Ankara Metrosu ve EGO otobüsleri “Seçmesi bir dakika, faydası iki dünya, Dersimi seçiyorum, Dinimi öğreniyorum” afişleriyle donatıldı.

Neoliberal zamanın bu derin fısıltısı, özü faydacı, klişe PR’cı din dersi teşvik afişi, Yeni Rejimin ‘Sünni ulus’ yaratma seferberliği dahilindeydi.

Böylesi bayat marketing sloganla ‘uhrevi ve aşkın olana’ çağırma çabası ‘emek-dere-dağ’ tüm canlı sistemi küresel sermaye düzenine gözünü karartmış katan, İslamcı ideolojinin ‘bin yıllık’ tarihini aşma iddiası kadardı.
Ama tabii ki ‘seçmesi bir tık, banka kredili, cennet bahçeli, kıblesi yerinde rezidansa’ adım bile atamayacak, olursa özel güvenlikçi kadrosunda ‘kiralık işçi’ olarak çalışacak büyük nüfusun çocuklarının zihninde oluşabilecek ‘fani dünyaya’ dair eşitsizlik ve çelişkiler Milli Eğitim ideolojik aygıtı tarafından “burada size kısmet olmadı ama orada nasip” telkiniyle yatıştırılmalı.
Veya Güneydoğu’da öğretmenleri gönderilmiş okulların sınıf tahtalarına ‘Eğitim sırası bizde’ diye yazıp silahla poz veren özel harekâtçı ‘imgesi’ vasıtasıyla İslamcı Yeni Rejim’in diğer şiddet tedrisatıyla birlikte işletilmeliydi.
Sağlık Bakanı kendini nasıl gururla Savaş Bakanı olarak tanımlıyorsa Milli Eğitim Bakanlığı’nın adının da Dini Eğitim Bakanlığı’na çevrilmesi, hukuk devletinden vazgeçerek, şer’i karakteri ortaya çıkan Yeni rejim için tutarlı bir adım olurdu.
‘Tek vatan, tek millet, tek mezhep’ dolayısıyla ‘tek liderli’ rejim, slogan ulusal laiklikçi veya liberal laiklik algısının çok ötesinde 60 aylık çocuklara okul öncesi eğitim yerine Kur’an kursu uygulamasını hayata geçiriyordu.
Dini eğitim veren kreşler ülke çapında ideolojik network gibi yayılıyor ve 4-5 yaşında başı örtülmüş, gelinlik giydirilmiş küçük kızlar ve fesli oğlan çocukları ‘milli istikbal ve Müslüman Türk Devleti’ için Sübyan mekteplerinde hazırlanıyordu.
Ve eve değil ‘ölüp cennete gitmek için’ ağlayan küçük kızların eli erkek eline değse dehşete düşürüyorlardı.
Şüphesiz ki laik eğitimi şimdilik ‘eğitimin piyasalaşma sürecinde’ özel okullarda paralı satılan ‘mal’a’ dönüştüren, 200 bine yakın öğrenci için özel okullara 500 milyon küsur ‘teşvik ödemesi’ yapan Milli Eğitim Bakanlığı’nın devlet okullarındaki yoğun İslamizasyon seferberliğinin hedefinde rejimle bütünleşecek ‘yeni ulus’ olduğu epeydir biliniyordu.

Çünkü bu dini Müslüman, insan dahil tüm varlığı küresel piyasalara zimmetli coğrafyada ‘başka bir dünyayı aramak ve kurmak’ cüreti ve failliği erken yaşta engellenmeliydi.

Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı’nın çeşitli Sünni Cemaat ve vakıflarla yüklü ‘kamu kaynak’ aktarımı yapılarak sürdürülen ‘hizmet alımı’, devlet okullarında din derslerine katılım için velilere dayatma ve kamu kuruluşları ile abartılı teşvik kampanyaları, laiklik ile eğitim arasındaki tartışılmaz ilişkiyi sorgulatmaya yetmiyordu.
Bir zamanların ‘laikçilik amigosu’, rejim alt yüklenicisi Baykal ‘Sünni Halep şehri’ mezhepçi vurgusu ile güya kastettiği ‘Suriye’deki milli menfaatleri’ değil de tam da laiklik kavramını geçmişin bu riyakâr, şekilci ve kötü kullanımından baştan aşağıya arındırılmasını hatırlatmıştı.

Artık neoliberal eğitim sektörüne müşteri olan tüketici sınıf ile devlet okullarında yoğun ‘Sünni eğitime’ maruz kalan yoksul kesimin çocukları arasındaki giderilemez devasa eşitsizlik, Yeni Türkiye’nin ‘iki dünyalı’ piyasa İslamcı toplum zeminini oluşturuyordu.
Çok açıktı ki, kamusal eğitimin piyasalaşması ile Milli Eğitimin 4+4+4’le birlikte hızla İslamizasyonunu sağlayan neoliberal rasyo ‘yerli-milli’ rejimin altyapısını hazırlamıştı.

Ve laik eğitimin ‘AVM’leşmesi’ ile kamusal eğitimin ‘dinselleşmesi’ arasındaki piyasacı- ideolojik bağı yok sayarak ‘laiklik’ savunusu yapmak mümkün değildi.