Şehre nüfuz eden hikâyeler

BERKAY ÜZÜM

Jan Hendrik Frederik Grönloh, ya da bilinen adıyla Nescio’nun Amsterdam Hikayeleri adlı kitabı, birbirine eklemlenen öyküleriyle bir roman oluştururken, birbirinden bağımsız şekilde de değerlendirilebilecek metinlerle roman-dışı bir türe evriliyor.

Amsterdam Hikayeleri, Hollanda’nın en sevilen romancılarından biri olarak kabul gören Nescio’nun, daha önce farklı mecralarda yayımlanmış öykülerini içeren bir kitap. Yazar, belki de edebiyat dünyasında farklı bir noktada görülen “şehrini anlatma” meselesi üzerinden kurduğu gerçekçi dil ile öyküler oluşturmuş. Bu gerçekçi dil her ne kadar metinlerin karakterinin tam anlamıyla sarih olmasını engellese de, metnin içeriğine dair somut verileri zorlanmadan algılamamızı sağlıyor. “Beleşçi”, “Küçük Titanlar”, “Küçük Şair” ve “Duvardaki Yazı” adlarını taşıyan ana öykülerin dışında irili ufaklı öyküleri de içeren kitap, sadece öz yaşama dair kesitler sunmuyor, aynı zamanda Amsterdam coğrafyası üzerine didaktik öğeler içeren uzun bir metni gün yüzüne çıkarıyor.

Yaşama uğraşı
Yazarın arka fonuna Amsterdam’ı yerleştirdiği öykülerde işlenen temalar genel olarak birbirini destekleyen ve birbirinin “devamını getiren” niteliklerden oluşuyor. Matruşka misali iç içe geçen ve soyut anlamda da benzerlik gösteren bu temalar gençlik, cesaret, hayal kırıklıkları, aşk ve ayrılık gibi öğelere sahip, ki bu da hem karakterlerin yaş evresi, hem de kendilerini çevreleyen somut öğelerle birlikte ele alındığında doğru orantılara sahip bir yapıyı gözler önüne seriyor. Nitekim öykülere daha detaylı bakıldığında da bu sonuçlara ulaşabiliriz. Kitabın açılışını yapan ve “Beleşçi” adını taşıyan ilk öykü, - her ne kadar isim itibariyle irite edici dursa da - yukarıda bahsedilen “uyumluluk” noktasına dair olumlu bir veri olarak kabul edilebilir. Japi adında, tüm zamanını avarelikle geçiren, nispeten içten pazarlıklı ve hayatı arkasında bırakmayı “tercih etmiş” bir karaktere odaklanan öykü, bir yandan kitabın geneline sirayet eden karakterleri bize tanıtıyor, diğer yandan da dalgalı ve trajik bir yaşam öyküsünü anlatıyor. Aynı zamanda, yazarın dil taktiği açısından nasıl bir yol izlediğine de şahit olmamızı sağlayan bu öykü, diğer öyküler açısından nitelikli bir emsal oluşturuyor. Ardından gelen “Küçük Titanlar” adlı metin, ilk öyküye göre karakter ve alan açısından daha geniş bir yer kaplamasının yanı sıra, ilk öykünün aksine daha belirsiz bir havaya sahip. Anlatım açısından da daha “gri” bir niteliğe sahip bu öyküde, bir grup arkadaşın yaşam evrelerine - üstünkörü denilemeyecek şekilde, ancak çok da derin olmayacak şekilde - bakabiliyoruz. Kitabın dili için genel olarak saptanabilen şeylerden biri olan “bilinemezlik” noktası da en çok bu öyküde açığa çıkıyor; ne olduğu net anlaşılamayan, ancak karakterler arasındaki organik bağın bir şekilde devam ettiği, karakterlerin zaman zaman aynı, zaman zaman farklı hayat devrelerine şahit olduğumuz bölümler…

Kitaptaki üçüncü ana öykü “Küçük Şair” ise, eldeki resmî bilgilere göre Nescio’nun kendi yaşamından da izler taşıyor. Diğer ilk iki öyküye nazaran daha sinematografik öğelere sahip bu öyküde, duygu değişimlerinin ağır bastığı, akla Rus romanlarını getiren krizli bir aşk serüveni anlatılıyor. Aynı zamanda dinsel öğeler bazında metafor kullanımının da bu öyküde önemli bir yeri işgal ettiğini görebiliyoruz. “Duvardaki Yazı” adını taşıyan öykü, kitabın “gençlik” ve “hayal kırıklıkları” gibi temalarına denk gelen, kısa da olsa varoluşsal sorgulamalara dayanan çizgisiyle öne çıkan bir öykü. Kitabın devam eden bölümlerinde de, kısa ve çok kısa şeklinde nitelendirilebilecek, sürekli bir yarım kalmışlık duygusu veren metinleri okuyabiliyoruz.

Belirsizlik girdabına giren öyküler
Amsterdam Hikayeleri; yaşama uğraşı veren, kendini sivriltmeye çalışsa da başarısızlığa mahkûm olan, toplum nezdinde silik karakterler üzerine kurulu metinlerden oluşuyor. Toplumun yarattığı tahakküm karşısında birbirini - daha çok ruhen - destekleyen bir arkadaş grubu özelinde ilerleyen öyküler, “kırılganlık” gibi bıçak sırtı bir mefhum çevresinde şekilleniyor, aynı zamanda da uzun anlatım ve diyalogları yoğun bir şekilde kendisinde barındırıyor. Bütün bunların yanında, anlatılan yaşam öykülerine bağlı olarak, sürekli bir “tamamlanmamışlık” hissi veriyor.