“İşte şimdi kaos başladı. Zira bu program toplum sağlığı hizmetini önceleyen bir proje değil. Sağlığın alınıp satılabileceğini, bireyin ekonomik gücü doğrultusunda sağlık hizmeti alabileceğini temel alan bir sağlık anlayışı. Şehir hastaneleri projesi de bunun daha üst aşaması”

Şehir hastaneleri sonun başlangıcı

MELTEM YILMAZ - @meltemmmylmz

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Samet Mengüç, referandumun yaklaşmasıyla birlikte ağırlık verilen şehir hastanelerinden yola çıkarak, Türkiye sağlık sistemine ilişkin son durumunu BirGün’e değerlendirdi.

Şehir hastanelerinde tedavi gören hastaların, özel hastane faturasıyla karşı karşıya kalacağını belirten Mengüç, “Şehir hastanelerinde vatandaşlardan ciddi bir muayene ücreti alınmayacak ama görüntülüme merkezi, ameliyathanenin işletmesi, laboratuvar, hastaların yemek ihtiyacı, restoranlar ve otoparklar, özel sektöre devredilmiş olduğu için, vatandaş tüm bunların ücretini cebinden verecek. Bugünlerde vale hizmetinden bile bahsediliyor, peki vale hizmetinin parasını kim verecek, tabii ki vatandaş. Böylece şehir hastanelerine giden vatandaş, özel hastaneye gitmiş gibi bir faturayla karşı karşıya kalacak” ifadelerini kullanıyor.

»Son günlerde sağlık alanında en çok konuşulan konulardan biri şehir hastaneleri. Referandumun yaklaşmasıyla birlikte öne çıkarılan şehir hastanelerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kabaca, kamu özel ortaklığı aralığıyla sağlık hizmetini özelleştirme anlamına gelen şehir hastaneleri, bin 600’e varan yatak kapasitesine sahip hastaneler. Ancak bu hastanelerin sağlık hizmetleri, sadece yatak kapasitesiyle sınırlı kalmıyor. Her hastanenin bünyesinde görüntülüme merkezi, laboratuvar, ameliyathanenin işletmesi, hastaların yemek ihtiyacı, restoranlar ve otoparklar gibi yan ihtiyaçlar vardır. Şimdi, bu şehir hastanelerinde, bütün bu yan ihtiyaçlar özel sektörün inisiyatifine bırakılmış durumda. Yani maliyeti misliyle vatandaşa yansıyacak. Vatandaştan ciddi bir muayene ücreti alınmayacak ama görüntülüme merkezi, ameliyathanenin işletmesi, laboratuvar, hastaların yemek ihtiyacı, restoranlar ve otoparkların ücretleri vatandaştan alınacak. Bugünlerde vale hizmetinden bile bahsediliyor, peki vale hizmetinin parasını kim verecek, tabii ki vatandaş. Dahası, bu hastanelerin büyük bir kısmı yerleşim merkezlerinin uzağında. Bu durum, beraberinde ulaşım sorununu ve masraflarını da getiriyor. Böylece vatandaş şehir hastanesine gittiğinde, özel hastaneye gitmiş gibi bir faturayla karşı karşıya kalacak. O parayı ödemeyen hizmet alamayacak.

sehir-hastaneleri-sonun-baslangici-243957-1.
İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Samet Mengüç

Kamu arazileri özel şirketlere veriliyor

»Şehir hastanelerinde tedavi olan hastalara çıkarılacak kısa vadeli faturanın dışında, bir de kamuya uzun vadede yansıyacak bir fatura var. O da, devletin şehir hastaneleri için özele cebinden ödeyeceği para herhalde, öyle değil mi?
Kesinlikle. Şehir hastaneleri kamu arazisi üzerine yapılıyor. Devlet, araziyi özel şirkete veriyor, şirket hastaneyi yapıyor ve devlet aynı anda 25 yıl kiralama garantisi veriyor. Bizim yaptığımız hesaplamalara göre devlet, bu hastaneler için özele 25 yılda vereceği paranın üçte birini kendisi harcasa, hem arazi kendisinin hem mülkiyet kendisinin olacak. Ama devletin bu hastaneleri neden özel şirketlere verdiği çok açık ve net, amaç sermaye birikimi yaratmak. Kendi yandaşı ile rant ilişkisi kurmak.

»İşin bir de ihale kısmı var ki tam bir muamma.
Evet. Bir defa ihale yasası kamuya açık değil. Kamudan gizli olan bir şey nasıl olur da kamu yararına olur? Bu şehir hastanelerinin ihaleleri nasıl yapılıyor, nerede ve kim tarafından yayımlanıyor, firmalar nereden haberdar oluyor tamamen belirsiz. Biz, Tabip Odası olarak yargı üzerinden müdahale ederek belgelerin dosyalarına ulaşıp öğreniyoruz.

»Bu ihaleleri alan firmalar sağlık alanında çalışan firmalar mı?
Hayır. Bir örnek vereyim. Kayseri’de bir şehir hastanesini devralan, kağıt üzerinde 3 firma görünüyor. Ama daha sonra bu üç firmanın kendi aralarında anlaşma yaptıkları, arkalarında 6-7 firma daha olduğu ortaya çıkıyor. Yani 9 firmanın sadece 3’ü hükümetin muhatabı görünüyor. Bunlar arasındaki ilişki nasıl sağlandı, yarın yaşanacak bir durumda devletin ve hükümetin muhatabı kim olacak bell, değil.

»Şehir hastaneleri açılırken devlet hastanelerinin kapatılması ne kadar doğru bir tutum?
Bakın, halihazırdaki devlet hastanelerinin bulunduğu yerler, şehir merkezlerinde, arsa değeri yüksek olan araziler. Şimdi, şehir hastanelerinin açılması ile birlikte devlet hastaneleri kapatılıyor ve bu arsalar, otel başta olmak üzere, başka amaçlarla devrediliyor. Burada kamunun yararı nerde, toplumun yararı nerde, vatandaşın yararı nerde?

Telefonla muayene söz konusu bile olamaz

»Peki bugün yurttaşlar, hükümet cephesinin iddia ettiği gibi, sağlık hizmetlerinden memnun mu?
Elbette hayır. Herhangi bir hastanenin polikliniğine ya da acil servisine gittiğinizde nasıl bir kaos olduğunu görürsünüz. Yalnızca ulaşılabilirlik kolaylaştırıldı, zaten şimdi çarkın dönmesi için ulaşılabilirliğin kolaylaştırılması lazımdı. Bunu sonucu olarak sağlık bakanı geçen hafta bir açıklama yaptı. “Aile hekimleri telefonla hizmet verecek, acillerde aşırı bir yığılma var yetişemiyoruz” diye. Evet, var çünkü hastalardan her yıl 100 milyon insan acile gidiyor, olamaz böyle bir rakam. Niye böyle biliyor musunuz,? Çünkü bu sağlık sistemi insanları hasta etti. İnsanlar hasta değilken bile hastaneye gitme ihtiyacı duyuyor artık. Oysa bizim yapığımız çalışmadan çıkan sonuca göre, bu 100 milyonun yüzde 70’i hastaneye gereksiz gidiyor.

»Sağlık Bakanı’nın aile hekimlerine telefonla muayene olma yönündeki açıklaması çok önemli. Telefonla muayene şeklinde bir sağlık anlayışı olabilir mi?
Böyle bir şey asla kabule dilemez. Telefonda sağlık hizmeti dünyanın hiçbir yerinde verilemez. Çünkü tüm semptomlar birbirine benzer. Kalp krizi geçiren bir hastaya siz telefonla ne kadar yardımcı olabilirsiniz? Ve ne yazık ki Sağlık Bakanı’nın kendisi de bir hekim ama işin içine siyasi kaygılar ve popülist söylemler girmiş durumda.

OHAL’deki ihraçlar sağlığı geriye götürecek

»Öyleyse bu durum, sağlıkta dönüşüm programının geldiği boyutu gözler önüne seriyor.

Biz, sağlıkta dönüşüm programı ilk ortaya konduğundan itibaren bunun birçok ülkede denendiğini ve vazgeçildiğini, yanlış olduğunu söylemiştik. IMF ve Dünya Bankası’nın sunduğu bu programın, birey ve toplum sağlığını uzun vadede uzun vadede kaosa sürüklediğini biliyoruz. İşte şimdi kaos başladı. zira bu program toplum sağlığını hizmetini önceleyen bir proje değil. Sağlığın alınıp satılabileceğini, bireyin ekonomik gücü doğrultusunda sağlık hizmeti alabileceğini temel alan bir sağlık anlayışı. Şehir hastaneleri projesi de bunun daha üst aşaması.

»Hekime yönelik şiddet ne durumda?
Tedricen artıyor. Bakın, sağlıkta şiddetin artışı bile memnuniyetsizliğin parametrelerinden biridir. Bir de, sağlık çalışanlarını vatandaşın gözünde ötekileştiren söylemler çok etkili. Yaptığımız çalışmalar, sağlık çalışanlarının sağlık çalışanları dışındaki nedenlerden kaynaklandığını ortaya koyuyor. Ve Türkiye’de günde 30 tane şiddet olayı adli makamlara yansımış durumda, bu sayı ayda bin, yılda 12 bin şiddet vakası eder.

»OHAL ihraçları sağlık alanında nasıl karşılık buldu?
OHAL başladığından bu yana 2 bin 761 hekim ihraç edildi; ki bunların büyük bir kısmı da akademiysen. Bu insanların bir anda hizmet dışı bırakılması sağlık alanında büyük bir talihsizliktir. Bunların suçluluğu ya da suçsuzluğu ayrı bir konu. Ama ihraç edilme şekilleri başlı başına hukuk garabeti. Ne bir idari soruşturma, ne bir ceza soruşturması, ne yargılama var, öne sürülen somut hiçbir gerekçe yok.

Ben acile düşsem kaygı duyarım

»Türkiye bir dönem sağlık turizmi alanında iddialı bir ülkeydi. Şimdi durum nedir?
Türkiye tıbbı, gelişmiş bir tıptı zaten. Bazı Avrupa ülkeleri ile ve dünyanın birçok ülkesinden daha donanımlı sağlık çalışanlarının olduğu bir ülkeydi. Bu nedenle sağlık turizmi alanında da Türkiye’ye yönelim artmıştı. Ama o da kısa süreli rantlara çevrildi. Gelen turistler çok ciddi rakamalar ödemek durumunda kaldı. Eğer başlangıçta bir devletin ciddi bir projesi olsaydı, bu alan da özel sektöre bırakılmasaydı sağlık turizmi büyürdü.

»Türkiye’de çok sayıda tıp fakültesi açıldı ancak buralarda verilen eğitimin kalitesi de ciddi bir tartışma konusu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tıp eğitimi ciddi bir zafiyete uğradı. Bu konuda deneyimli birçok akademisyen sağlık politikaları ve üniversitelere uygulanan dayatmalar nedeniyle – zira bir dönem akademisyenlere “ya ameliyat yapmadan, hasta bakmadan sadece ders vermek için kalırsınız ya da hastaneden ayrılırsınız denilmişti- mesleğinden uzaklaştı o insanlar, ekonomik olarak mağdur edildi. Çapa ve Cerrahpaşa’da birikimli akademik kadrolarının büyük bir kısmı özel üniversitelere veya özel hastanelere geçmek zorunda kaldılar. Az bir kısmı kalmaya devam ediyor. Bu durum, eğitim niteliğinde ciddi bir düşmeye sebebiyet verdi. Bunun yanında hızla açılan vakıf ve özel üniversiteler, tıp fakültelerinin gerekliliğini karşılayamadılar. İnsanlar çok hızlı bir şekilde mezun edildi, hızlandırılmış bir şekilde yardımcı doçentlik kadroları açıldı, yayınların kimin ve nasıl yaptığı belli olmayan şekilde insanlar doçent oldu. Orada eğitim görevlisi hizmeti vermiş kabul edilerek profesör kabul edildi bu insanlar.
Bakın, biz ne kadar hekimsek bir o kadar da potansiyel hastayız. Açık söylemek gerekirse ben acil durumda nerede kimin eline düşeceğimden kaygı duyuyorum. Her şey çok hızlandırılmış, kağıt üzerindeki belgelerin konuştuğu bir dönemden geçiyoruz.