Renklerin kendi zamanları vardır. Zaman değildir renkleri değiştiren, renkler değiştikçe zamanlar da değişir. Sarı geldiğinde zaman akmaz olur, durgunlaşır. Mavide derinleşir. Sarı ile mavi yan yana gelmeye görsün, “iklim değişir, Akdeniz olur.” Beyaz zamansızdır; sonsuzluğun rengi. Kırmızının zamanı yakıcıdır; içinde Zümrüdüanka kuşlarını saklar. Yeşil doğumların zamanı; yaşam yeşilden yeryüzüne yayılır ve hep yeni doğumlara gebedir. Turuncu güneşi batırır ama içindeki kırmızı, güneşin yeniden doğacağının müjdecisi. Siyah tüm zamanları örter; içinden hangi zamanı çıkaracağını kestiremezsiniz. Kırmızının mavi ile karıştığı zamanlar olur ve mevsim mor kesilir. Yine öyle olmuş, kadınlar söylüyor, yaşam mora durmuş. Nasıl oldu da fark etmedik? Şehrin gri zamanları körleştirmiş bizi. Şimdi sokaklara çıkmanın, şehrin kıvrımlarında dolaşmanın zamanı. Şehre mor gelmiş.

Mor, içinde Zümrüdüanka kuşlarını saklayan kırmızı ile derinliklerin zamanı mavinin evliliğinden doğdu. Mor gelmişse eğer, derinlere bastırılıp görünmez kılınanlar, kanatlanıp yeryüzüne çıkarlar. Mor; karşıtların, ateşin ve suyun birliği. İktidarın ayrıştırarak karşıtlaştırdığı şeyleri bir anda bünyelerinde toplayanların ve hep birlikte yeryüzüne geri dönenlerin mevsimi. Mor geri döndüğünde tüm bastırılmış olanlar geri döner. Bastırılmış olan yaşamdır, geri dönen de yaşam. Mor tek başına gelmez, yanına mutlaka gökkuşağının diğer renklerini de almıştır. Bu çoklu zamanın karşısında hangi despotun tekdüze zamanı dayanabilir ki? Despot, antik Yunanda hanenin reisiydi; modern zamanlarda hanenin alanı birden genişledi ve tüm ulusu kaplar hale geldi. “Lanet olsun! Tam hanenin despotundan kurtulduk derken, yine despota yakalandık” diyebilirsiniz. Mor, kolların kırılıp yen içinde kaldığı mülkiyet birimlerini bozguna uğratır ve ardından gökkuşağının renkleriyle çoğaltır yeryüzünü: Zümrüdüanka kuşları, Şahmeranlar, Tiamatlar, ejderhalar.

♦♦♦

Zaman gökkuşağının zamanıdır artık. Gökkuşağı geldiğinde mevsim yeryüzü olur. Gökkuşağı yedi renk sanılmasın sakın, uzaktan bakıldığında öyle görünüyor. Gökkuşağı yere indiğinde dalga dalga yayılır ve her rengi bin bir tona ayrılır. Yeryüzü; durmadan dalgalanan ve dalgalandıkça renklerini çoğaltan ebruli bir deniz. Ve her renk kendi zamanını yaratır; şeyler hangi renge bürünmüşlerse o rengin zamanında yaşarlar. Ama renkler yerlerinde durmaz, birbirleriyle karışır; zamanlar da. Yeryüzündeyseniz eğer hangi zamanda yaşadığınızı asla bilemezsiniz. Ama biz yeryüzünde yaşamıyoruz. Bizim zamanımız despot grisinin zamanı; zamansızlığın rengi beyaz ile henüz yüzeye çıkmamış zamanların rengi olan siyahın karışımı. Despotun asıl rengi saf beyazdır; kendini zaman ötesi, tüm zamanların saf hakikati olarak dayatır çünkü; mümkün mü? Yeryüzü beyazını kirlettikçe griye dönüşmüştür. Özdemir Asaf ne demişti? “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.” Bizlere de, kirli beyazlar arasından daha az kirlisini seçmenin derdi düştü. Gri zamanlarda yaşıyoruz; grinin tonlarından ton seçmeyi özgürlük sanıyoruz.

♦♦♦

Beyaz saflığın, sterilliğin zamanı. Şehre saf beyaz gelmişse mevsim birden av mevsimi olur; toplumun güya kirli bedenlerden temizlendiği katliamların, soykırımların mevsimi. O yüzden yeryüzünün beyaza hiç ama hiç tahammülü yoktur; en hızlı onu kirletir. Beyaz; yeryüzünden uzaklaşıp göklere çıkanlarda görülen bir görme bozukluğu; baş dönmesi. Göklere çıkanlar, tıpkı Newton renk çarkı gibi hızla kendi eksenlerinde dönmeye başladıklarında yeryüzünün alacalı bulacalı renkleri beyaza dönüşür: Zihinlerin körleşmesi. Zihinler, bırakın ara renkleri, ana renkleri bile ayırt edemez olur; görebilmeleri için durmaları gerekir. Dursalar, kendi bedenlerinin de rengârenk iplerle örüldüğünü fark edecekler. O yüzden çarklar dönmeli. Çarklar hızla döndükçe yeryüzü hep beyaza ve siyaha gömülecek. Çarklar döndükçe, en kirli olanlar en saf olduklarını ilan edecekler. Bizlere de grilerden gri beğenmek düşecek. Zaman, despot grisinin zamanı. Fakat kadınlar şehre mor geldiğini söylüyor. Gri pul pul döküldükçe altından mor çıkıyormuş, ardından diğer renkler. Ne duruyoruz o halde? Hep birlikte kazıyalım, yer gök gökkuşağı olsun. Sonra gökkuşağından zaman seçeriz kendimize: Özgürlük!