Jürilerin işi zor. Ön jürilerin daha da zor… Festivallerin kimliğini ödüller ve bu ödülleri belirleyen seçici kurullar oluşturuyorsa, en zor işlerden biri seçicileri seçmek olmuyor mu?

Seçmek mi zor, seçilmek mi?

Adana’da jürinin kararları tartışıladursun, bugünkü yazımda festivalin bana göre en önemli filmlerine değinmek istiyorum, geçen yazımda söz verdiğim üzere. Ama önce, festivalin ihmal edilen yan etkinliklerinden söz edeceğim. Bu etkinlikleri ihmal edenler arasında birinciliği medya alıyor. Çünkü yarışma filmleri üzerinde yoğunlaşan medya mensupları, yan etkinliklere hak ettiği ilgiyi göstermediler. Biraz da bu nedenle olsa gerek, izleyicinin ilgisi de çok zayıf kaldı. Büyükşehir Belediyesi’nin tanıtım çabasının da yeterli olmadığını vurgulamam gerek. Festivale ayrılan billboardlarda bırakın yan etkinlikleri, yarışma filmleri bile yer almıyordu, Ceylan Ertem’in verdiği ‘Festival Konseri’nin tanıtımı yapılıyordu. Sonuç olarak, halkımız festivali konserle o denli bütünleştiriyor ki, Ceylan Ertem’i dinleyenler, sinema salonlarına gelme zahmetine katlanmıyor.


Başkan Zeydan Karalar’ın tüm iyi niyetli yaklaşımına karşın, Adana Büyükşehir Belediyesi bazı alışkanlıklarından kurtulamıyor. Açılış ve Onur Ödülleri törenlerinin temel işlevi Adana eşrafını memnun etmek olmamalı. Bu yemekli ve konserli (açılışta Birsen Tezer, Onur Ödülleri gecesinde Ferhat Livaneli Orkestrası) törenler, festivale bir değer katmadığı gibi, bütçeye de ağır bir yük getiriyor. Üstelik, konser veren sanatçıları kimse dinlemediği için onlara da saygıda kusur ediliyor. Ödüllerin açıklandığı Kapanış Töreninde bu hataların tekrarlanmadığını belirtmeliyim. Jüri üyesi Feridun Düzağaç’ın tören boyunca iki kez sahneye çıkarak birer parça söylemesi yeterliydi, etkiliydi.

Törenden söz açmışken, Habertürk’ün Ödül Töreni yayınından bahsetmesem olmaz. İzleyenlerden aldığım bilgilere göre; töreni canlı vermek yerine, birkaç söyleşi ve birkaç görüntü vermekle yetinmişler. Eh, haksız da sayılmazlar. Ya, töreni canlı yayınlasalardı; Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu seçilen Eren Çiğdem’in ödülünü “Suruç’ta katledilen canlara”, İzleyici Ödülünü kazanan “Sen Ben Lenin”in yönetmeni Tufan Taştan’ın ise “Cumartesi annelerine” ithaf etmesini nasıl izah edeceklerdi?

SİNEMA MİRASI

Bu kadar eleştiriden sonra, biraz da festivalin olumlu yönlerinden söz etmek isterim. Öncelikle, kentin tüm ilçelerine yayılan film gösterimlerini çok olumlu bulduğumu belirtmeliyim. 100’e yakın mekânda film gösterdiklerini söyledi Başkan Karalar. Bunun başka kentlere de örnek olmasını, açık hava sinemaları geleneğinin canlandırılmasını dileyelim. Çukurova Üniversitesi’nden öğretim üyeleri, kentin sinema mirasını derlemek amacıyla yaptıkları bir çalışmayı sundular festival kapsamında. Ne yazık ki çok az kişinin izlediği “Adana Sinema Mirası ve Sinema Sektörü” başlıklı çalıştayda Adana’da kapalı ve açık sinemaların 120 yıllık tarihi, sinema salonlarının haritalanması ve şimdiki durumları ele alındı. Belçika’nın Antwerp ve Gent Üniversiteleri işbirliği ile Uçan Balon Çocuk ve Gençlik Derneği tarafından yürütülen proje AB Hibe programı çerçevesinde gerçekleştirilmiş (İlgilenenler www.heritage.org adresinden daha fazla bilgi edinebilir).

Mehmet Emin Arıcı küratörlüğünde hazırlanan “Adana Sinema Mirası” sergisi ve dört sanatçının hazırladığı “Dünden Bugüne Adana Sinemaları ve Adana’da Sinemaya Gitmek” başlıklı sergi, bu mirastan geriye kalanlara odaklanmıştı. Adana’nın soyut kültürel mirası içinde sanatçıların önemli bir yeri vardır. Festival, Emek ödüllerini ‘Orhan Kemal Emek Ödülleri’ olarak adlandırarak, “Sinemada Yaşar Kemal”, “Adanın Müzik Kültürleri Hazinesi Hasan Saltık” panellerini, Fatoş Güney’in “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun” kitabının imza gününü, “Adana’nın Sinema Tarihine ‘Umut’la Bakmak” ve ertesi gün “Adana’nın Sinema Tarihine ‘Endişe’ ile Bakmak” adlı sinema turlarını düzenleyerek bu mirasa sahip çıkma yönünde ciddi bir çaba gösteriyordu. Keşke, Büyükşehir bu etkinliklerin kent halkıyla buluşması adına biraz daha fazla çaba gösterseydi. Etkinlikler, bunlarla da sınırlı değildi. “Çukurova’dan Beyazperdeye film Afişleri” sergisi, Işıl Özgentürk’ün Kısa Film Atölyesi festival boyunca sürdü. “Sinemada - Ekranda Kadına Fiziksel ve Psikolojik Yaptırımlar”, “Dijital Platformlar ve Sinema” başlıklı paneller, “Sinemanın Kent için Önemi” konulu Altın Koza Kent Forumu kâğıt üzerinde göz dolduruyordu. Yöneticilerin, bu etkinliklere katılımın yeterli olmamasını gerekçe göstererek bu türden etkinliklerden vazgeçmemelerini dilerim. Yeter ki planlama (zamanlama ve konumlandırma) doğru yapılsın, etkinlikler ulaşılabilir olsun. Aynı şey, Kısa Film ve Öğrenci Filmleri Yarışmaları için de geçerli. Daha iyi bir programlama ile daha çok film izleyerek ayrılabilirdik Adana’dan.

ÖDÜLLERE DAİR

Sevdiğim, görülerine güvendiğim sinemacılardan oluşuyordu bu yılın jürisi: Tilbe Saran, Kıvanç Sezer, Güven Kıraç, Seray Şahiner, Meryem Yavuz, Feridun Düzağaç, Şenay Aydemir. Ama bazı konularda farklı düşündüğümüzü gördüm, şaşırmadım desem yalan olur. Jüri üyelerinin En İyi film Ödülü’nü verdikleri “Yaramaz Çocuklar”ı bir ‘özgürlük çığlığı’ olarak değerlendirdiklerine ve sempatiyle yaklaştıklarına kuşku yok. Kendi payıma yönetmenin üstten bakan, teşhirci yaklaşımına sıcak bakmıyorum. Üstelik, bu genç yönetmenin sırtına ağır bir yük yüklediler. Tıpkı, Zeki Demirkubuz’un başkanlık ettiği jürinin “Bozkır”ın yönetmenine yaptığı tarzda bir iyilik… Eh, seçilmenin de bir bedeli olacak tabi.

En İyi Yönetmen Ödülünün “Bir Nefes Daha”nın genç yönetmeni Nisan Dağ’a gitmesine bir itirazım yok. Ama, yönetmenin yaklaşımını samimi bulsam da, En İyi Senaryo ödülünü hak edecek olgunlukta bir iş çıkarmadığını düşünüyorum. “Bir Nefes Daha”nın genç oyuncularından üçüne, Eren Çiğdem’e Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Oktay Çubuk’a Umut Veren Genç Erkek Oyuncu Ödülü ve Hayal Köseoğlu’na Türkan Şoray Umut Veren Genç Kadın Oyuncu ödülü verilmesi bana göre de doğru kararlardı.

En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün “Koridor” filminin oyuncuları Ayşe Demirel ve Emel Göksu arasında paylaştırılması da jürinin onayladığım bir diğer kararı. “Cemil Şov”la En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanan Ozan Çelik’in oyun stilinde tutarsızlıklar olduğu kanısındayım. Yönetmenin yaklaşımına ilişkin de benzer bir kaygı taşıdığım için sorumluluğu oyuncudan çok yönetmende arıyorum. Bu filmle En İyi Müzik Ödülünü kazanan Taner Yücel’in çalışması etkileyiciydi. Ama, bana kalsa “Sen Ben Lenin”in müziklerinin bestecisi Barış Diri’ye verirdim bu ödülü.

Kanımca festivalin en iyi filmlerinden biri olan, Tufan Taştan’ın “Sen Ben Lenin”ine jüriden tek bir ödül çıkmaması düşündürücüydü. Festivalde kazandığı ‘İzleyici Ödülü, “Sen Ben Lenin”in ‘izleyici dostu’ bir film olduğunu kanıtlıyor. Ben bu özelliğin bir film için ‘dezavantaj’ olduğunu düşünmüyorum. Kanımca, senaryosu sona doğru bir parça tökezlese de, tüm ögeleri ile bir bütün olmayı başaran, sözünü sloganlara yaslanmadan incelikle söyleyen bir film. Tıpkı, yarışmada beğendiğim bir diğer yapım, Mehmet Ali Konar’ın “Zin ve Ali’nin Hikâyesi” gibi. Film, Fırat Sayıcı, Rıza Oylum ile birlikte yer aldığım SİYAD Jürisi tarafından “yalın ve duyarlı anlatımı nedeniyle” SİYAD Cüneyt Cebenoyan En İyi Film Ödülü verildi. Ana Jüri de beğenmiş olmalı ki, festivalin ikincilik ödülü sayılan Yılmaz Güney ödülünü verdiler. İyi de yaptılar.

Jüri Başkanı Tilbe Saran, törende yarışma yönetmeliğinde olmayan bir ödül icat ettiklerini ve ‘Kadir Beycioğlu Jüri Ödülü’ adını verdikleri bu ödülü “Dermansız” filmine verdiklerini açıkladı. İşte, jürinin alkışladığım bir kararı daha. Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu’nun, “Gözümün Nuru”nda olduğu gibi ortaklaşa yönettikleri bu son derece kişisel yapım, insanlığın evrimi ve dünyanın bugünü üstüne felsefi ve politik bir söylem oluşturuyor, gerçek bir insan öyküsünden yola çıkarak. 47 yılını hastane odasında geçiren, sevgi göremediği dış dünyada yaşamak yerine bu hastaneye sığınan bu insanı yargılamadan, anlamaya ve anlatmaya koyuluyor iki yönetmen. Dünyanın tüm kötülüklerine kapılarını kapatmış bir dünyası var kahramanımız Abdullah Kozan’ın. Belki dünyanın kurtuluşu onun bakışında gizli. Kurtuluş- Saraçoğlu ikilisinin bu özgün çalışması, sinemamızda çok az örneği olan Brecht’yen bir anlatı.

Düşünmeye, tartışmaya çağırıyor izleyicisini. İki yönetmen bu arada bir de kurmaca film bitirmişler. Onu da haftaya Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Yarışmasında izleyeceğiz.