İlk Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele (JİTEM) davası, milyonda bir karşımıza gelecek trafik kazasının ürünüdür. Parçalanmış bir arabadan ölü çıkan meşhur Abdullah Çatlı ve yaralı kurtulan aşiret reisi, DYP milletvekili Sedat Bucak’ın sebep olduğu tartışmalar, yürüyüşler, gece yarısı ışık söndürme eylemleri, TBMM’de Susurluk Araştırma Komisyonu’nun kurulması ve bu komisyonun hazırladığı rapordan sonra Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’nın (DGM) harekete geçmesiyle ilk iddianame de hazırlanmıştır. Bu ilk davanın zanlıları ağırlıkla PKK itirafçılarıdır. JİTEM çünkü, “elini kirletmez, maşa kullanır.”

Bu ilk itirafçı davaları zamanla genişlemiş, doğudaki cinayetlerde adını epeydir duyurmuş Yeşil kod Mahmut Yıldırım ve diğerleri davalara eklenmiştir. Bu davaların konusu “faili meçhul cinayetler”dir. Musa Anter’in öldürülmesi ve Özgür Ülke’nin bombalanması davaları, yine ve ağırlıkla PKK itirafçılarının itiraflarıyla açılabilmiştir.


2010’lara kadar sürecek bu dönemin JİTEM davaları Diyarbakır merkezlidir. “Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” şeklindeki ceza kanunu maddesine dayalı bu iddianamelerde zanlılara 1-3 yıl arası hafif hapis cezaları istenmektedir. İddianamelere göre, “itirafçı ve alt düzey jandarma görevlilerinden oluşan bazı kişiler, devlet düşmanı olarak belledikleri kişileri öldürmek için kendi kendilerine harekete geçmiş ve cinayetler işlemişlerdir.” JİTEM adlı oluşum, “devletin verdiği bir kararın ürünü değil, bireysel ve fevri bir örgüttür.”

Bu davaların sulandırılması da aslında o tarihte başlamıştır. 1999’da açılan davalar, uzun yıllar yargılanacağı mahkemenin tespitini beklemiştir. Dosya, “cinayetler askeri mıntıkada işlendiği için” önce DGM’den Askeri Mahkeme’ye, oradan tekrar DGM’ye, sonra Özel Yetkili Mahkeme’ye (ÖYM), O da bu davalara bakmak istemediği için Yargıtay’a gitmiştir. Yargıtay’ın Diyarbakır ÖYM’ye gönderdiği davanın ilk duruşma günü 3 Kasım 2009’dur ve aradan tam 10 yıl geçmiştir. 3 Kasım, Susurluk’un yıldönümüdür.

Merkezi Diyarbakır olan JİTEM davaları 2012-2013’te Dargeçit, Kızıltepe, Cizre, Muş, Lice Kulp davalarıyla genişlemiş, Ankara’da bir “Ana Dava”ya da dönüşmüştür. Ve sanıklar listesine ilk defa jandarma komutanı Cemal Temizöz ve Bolu Komando Tugay Komutanı Yavuz Ertürk ve korucubaşı Kamil Atak eklenmiştir. Dargeçit, Kulp ve başka yerlerde kazılar yapılmış, asit kuyuları açılmış ve insan kemiklerine rastlanmıştır.

2013, aynı zamanda iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) “Açılım Süreci”ni başlattığı tarihtir. JİTEM davalarının genişlemesi, vaka ve sanık sayısının artmasıyla, Kürt yurttaşlara “geçmişle hesaplaşıyoruz, size yapılanları yanlarına kâr bırakmıyoruz” şeklinde siyasi mesajlar verilmek istenmiştir. Bu davalar ile eşzamanlı süren Ergenekon ve Balyoz davaları arasında bazı bağlar kurularak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) üzerinden bu mesajlar derinleştirilmek istenmiştir. Dönemin iklimi, “1990’larda karanlıkta kalmış suçlarla yüzleşiyoruz” havasıdır.

Ancak bu davaların kaderi de 1999’da açılan ilk davalardan farklı olmamıştır. “Güvenlik” nedeniyle Eskişehir’e ve Ankara’ya taşınan bu davalar önce sürüncemede bırakılmış, sonra yavaş yavaş kamuoyuna unutturulmuştur. 2015’te “masanın devrilmesi” sonrası ise davalar “zamanaşımı” veya “delil yetersizliği” nedeniyle birer birer sona ermeye başlamış, büyük-küçük tüm sanıklar beraat etmiştir. “Gözaltında kayıplar”, “toplu mezarlara gömmeler”, “asit kuyularına atmalar” gibi toplu suçlarla hesaplaşma olmamıştır. JİTEM davalarının bitmesi, artık basında ve kamuoyu nezdinde “haber” bile değildir.

Sedat Peker’in yurtdışında çektiği videolarında ilk kez ayrıntılarına yer verdiği Kutlu Adalı -ve Uğur Mumcu- cinayetleri, önünde sonunda JİTEM’e çıkmaktadır. Korkut Eken, Türkiye’de bu yapılanmanın simgesidir. Tıpkı 2015 gibi yargının en küçük bir şey yapma isteği olmadığı gibi, artık kamuoyu baskısı da -ne yazık ki- yoktur.

1990’larda Bolu Tugayı ürünü Mirik Kayıpları’nı, Ayten Öztürk cinayetini takip eden bu satırların yazarı, bir 10 yıl evvel JİTEM ile “paralel” cinayetler işlemiş Ayhan Çarkın ile TBMM üyesi sıfatıyla bir hapishane odasında görüşmüş, onun itiraflarıyla yazdığı cinayetler raporuna karşın TBMM bugüne kadar hiçbir işlem yapmamıştır. Dolayısıyla o eski sözü hatırlamanın tam zamanıdır şimdi:

“Geçmiş, eğer hesaplaşılmamışsa geçmemiştir, hatta o henüz gelmemiştir bile.”