Belki şehre bir film gelir, mevsim değişir, Akdeniz olur demek isterdim, ancak kente iyi filmler gelmiyor, zemheri yapıtlarla, baharı da, yazı da anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zor, beni de anlayın

Şehre film milm gelmez oldu

Alper Turgut

Kaç gündür kent kent, festival festival geziyorum, siyasi iklimimiz hüsran olsa da, memlekete bahar geldi ya, Ankara, Malatya, Antalya, sinema aşkına çıktım yola… İşte efendim, bir hafta içerisinde, Ankara’da karlı kışı, Antalya’da da sımsıcak yazı gördüm. Garibim bavulumda, bot, eldiven, atkı ve bere, tişörtler ve kısa kollu gömleklerle sarmaş dolaş oldu. Bu karmaşaya valizim isyan etse de, benim keyfim gayet yerinde, her bölgesinde farklı bir iklim yaşadığımız ülkede, bu güzellikleri doya doya yaşayabilseydik keşke. Ama nerede? Bizi birleştirmesi, ilerletmesi, yükseltmesi gereken festivallerde dahi, harbiden ayrı düştüğümüze, bariz gerilediğimize tanık oldum, yalanım yok!

Erk tarafından dilimize yerleştirilen ama onlar, ama bunlar kadar acı ve gerçek! Haaa diyeceksiniz şimdi, yahu gardaşım bizi biz eden kocaman toplum gruplaşmış, sinemacılar gruplaşmış çok mu? Aman be biz yerelde takılalım, kendi çamurumuzda debelenip duralım, sinemanın evrensel bir sanat olduğunu savsaklayalım derseniz, haliyle lafım olmaz. Seküler alanlar, muhafazakârlar tarafından ele geçiriliyor kafasında da değilim ha, nasıl ilki yanlışsa, ikincisi de o kadar yanlış. Birbirlerine serpilme hakkı vermeyen, ötekileştiren, örseleyen her zihniyete karşıyım, affederseniz biri b.k ise diğeri k.ka… Memleketteki bu tuhaf tekel meselesi, kabul buyurun, tamamen paraya, çıkara, maddiyata dair. Güçlenen, zayıfın cebindeki son mangıra da gözünü dikiyor, o kadar.

Tüm enerjisini, kondisyonunu, gücünü, evet veya hayır üzerinden şekillenen, eşit koşulları geçtim, şaibeli bir yere sürüklenen referanduma veren insanlarımızın, oyyy oyyy yandık, kavrulduk, kül olduk, kahrolduk, dünyanın sonu geldi muhabbetine katılmak da, pek mümkün değil! Mevcut hal, bu daha başlangıç, mücadeleye devam şiarıyla çelişiyor her şeyden önce, silkelenmenin, bilinçlenmenin, yine ve yeniden muhalefete yüklenmenin vaktidir. Seçimden seçime, sandıktan sandığa aklına örgütlenmek gelen bir muhalefet anlayışının sorgulanma zamanı daha gelmedi mi? Anketler gösteriyor işte, gençler, ihtiyarlar gibi asla düşünmüyor ve eğitim arttıkça, kırsaldan kente yürüdükçe, bilinçli bireyler de çoğalıyor. Bizlere düşen, gençlere yönelmek, özellikle bozkırda yoğunlaşmış dipdinç delikanlı ve genç kızlara el uzatmak, yanlarında olmak, yardımlarına koşmak olmalı. Ve her şeyden önemlisi, hedeflerini gizleyen, şaibeli cemaat ve tarikatlara onları kaptırmamak, yalnız kalmayacaklarını hatırlamak olsa gerek.

Bizlerin, en büyük düşmanı da lanet önyargılarımızdır, aksini düşünen yoktur umarım. Sosyal medyada veya gündelik hayatta, farkı düşünce ve görüşlerden olduğumuz gerekçesiyle, daha doğrusu böylesi bir izlenimi, gerçek sanmak şaşkınlık ve şuursuzluğuyla, kendimizi onlara kapattığımız, uzak durduğumuz kesindir, bu peşin hüküm halden anlamazlık değilse nedir? İktidarın yancısı olduğunu sandığım, çok ses ve renklilik için sayfamda tuttuğum bazı gençlerin, kitap ve film önerisi istemesi, ardından birkaç kelam ve kısacık sohbetten sonra, aslında dünyaya, hayata ve güzelim yurdumuza, benzer gözlerle baktığımızı kavramış olmam, benim saflığım ve şapşallığımdır. Kılık kıyafete göre, insan seçmiyoruz elbette, lakin benzer örnekler ve trolleşen insanlar, genellemelere sevk ediyor, karşımızda olana fren yapmamızı sağlıyor, ister istemez.

Hah! Demek ki, her şey görüldüğü gibi değildir, haliyle salt yüzeysellik bunu gerektirir, derine inmek, katmanları bilmek, insanı tanımakta ustalaşmak gerekir. Yani yaşımız ilerledikçe, hamlık hali bitmiyor, yok öyle bir dünya… Pişmek ve olmak ise ayrı merhale, her kim ben aştım, ben olayları çözdüm, hayatın anlamına takla attırdım derse, direkt hadi lan oradan deyin veya klişe tabirle; böyle bir şey olabilir mi ya? Tam tekmil, bu bir dramdır!

Belki şehre bir film gelir, mevsim değişir, Akdeniz olur demek isterdim, ancak kente iyi filmler gelmiyor, zemheri yapıtlarla, baharı da, yazı da anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zor, beni de anlayın. Bir filmi okumak, hiç bu kadar meşakkatli olmamıştı, içinde güzellikleri bulmak adına, kafa patlatıyorum resmen, yahu arkadaş, aklınıza her geleni çekmek zorunda mısınız? Ortada bir öykü bile yok, bırak yaramıza derman olacak bir anlatımı, bizleri saracak bir aktarımı, yani mevzu bu denli vahim. Senaryo tırt, oyunculuklar dökülüyor, müzik vasat, sonra abi, tekniği nasıl olmuş filmin? Yavrum, sen niye film çekiyorsun ki, reklam şeysi çek, para da kazanırsın, hem kendini, hem de bizleri yormamış olursun. Evet, şehre film milm gelmez oldu, neyse ki kedim var, çok şükür.

Dışarıda içki yasağı zımbırtısının başladığı gün, Antalya’ya geldim, baktım gençler, ellerinde biralarla, çökmüşler kaldırımlara, içkiyi, sohbete katık ediyorlar. Her yer polis, gençlere bulaşmıyorlar, lakin bakın biz buradayız, her an müdahale edebiliriz mesajını da veriyorlar. Yine geldim gençlere, çünkü enerji de onlarda, aksiyon da onlarda, tepki de onlarda, yaşlandıkça korkarken insan, gençler, daha azimli, daha korkusuz, daha atak. Hiç görmediği Antalya’daki bir tuhaf yasağı savunan insan pozisyonuna düşmeyin arkadaşlar, misal Karadeniz’desin, evinin içerisindesin, onu yasaklayın, bunu işten atın, ötekine gözaltına alın diye vicdansız ahkamlar kesiyorsun. Bırakın artık bu insanlıktan çıkmaya dair ittirme, kaktırma ve zorlamaları… Sen harbiden kim olduğunu sanıyorsun?