Peker vakası, devlet-millet mitinin var ettiği, ölünce bir yaratığa dönüşen Ahlat’ın Hayaleti’nin baş kahramanı Meliko’yu andırıyor. Gerek romanda gerekse Peker’in videolarında refleksini kaybeden devlet aklının çözülüşünü görüyoruz.

Sedat Peker Ahlat’ın Hayaleti mi?

MEHMET EMİN KURNAZ

Suç örgütü elebaşısı Sedat Peker; belki kendisine biçilen misyon bittiği belki de Saray’ın yeni nizamında yer bulamadığı için peş peşe yayımladığı videolarla kavganın fitilini ateşledi. Devlet, mafya, siyaset ve medyaya uzanan kirli ilişkiler ağı bir kez daha ifşa oldu. Aslında pek çoğunu önceden bildiğimiz, defalarca anlattığımız gerçekleri, bizzat devlet içinde yetişmiş, hemen her dönemin karanlık işlerini yürütmüş, işi bitince de bir yana atılmak istenen bir suç ortağının ağzından duymak infial yarattı. “Bir kamera bir tripota yenileceksiniz” dese de Peker’in yalnız olmadığı, iktidarın savaş arenasında bir başka operasyonun parçası olabileceğini düşünmek zor değil. Ancak bu yazının konusu Peker’in kime ya da neye hizmet ettiği de değil.

Devlet kendi eliyle bir hayalet yaratır da ardından onu ortadan kaldırmak için İçişleri Bakanı önderliğinde ordularını ve tüm polis teşkilatını görevlendirirse ne olur? Sorusunu ilk olarak Şahin Sınır’ın 2019 yılı sonunda yazdığı Ahlat’ın Hayaleti adlı romanı BirGün Kitap eki için kaleme aldığımda sormuştum.* İşte bu yazının konusu söz konusu romanın kurgusal olarak bugünkü Peker vakasına olan enteresan benzerliği.

Yazar, ilk paragrafta bedeni, ikinci paragrafta ise ruhu betimlenen romanın başkarakteri Meliko için şöyle diyor:

“İnsanlığa sunduğumuz insan malzemesi bu: Meliko! Bizden çıksa çıksa ancak bu çıkıyor! Neden biliyor musunuz? Çünkü biz çok fazla devletiz. Yüzümüzü nereye çevirsek devleti görüyor, kulağımızı nereye dayasak devleti duyuyoruz. Devletin birebir somut kurumsal varoluşunun olmadığı bir yer bulsak, orada da devletin hayaletiyle karşılaşıyoruz. Kendimizle hiçbir surette baş başa kalamıyoruz ve bu yüzden de insanlaşamıyoruz. Kısılıp kaldık. Midemiz tıka basa devlet dolu.

Meliko’nun bedenini bulup inceleme yapabilseydik, DNA’sının yarısının devlete yarısının da millete ait olduğunu görürdük. Bir canavar yarattılar. Şimdi de onu nasıl yok edeceklerini bilemiyorlar. Meliko benim ürünüm değil. Onu ben yapmadım. Devlet ve millet yaptı. Daha doğrusu, yapmaya çalıştılar. Olmadı. Başaramadılar. (...) Fakat şimdi bir gulyabani olarak geri döndü ve onu bu hale getirenlerden öcünü alıncaya kadar da durmayacak.” **

REÇEL VE TRİPOD

Romanda elindeki reçel kavanozuyla insanların beyinlerini parçalayan Meliko gibi Sedat Peker de elindeki tripod ve kamerayla insanların beyinlerinin içine girmeye çalışıyor. Meliko ve Peker’in, birinin öldükten diğerinin de sistem dışına itildikten (bu da aslında kendisi için bir çeşit ölüm demek) sonraki kurgusal benzerlikleri bir yana, romanda Peker ve Soylu arasındaki çatışmayla birebir örtüşen başka benzerlikler de var.

Romanın bir diğer önemli karakteri olan İçişleri Bakanı, zamanla hayalete dönüşen ve ülke çapına yayılan kaosun nedeni Meliko vakasını, başkanlığa yükselmek için büyük bir fırsat görüyor ve yollara düşüyor. Tıpkı Peker’in Soylu’ya “Fındık kadar beyninle cumhurbaşkanı olmaya çalıştın” demesi gibi romanın bakanı da aynı hayallerle Meliko’yu yok etmek için kendini olayın baş aktörü yapıyor. Üstelik hiç kimse ondan böyle bir şey beklemiyorken…

İşin daha çarpıcı boyutu, kitaptaki İçişleri Bakanı’nın karakter ve söylemleriyle Soylu’ya olan müthiş benzerliği... Zaten kitabın en can alıcı bölümleri de İçişleri Bakanı hikâyeye girdiği andan itibaren başlıyor. Bakan’la Meliko karşılaşınca aralarında şiddetli bir var olma savaşı yaşanıyor. Bakan’ın her krizden yeni bir kriz doğuran maharetiyle, her olayı iç mihraklara ve dış güçlere bağlayan nutuklarıyla, devlet aklının refleksif tutum sergilemesi gereken zamanlarda nasıl bocaladığını romanda hayretle okuyoruz. Tıpkı Peker videolarına karşı gösterilen tepkilerdeki bocalamalar gibi…

DEVLET REFLEKSİ

Soylu’nun Habertürk’teki programda söylediklerinden nasıl bir şey anlaşılmadıysa, kitap boyunca Bakan’ın konuşmalarından da hiçbir şey anlamıyoruz. Romanda da Peker vakasında da görüyoruz ki devlet beklenilmeyen bir olay yaşandığında ne yapacağını bilemiyor. Peker’in eski başbakan Binali Yıldırım’ın oğluyla ilgili ortaya attığı uyuşturucu ticareti iddiasına Binali Yıldırım’ın “Oğlum Venezuela’ya maske ve test kiti götürdü” şeklinde cevap vermesi bu absürt tutumun bir yansıması oldu. Oğlunun Venezuela’ya bunlardan hiçbirini götürmediğinin kayıtlarca tespit edilmesi ise ilk kez kendini savunmak zorunda hisseden AKP siyasetçilerinin içine düştüğü müşkül durumu tek örnekle bile anlatmaya yetiyor. Zaten son iki buçuk üç ayda yaşananlar bu refleksif tutum bir yana, içerideki kavganın her alana yayıldığı, rasyonel devlet aklının bütünüyle yitirildiğini gösteriyor.

Kitap iki bölümden oluşuyor. Meliko Nasıl Öldü? ve Meliko Nasıl Öldürülür?” Peker’in videolardan birinde söylediği “Beni öldürmek için Sırp, Rus tetikçilerle görüşüyorlar” cümlesi, Peker ve iktidar arasında yaşananların “Sedat Peker Nasıl Öldürülür?” adıyla anılabilecek olması. Kitabın bu bölümünde Meliko’ya karşı düzenlenen operasyonun Bakan eliyle nasıl mahvedildiğini, Meliko’nun sandıklarından daha kurnaz olduğunu, onları kendi tuzağına nasıl çektiğini okuyoruz. Yine tıpkı Peker’in yanındaymış gibi görünüp ardından iktidarla hareket edenleri bir bir ifşa edip “adadan ayrılmalarını” sağlaması gibi…

Peker ve Soylu’nun akıbeti de kitaptaki İçişleri Bakanı ile Meliko’nun sonuna benzer mi? Merak konusu. Bütün ülke ekran karşısına geçmiş, hikâyenin sonunu bekliyor. Soylular, Pekerler, Melikolar bu topraklarda ilk değil, son olacak gibi de görünmüyor. Akademisyenlerin kanlarıyla duş alacağını söyleyen Peker’in günah çıkardığına inanmak ne kadar abesle iştigal ise pisliği her yana yayılmış bu düzenin topyekûn bir değiştirme iradesi ortaya konmadan temizleneceğini düşünmek de o kadar absürt kalıyor.

*Mehmet Emin Kurnaz, BirGün Kitap, Devlet-cemaat-birey ekseninde bir ‘kötülük’ sözleşmesi, 2020

**Şahin Sınır, Ahlat’ın Hayaleti, Phoenix Yayınları, 2019, s.101