasal plandaki tezahürleri, Aydınlanmacı uygarlığın altını oymuştur. Dünya çapında insanlık hem birey hem de ait olduğu topluluk itibarıyla kendi özgür iradesi ile kendi yazgısını belirleme kapasitesini yeniden kazanma kavgası vermektedir. Bizdeki kavga da bu kavgadır; Cumhur İttifakı, modern ulusu çözen küresel sermaye hareketlerinin siyasal sonucunu temsil etmektedir; oligarşik iktidarı yarı-monarşi ile sürdürme iradesine “millilik” payesi verenlerin şaşkınlığı hayret vericidir. Kendini “millet/ulus” adı verilen egemen varlık olarak, yani egemen bir politik toplum olarak örgütleme kapasitesi, bugün hizmet ve ürün üreten emekçilerin elindedir. Kapitalistler, kuruluşında ve gelişiminde yer aldıkları bu alanı 21. yüzyılda terk etmişlerdir. Fiyatların –ki buna işgücü fiyatı, yani ücret de dahil- uluslararası piyasa düzleminde belirlendiği bir dünyada, günlük yaşamı, piyasa gereklerinden yada sermaye tahakkümünden bağımsızlaştıramadan ne yoksulluğu yok edebilir, ne de egemen bir politik toplum inşa edebilirsiniz.
•Emekçileri, ücretli değil üreticiler olarak kavrayan,
•Çalışmayı, sadece ücret gelir temini değil, insanın kendi potansiyelini gerçekleştirerek geliştirdiği bir pratik olarak gören,
•Eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, gıda gibi alanlara insanca yaşam standartlarında erişimi piyasadan bağımsızlaştıran, meta-dışılaştıran bir ülke için yapılacak çağrı; ‘Egemenlik ve iktidar halka, olmalıdır.’
***
Prof. Dr. Oğuz OYAN: Kalıcı bir dönüşüm ittifakın doğasına aykırı
Seçimde sosyalistler nasıl bir yol izlemeli?
Cumhurbaşkanı seçimlerine iki bellibaşlı adayla gidilir ve 6’lı Masa’nın adayı tepki çeken bir isim olmazsa, sosyalistlerin ayrı aday çıkarmalarının doğru olmayacağını düşünüyorum. HDP merkezli Emek ve Özgürlük İttifakı’nın da esasen bu yönde tutum alacağı az-çok belli olmuştur.
Seçimlere katılma hakkını elde etmiş olan sosyalist partilerin milletvekili genel seçimlerine bağımsız olarak katılmaları ise, mevcut sisteme radikal bir karşı duruşu göstermek bakımından siyaseten anlamlı olabilir.
6’lı Masa’nın politikaları ve siyasetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Altılı Masa sistem-içi partilerden oluşmaktadır; bu nedenle de siyasi ufukları sistemin sınırlarını aşmamaktadır. İsabetli bir politik hedef olmakla birlikte, başkancı rejimden vazgeçmek de aynı kapsamdadır. Ekonomik politikalarının da standart bir anti-enflasyonist programın esnetilmiş biçiminin dışına çıkması beklenmemelidir (AKP iktidarda kalabilirse seçim sonrası politikası da kaçınılmaz olarak bu yöne kayacaktır).
AKP döneminde sert bir biçimde sermaye lehine bükülen bölüşüm ilişkilerinin bugünkü düzen muhalefetince düzeltilmesi zordur. Zira sermayeden bağımsız bir ittifak türü olmadığı ve kendi içinde görüş ayrılıkları yaşadığı için, simgesel hamleler dışında haksız zenginleşmelerden hesap sorabilmesi, kamucu anlayışlara anlamlı geçişler yapabilmesi, sistemin sömürüye dayalı temellerini sorgulayabilmesi, sonuçta bölüşüm ilişkilerini kalıcı biçimde emekçi sınıflar lehine bükebilmesi ittifakın doğasına aykırı olacaktır. Laiklik konusunda AKP tahribatının yıkılmasının beklenemeyeceği zaten şimdiye kadarki tutum beyanlarıyla bellidir. Ancak, bugünkü otokratik yönelişi daha demokratik bir siyasi iklimle ikame edebilme potansiyeli de önemsiz sayılamaz.
Bu siyasi ve ekonomik krizden çıkış nasıl bir geçiş programı ekseninde gerçekleşebilir?
Siyasi ve ekonomik krizden çıkış için toplumun genel olarak sola kayması, özel olarak da sosyalist solun güçlenmesi gibi birbirinden bağımsız olmayan iki gelişmenin yaşanması gerekir. Bu gelişmelerin kendiliğinden ortaya çıkması beklenemeyeceğine göre, sol tarafından 1960’lar ve 70’lerdeki gibi kitlelerle buluşan programların ve eylemlerin ortaya konulması, sendikaların sağcılaşma ekseninden çıkarılması, CHP’nin en azından kendi kuruluş ilkelerinden geriye düşmemesinin sağlanması gerekecektir.