Bugün kültür sanat, kitapçısıyla, sinema- tiyatro salonuyla sergi ve konser salonlarıyla bir alış veriş kültürünün içine yerleştirilmeye çalışılıyor. Hatta artık onlara yaşam merkezi deniyor.

“Şehir yaşamımız elimizden alınıyor”

> BELİT ÖZÜKAN @ozukanbelit

Bu hafta okuyacağınız Yekta Kopan söyleşisini yapmadan önce uzun uzun düşündük kendisiyle. Her gün ölüm ve dehşet haberleriyle kavrulurken ne konuşabilirdik ki? Üstelik bundan 3 hafta önceydi, dertlerimiz daha da katmerlenmemişti. Bir yandan da iki televizyoncu, susmamak gerektiğini biliyorduk belki. Her şeye rağmen konuşmak gerekiyordu. Yazmaya, üretmeye, gülümsemeye, umut etmeye devam etmek.. Bu umut ve başka türlü dünyaları düşlemek buluşturdu belki bizi Gümüşlük’te, bu söyleşiyi yapmak üzere. Tıpkı bir dönem, başka türlü bir televizyonculuk hayaliyle, bir televizyon kanalının koridorlarında karşılaştığımız gibi.. Gözleriyle sıcacık gülen, buz gibi de kızabilen Yekta’yla şakalaşarak başladık konuşmaya. Etrafımızdaki bisikletlere musallat olduk. (Kullanmayı bilmediğini bilmiyordum!) Sokak köpekleriyle oynadık. Onunla “hayatım” dediği yazarlığı, şu dönem yapmadığı televizyonculuğu ve tükenen kültür sanat ve şehir yaşantısını konuştuk. Okumanız dileğiyle, biraz başka şeyler düşünebilelim diye, sakin bir pazar söyleşisine..

>>Buraya gelmeden yolda Dağhan’ı (Külegeç) gördüm. Selamıyla birlikte istek bir sorusu varmış: “Çekmeceler filmindeki rolü, arkadaş hatırı için mi kabul etmiş, kendi mi istemiş?” diye sordu.
Arkadaş hatırı. Filmin yönetmenleri Caner (Alper) ve Mehmet (Binay) yakın arkadaşlarım. Hatta ilk kez burada, Gümüşlük’te konuşmuştuk filmi.

» Sevdin mi peki oyunculuğu?
Yok. Zaten yaptığım da oyunculuk değil. Sürekli bir şey değil çünkü. O filme özel küçük bir katkıydı benimki.

» Sürekli yaptığın pek çok şey var oysa. Seslendirme, televizyonculuk, yazarlık...
Onlar benim işim. Yıllardır emek verdiğim, kiminin eğitimini aldığım, kimine yoğun emek verdiğim işler. Bunların içinde yazmak ise hepsinden farklı. Diğerleri benim işim ise yazmak benim hayatım.

» Yazmak ve okumak bir insana ne kazandırır?
Biz bu dünyayı anlayamıyoruz. İnsanlığın bitmek bilmeyen bir sorunu bu. Anlama çabası... O çabanın bir an, bir hikaye bir roman olarak karşımızda olması, çerçeveyi daha iyi çizmemizi sağlıyor. İnsan dediğin şey hikayelerden oluşur. Bizi biz yapan şeylerdir hikayeler. Bu yüzden onları yazmayı ve okumayı isteriz.

» Şimdi televizyon yapmıyorsun. Özlüyor musun?
En son seninle Can Dündarlar döneminde Artı 1’deydik. Bak oranın bitiş süreci benim için çok üzücü olmuştur. Hala da tam olarak neden bittiğini anlamış değilim açıkçası. Sen ne kadar anladın merak ediyorum mesela?

» Artı 1’deki buluşma, hepimiz için bir umuttu. Sanırım kurumun kendisi hariç.. Halbuki çok iyi olabilirdi her şey..
Kesinlikle olabilirdi. Keşke sürüyor olsaydı da biz daha iyisini yapmak için birbirimizi, kendimizi eleştirebilseydik. Sadece ekran yüzleri değil, orada canla başla iyi ve farklı bir yayın yapmak isteyen bir sürü emekçi arkadaşımız vardı. Çoğu parasını almadan, mesai sınırlaması olmadan çalışan bir gurup insan bir araya gelmiştik. Farklı ve samimi bir yayıncılığın peşindeydik. İyi de gidiyorduk.

» Sence başka türlü bir yayıncılık mümkün değil midir? Türkiye’de işsiz bu kadar gazeteci, televizyoncu, programcı var.. Bir araya gelip bir şey yapılamaz mı?
Sadece işsizleri düşünme, şu anda çalıştığı kurumda mutsuz olan pek çok insan da vardır. Farklı görüşleri de barındıran ama birbirleriyle uyumlu yayın yapabilecek bir takım insanların bir araya geldiği ilkeli bir oluşum güzel bir hayal tabii...

» Neden yapamıyoruz peki?
Yapılmıyor denemez. BirGün buna örnektir mesela. Benzer başka örnekler de var. Yazılı basında ekonomik fedakarlık daha taşınabilir bir düzeyde. Kolay olduğu da sanılmasın. Ancak taşınabilir bir düzeyde. Televizyon yayıncılığı ise hayli masraflı bir iş. Böyle bir masraf için kaynak gerekli. İşin içine kaynak girdiği andan itibaren de sermaye- siyaset ilişkisi hep zorlu ve engebeli. Bu yüzden de hayal olarak kalıyor bu düşünce.

» Yıllarca bize televizyondan ülkenin kültür sanat hayatını anlattın, etkinlikleri tanıttın... Bu dönem metropollerin ve genel olarak ülkenin kültür sanat hayatı hakkında ne söylersin?
Türkiye’de hızla sinema ve tiyatro salonları azaldı. Yaşadığınız şehre bir AVM yapılıyor ve içinde bunlar için uygun salonlar varsa şanslısınız. Yani kültür/sanat hayatı olabilmesi için, bu performans ya da sanat ürünlerinin halkla buluşturulması gerek. Bunun için de için de salonlar ve binalar... Şehrin içinde, kapısı şehrin sokaklarına, hayatına, dinamiklerine, otobüs duraklarına, parklarına açılan bir kültür sanattan bahsediyorum ben.Bunlar yok edildi. Bir de şehirlerin kültür hayatı deyince ilk önce şuna bakıyorum: Orada kitapçı var mı? Bugün Türkiye’nin her yerleşiminde bir kitapçı bulamıyorsunuz. Kitapçıların azaldığı, yok olduğu bir coğrafya...

» O zaman şehirlerden ve şehir hayatından bahsedelim. Örneğin neredeyse kasıtlı olarak çirkinleştirilen bir şehir İstanbul... Son yıllardaki değişimi hakkında ne düşünüyorsun?
Bugün kültür sanat, kitapçısıyla, sinema- tiyatro salonuyla sergi ve konser salonlarıyla bir alış veriş kültürünün içine yerleştirilmeye çalışılıyor. Hatta artık onlara yaşam merkezi deniyor. Evin, mağazan, restoranın ve kültür hayatın oraya inşa ediliyor ve sana oradan hiç çıkmaman tavsiye ediliyor. Oysa ki bu yaşam merkezleri, şehir yaşamımızı elimizden alıyor. Ben İstanbullu değilim ama herkes gibi bir İstanbul efsanesiyle büyüdüm. Geleli yaklaşık 25 sene oluyor. Bu süreç bana hep hüzün tabloları verdi. Hep seneden seneye değişen, başkalaşan bir İstanbul gördüm. Yedi tepesiyle, Mimar Sinan’ın eserleriyle, sadece İslam kültürüne değil tüm dinlere ait yapılarıyla, yeşil alanların küçük semtler ve mahallelerle çevrelendiği özel yapısı vardı bu şehrin. Bunlar da yok edildi. Yeni binalar yapılmasın demiyorum, şehirleşme ve planlama bunun için vardır. Yeni binaların şehrin dokusuyla uyumlu bir biçimde yapılması için... Ama asıl ben soruyorum, hem de herhangi bir dünya vatandaşına: Bu şehre bakıp hoşnut olan var mıdır acaba? Şiirler şarkılar düzdüğümüz, boğazına ‘inci’ diye tasvirler yaptığımız İstanbul nerede?

» Bir şehrin kültür sanat hayatını yönlendiren şeylerden biri de o şehrin gelişme şekli diyebilir miyiz? Şehir nereye gidiyorsa kültür yaşamı da oraya gidiyor...
Gün be gün gözümüzün önünde şehir kültürü yok oluyor. Artık o kadar hızlı bir yapılaşma teknolojisi var ki 15 gün sonra seninle İstanbul’a dönsek yeni bir bina bitmiş olacak. İşin fenası şehri yok ederken yüzyıllar içerisinde oluşmuş sanatını ve yaşam alışkanlıklarını da yok ediyorsun şehrin.

» Gümüşlük’te ne yapıyorsun peki?
Çok eskiden beri geldiğim bir yer burası. Sadeliğini seviyorum. Buraya yerleşmiş çokça dostum olduğundan bunu uzun süreli yaşama şansım daha fazla oluyor. Yılın belli dönemlerinde yazmak, yazdıklarımı gözden geçirmek için gelirim buraya. Gümüşlük Akademi’de de atölyem vardı bu hafta. Böyle yerlerin yaşaması ve aktif olması için katkı verebiliyorsam eğer, bunu yapmayı önemsiyorum. Bir de gelirsem benimle röportaj yaparsın diye düşündüm bu sene. (Gülerken çayı döktüm)

» Sen mi benimle röportaj yapsaydın acaba?
Evet. “Ne yapıyorsun sen burada manyak?” olurdu ilk sorum...


***

sehir-yasamimiz-elimizden-aliniyor-65114-1....anket

>>En sevdiğin çocukluk oyunu?
Kovalamaca.

>>Seni bu aralar en çok ne mutsuz ediyor?
Ölümler.

>>En son neye ağladın?
Ölümlere.

>>Sence birine verilecek en kötü ceza nedir?
Sessiz bırakmak.

>>Bu ara ne okuyorsun?
Tekrardan Nurdan Gülbilek kitaplarının hepsini.

>>Can erik mi dondurma mı?
Dondurma.

>>İnsan en çok neden utanmalı?
Kendinden.

>>En beceriksiz olduğun konu ne?
Bisiklete binmeyi bilmiyorum.

>>En güzel yaptığın yemek?
Bulgur pilavı çeşitleri.

>>Yalnızlık mı kalabalık mı?
Yalnızlık.

>>Bir kelime/cümleyle Gezi?
Direnç

>>En sevdiğin slogan?
Yayında toplar.