Bahadır Eren Naci Adıgüzel’in Şehir Düştü kitabı bir tarihi roman ve konusu “Konstantinopolis’in Fethi” ama aynı zamanda gönüllerin fethi. Bir savaş terimi olarak ‘fetih’ elbette savaşta kazanan tarafın söylemi. Oysa yenilen taraf yani şehrin içindekiler, Konstantinopolisliler açısından ‘şehrin düşmesi’. Dolayısıyla Şehir Düştü romanın kuşatmayı ve sonrasında yaşananları Bizanslıların gözünden anlatacağı çok açık. Ama bununla kalmıyor, […]

Şehir düşerken…

Bahadır Eren

Naci Adıgüzel’in Şehir Düştü kitabı bir tarihi roman ve konusu “Konstantinopolis’in Fethi” ama aynı zamanda gönüllerin fethi. Bir savaş terimi olarak ‘fetih’ elbette savaşta kazanan tarafın söylemi. Oysa yenilen taraf yani şehrin içindekiler, Konstantinopolisliler açısından ‘şehrin düşmesi’. Dolayısıyla Şehir Düştü romanın kuşatmayı ve sonrasında yaşananları Bizanslıların gözünden anlatacağı çok açık. Ama bununla kalmıyor, bir de gönül meselesi var, işte bu da başka bir ‘fetih’. Son derece yalın bir aşk hikâyesinin, filizlendiği ve boy attığı toplumsal koşullarla nasıl karmakarışık bir hale geldiğini ve içine yuvarlanılan acılara dönüştüğünü yumuşak ve akıcı bir üslupla sunulduğu çarpıcı bir yapıt. Kitabın hevesle okunmasını sağlayan ise çok güzel ve derinlemesine betimlenmiş bir tarihi sahnenin yaratılmış olmasıyla adeta bir kültür tarihinden damıtılmış ayrıntılarla şehrin içi, yaşayış tarzı, toplumsal doku, gündelik hayat, kuşatmanın yarattığı değişim ve ruh hali gerçekçi bir yaklaşımla yansıtılıyor. Adeta bir rehberin nezaretinde Konstantinopolis’in Osmanlılar tarafından kuşatılışına farklı bir açıdan bakıyoruz: Şehrin içinden…

İstanbul’un fethiyle ilgili klasik ‘kahramanlık’ hikâyesini hepimiz biliriz: Osmanlılar şehri uzun süre ele geçiremeyince, psikolojik üstünlük Bizanslılara geçmiş, ardından Galata Cenevizlilerinin yardımıyla Osmanlı gemileri karadan Haliç’e indirilmiş ve şehrin düşmesi sağlanmıştır. Peki ya kuşatmanın sürdüğü 53 gün boyunca şehirde neler yaşandı? Ya da daha doğru bir ifadeyle şehirde yaşayanların durumu nasıldı? Hangi havayı soluyorlardı, nasıl duygular içindeydiler? Aslında Konstantiniye nasıldı? Bu soruyu sormak bakış açısını değiştirmeye yeterli ve üstelik cevabı Naci Adıgüzel veriyor.

Tarih kitapları için basit, birer cümlelik olaylardır savaşlar. Ama kendi içinde yok sayılan birçok dinamiği de barındırır. Hiçbir tarih kitabı savaşan ülkelerin insanlarının, çalışanlarının, zenginlerinin, yani farklı sınıfların davranışları hakkında tek söz etmezler. Savaşlar olur, çağlar değişir, binler belki milyonlarca insan ölür… Ama kimse onların hikâyesini anlatmaz.

Naci Adıgüzel işte tam da bu noktadan yaklaşmış konuya. Şehirde yaşanan bir aşk üçgeni vasıtasıyla, Konstantinopolis’te yaşananları tüm yalınlığıyla anlatmış yazar. Öncelikle toplumsal katmanların davranış farklılıkları gözler önüne serilir. Vatan nedir ki vatan savunması ne olsun? Şehri alıp bir yere götüremeyenler götürebildiklerini ya da gönderebildiklerini vatan belledikleri gibi bir sahnelemeye tanık olmaya davet ediyor bizi Adıgüzel. Osmanlı’nın deniz gücünün kıyas kabul etmez acizliği Ceneviz gemilerinin Avrupa’ya insan ve mal taşımasına olanak vermektedir. Ancak elbette bunun bir bedeli vardır ve bunu herkes ödeyebilecek güçte değildir. Surlar bu kez insanları kalanlar ve gidenler olarak ayrıştıracaktır.

Savaşan tarafları bir bütün olarak gören anlayışa karşı, kuşatma öncesinde şehirde başlayan iktidar mücadelesini ve Bizans’ın çürümüşlüğünü de harika bir şekilde gözler önüne seriyor Naci Adıgüzel. Bizans kilisesinin Papa tarafından daha önce aforoz edilmesi fakat daha sonra Konstantin’in Batı’dan yardım bulmak amacıyla kiliselerin tekrardan birleştirilmesine karar vermesi şehirde büyük bir bölünmeye neden oluyor. Nihayet, Batı’dan yardım için zafer kazanılması halinde Limni Adası’nın kendisine verilmesi vaadiyle Konstantinopolis’e gönderilen, Giustiniani ve askerleri ile Konstantinopolisliler arasındaki rekabet ve güvensizlik de şehrin düşmesindeki önemli etmenlerden biri olarak ortaya konuyor.

Diğer tarafta ise, İkinci Mehmet etrafında Çandarlı Halil Paşa ile Zağanos Paşa arasındaki rekabeti de aktarıyor bizlere kitap.

Akıcı dili ve anlatımıyla bir solukta bitirilecek kitabın en önemli özelliği, savaşın bir diğer yanına parmak basarak, tüm yönleriyle ortaya koyması ve ona kendine has edebi diliyle yön vermesi. Adıgüzel’in İstanbul’un düşüşünü tüm tarafların içinde bulunduğu durumu betimlediği bu yöntem, tarihsel olaylara bakışta didaktiklikten uzak, insanın duygu ve düşüncelerini ön plana çıkarmasıyla klasik tarihi romanlardan da ayırıyor kendisini. Adıgüzel’in romanında, insanı ve onun yaşadığı ortamdan etkilenişini bu şekilde betimlemesi, en büyük başarısı hiç kuşkusuz.