Türkiye her yönüyle önemli bir seçime gidiyor. Bir seçimle, hele böyle ne kadar demokratik olduğu tartışmalı seçimle ülkenin kaderinin belirlenmesi ne kadar sağlıklıdır? Siyasal iktidarın medyadan seçim organlarına, tarafsızlığını kaybetmiş yöneticilere, bürokrasiye kadar hakimiyetini derinleştirip şekillendirdiği ülke ortamında seçimlere gittiğimizi düşünürsek ne demek istediğim anlaşılacaktır. Seçime giren tarafların maddi olanaklarına gelince, bir tarafın aldığı çok yüksek devlet yardımları, sermaye çevreleri ile yakın ilişkisi ve tüm devlet olanaklarını elinde tutması seçimdeki adaletsizliğin açık göstergesi.

Tüm bu eşitsizliklere rağmen halkın yıllardır sürdürdüğü adil, demokratik, laik, emeğin değerinin bilindiği, özgür bir ülke mücadelesi tüm diriliği ile sürüyor ve bu seçimde belirleyici olacak. Daha yaşanabilir ülke talebi yükseliyor ve her alandan somut biçimde dile getiriliyor.

Sağlık alanında da yurttaşların, hekimlerin, tüm çalışanların yaşadığı önemli sorunlar ve beklentiler var. Haklı olarak değişim ve çözüm umudu dillendiriliyor. Bir yandan da seçime iki aydan az zaman kalmışken siyasal iktidarın sağlıkta önemli kararları alma eğilimi dikkat çekiyor. Dün TBMM’de pek çok değişiklik öngören yasa komisyonda görüşülmeye başlandı. Sağlık Bakanı 28 Nisan’da, yani seçimden 2 hafta önce “Dışkapı, Sami Ulus hastanelerini yıkıp yerine, Ankara Onkoloji Hastanesi’nin ise yanına yapacağız” dediği hastanelerin ihalelerini duyurdu. Tüm bunların bilimsel gerekçelerini, raporlarını sorduğumuz halde öğrenemiyoruz. Öte yandan bunların yeni seçilecek iktidar tarafından, uzmanların, halkın, meslek kuruluşu ve çalışanların temsilcilerinin görüşü alınarak planlanması ve yapılması gerektiği çok açık.

UZMAN KURULUŞLARIN ÇABALARI

Türk Toraks Derneği bu hafta seçime girecek siyasal partilere uzmanlık alanlarına ve genel olarak sağlığa dair tespit ve önerilerini yazılı olarak gönderdi. Çok önemli noktalar var. Siyasal partilerin bunları dikkatle değerlendirip programlarına alması gerekiyor. Temel bir tespit özellikle vurgulanıyor, sağlık sistemimiz tedaviye endeksli, hizmet sunumu niceliğe dayanıyor, sağlığın sosyal bileşenleri göz ardı ediliyor. Oysa sağlık dediğimizin temelinde hastalanmamak olmalı, insanları ve doğayı “iyilik halinde” tutmak öncelenmeli. Koruyucu sağlık hizmetlerinin önemi, hastalandığımızda ise basamaklandırılmış sağlık sisteminin gerekliliği vurgulanıyor. Sağlık hizmetlerini bozan temel faktörlerden birine, performans-teşvik sistemine değiniliyor ve niceliğe değil niteliğe bakılması gerektiği anlatılıyor. Hastaya yeterli zaman ayrılamaması çok büyük problemdir, özellikle vurgulanmış durumda.

Covid-19 pandemisi, sorun olmaya devam eden tüberküloz, tütün kontrolünde geriye düşmemiz, hava kirliliğine bağlı ölümleri azaltmada Avrupa’daki en başarısız ülkelerden biri olmamız, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularındaki başarısızlığımız ve çözüm önerileri titizlikle özetlenmiş. Göğüs hastalıkları uzmanı hekimler dahil hekimlerin çalışma koşullarına ve taleplerine dair, ücretlendirmeden geçici görevlendirme zulmüne, çalışma saatlerinden odaların havalandırmasına ve büyüklüğüne kadar çok önemli vurgular var.

Türk Toraks Derneği’nin bu çalışması ve girişimi çok değerli. Diğer uzmanlık derneklerinin yanında sağlık alanındaki meslek örgütleri ve sendikaların da sorun başlıklarını ve çözüm önerilerini benzer biçimde maddeler halinde siyasi partiler ve kamuoyuyla paylaşmaları yol gösterici olacak.

SAĞLIĞA ÖNEM VERİYOR MUYUZ?

Bunun pek çok göstergesi var, en önemlilerinden biri kamu kaynaklarının ne kadarını sağlığa ayırdığınızdır. Önceki hafta 2021 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri yıllığı, iki yıldır olduğu gibi gecikmeli olarak yayımlandı. 2020 ve 2021 yılları pandeminin en yoğun olduğu dönem olduğu için farklı özellikler de taşıyor. İnsanların salgın hastalıktan öldüğü, tüm yaşamın etkilendiği böylesi dönemlerde sağlığa ayrılan paranın artmasını beklersiniz değil mi? Cari sağlık harcamalarının Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) içindeki payına baktığımızda hem 2020 hem de 2021 yıllarında yüzde 4,6 ile OECD ülkeleri içinde sonunculuğu koruduğumuz görülüyor. OECD ortalaması yüzde 9,7 ve Avrupa Birliği ortalaması yüzde 9,1 dersem uçurumu görürsünüz.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002’de cari sağlık harcamalarının GSYH içindeki payı yüzde 5,1 idi. 2009 yılına giderken yüzde 5,9’a kadar çıkan bu oranın sonra düşme eğilimine girdiği, bugün diplerde kaldığı, salgında insanlar ölürken bile artış yapılmadığı görülüyor. Bu paranın doğru harcanmaması ve piyasacı mantığa teslim edilmesi ise diğer önemli konudur.

Bu sadece bir örnektir. Pek çok veri Türkiye’nin sağlığa, sağlıklı kalmaya önem veren bir ülke olmadığını gösteriyor. Yapılması gereken çok şey var. Yüzü gerçekten halka dönük bir iktidarı kurmak için seçimler önemli mücadele alanı ve fırsat olacak.