Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

“Mevlit şerbeti”, “lohusa şerbeti”, “kızılcık şerbeti”, hatta “gübre şerbeti”, “kireç şerbeti” gibi söz ve deyişler var dilimizde. Ama bilimsel kaynaklarda “şehadet şerbeti” diye bir tanımlama göremedim. Sözlüklerde, ansiklopedilerde yer almıyor böyle bir şerbet türü…

“Ölüm” sözcüğünün onlarca karşılığını biliyoruz: “Vefat etmek”, “ruhunu teslim etmek”, “hayata gözlerini yummak”, “dünyaya veda etmek”, “ebediyete intikal etmek”, “Hakkın rahmetine kavuşmak” vb.

Hatta, “irtihâl-i dâr-ı beka eylemek” gibi çok daha ağdalı karşılıklarını da bulabilirsiniz Osmanlıca sözlüklerinde…

Argoda ise “nalları dikmek”, “gebermek”, “tahtalı köyü boylamak” gibi kaba sözler dolaşımdadır…  

Başbakan Ahmet Davutoğlu, ölüm kavramına yeni bir tanımlama getirdi: “Şehadet şerbeti içmek”

Her büyük ihmal sonunda ortaya çıkan acı ölümlerin yol açtığı toplumsal öfkeyi ve tepkiyi böyle bir söylemle yumuşatıp yatıştırmaya çalışıyor. “Onlar ölmediler, şehit oldular” demek istiyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da bir süre önce Kayseri’de şehit ailelerine seslenirken, "En şerefli ölüm, şehadet şerbetini içmektir” demişti.

Aslında, “Güzel öldüler!” demenin bir başka biçimidir bu!

Ama ne hikmetse, “devlet büyükleri”nin çocukları ve “Bedelliler” hiçbir zaman bu şerbetten içmezler!

“Şehadet şerbeti”, yalnızca yoksul halk çocukları içindir!

İşin ilginç yanı, Mustafa Balbay da, Yaşar Kemal’in ardından yazdığı yazıda (Cumhuriyet, 2 Mart 2015) benzer bir söylem kullanmış:

“Yaşar Kemal ölümsüzlük şerbetini yudumlarken kendisinden sonrakilerin iyi ararlarsa bulabilecekleri en bereketli tohumları da saça saça yürüdü sonsuzluğa.”

Yaşar Kemal elbette ölümsüzdür. Ama “ölümsüzlük şerbeti” içtiği için değil!

“İnce Memed”i, “Ölmez Otu”nu, “Ağrı Dağı Efsanesi”ni yarattığı için!

Demek Kemalist ve laik kalemler bile bu tür dinsel söylemlerden etkilenebiliyor…

Dilinizi eşekarısı soksun!
Aydın Engin’in kalemi de siyasal slalomları gibi kıvraktır! Özellikle keskin dönüşleri olağanüstü başarılıdır! Bu üstün yeteneği dolayısıyla hiçbir yayın organında uyum sorunu yaşamaz. Adamda şeytan tüyü vardır sanki; gittiği yerde hemen baş tacı edilir…   

Hatta bir dönem aile boyu “darbeci, askerci, Ergenekoncu” diye çekiştirdikleri gazete bile, özeleştiri falan beklemeden, kapılarını ardına dek açar kendisine...

O da postu eski yuvasına serip, yanından hiç ayırmadığı kedisiyle “Tırmık”lamaya başlar yeniden…  

Yeteneklidir. 12 Eylül referandumunda “Hiçbir kuvvet beni evet demekten alıkoyamazdı. Duraksamadan, harbiden evet dedim” diye böbürlenmesine karşın, sanki bu sözlerin sahibi değilmiş gibi davranır! Kendini her koşulda, büyük bir pişkinlikle, “AKP muhalifi” gibi satmayı bilir!

Akıllı adamdır, hesabını iyi yapar. Bir zamanlar kapılandığı TKP’de, kıyısından bucağından “taktik ve strateji” dersi almıştır. Esnekliği, kıvraklığı elden bırakmaz. Zamana ve zemine uyar. Sözgelimi, artık “Yetmez Ama Evet”çilerin yayın organı olmaya evrilmiş yeni gazetesinde fincancı katırlarını ürkütmemeye, “ulusalcı” okurlarını kışkırtmamaya özen gösterir. “Gülmece” sosuna buladığı sade suya tirit yazılarla durumu idare eder. Laf cambazlığıyla herkese şirin görünmeye çalışır…

Aydın Engin’in kalemi kıvraktır ama dili özensizdir. Konuşurken daha çok açık verir. Özellikle televizyon yorumlarında kendini belli eder bu özensizlik.

Dikkat ediyorum; ekranlarda AKP’den söz ederken “AK Parti” demiyor ama sürekli olarak “A-KA-PE” diyor. Oysa “PE-KE-KE” derken dili hiç sürçmüyor!

Yani ünsüz harfleri seslendirmede bir sıkıntısı var Aydın Engin’in. Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın MHP’ye “ME-HA-PE”, CHP’ye “CE-HA-PE”, DHP’ye “DE-HA-PE” demesi gibi!

Bu vesileyle, başta Aydın Engin ve Cüneyt Özdemir olmak üzere, Türk abecesindeki ünsüz harfleri yanlış seslendiren bilcümle yorumcu, sunucu ve parti sözcüsüne basit bir formül öneriyorum:

Türkçedeki sessiz harfleri, önlerine “e” ünlüsünü koyarak okursanız, hiçbir biçimde yanlışa düşmezsiniz. Çünkü bu kuralın ayrıksı durumu yoktur. Eğer bunu yapmaz da, He’ye “Ha”, Ke’ye “Ka” demeyi sürdürürseniz, o zaman da sevgili Jülide Gülizar’ın o unutulmaz seslenişiyle uyarılmayı hak edersiniz:

"Dilinizi eşekarısı soksun!”