Irkçılık derin bir hastalıktır ve yazık ki tedavisi mümkün değildir. Genellikle bu hastalığa tutulanlar tedaviyi kabul etmez zaten. Kendi ırkını en güçlü, en değerli, en becerili, en yetkin, en güzel, en akıllı sanmak olağan koşullarda aptallık göstergesidir. Ama ilginçtir ki, toplum birlikte hastalığa tutulduğunda, bu sanıyı elbirliğiyle iktidara taşır. Naziler bunun en örgütlü örneğidir ve en dehşet verici uygulamaları yapandır.

Otoriter liderler; milliyetçiliğin en saldırgan halini dillerine dolayarak kudret devşirir duygulardan. Esasen kendi dışında kimseyle meşgul değildir bu kişiler. Dev aynasında kendilerini gördükçe daha bir âşık oldukları için, esasen ne millet, ne de herhangi birinin önemi yoktur onlar için. Ruhuna milliyetçilik zerk edilerek uyuşmuş toplum, bir çılgının peşinden gönüllü gider ve intihar eder. Milliyetçilik çatışmayla güçlenir. Sürekli düşman yaratmak zalimi güçlendirir. Diyeceğim o ki, güruh gerçek suçlu yerine, düşkün, güçsüz olan zavallı insanları ezmek için iştahla saldırır.

Suriye meselesine gelelim.

Açık biçimde gördük ki, Suriye bölgemizde sanıldığından da öte bir anlam ifade ediyor. Farklı din ve mezhepleriyle, Suriye halkının, Ortadoğu’nun kaotik yapısına rağmen yaşattığı ve yaşadığı laik yapının ne kadar önemli olduğu şimdi çok daha iyi anlaşılıyor. Şunu bilelim, bizim coğrafyamızda laik milliyetçilik ile Selefilik arasında tercih yapmak zorunda bırakılmıştır halklar. Başka türlü söylersek, kötülerden birine mecburdur insanlar. Sömürgeci saldırı altında inleyen halklar her zaman hak ettiği düzende yaşayamıyor yazık ki!

Siyasal İslamcı teröristleri kimlerin desteklediğini artık tüm dünya biliyor. ABD’nin bölgede her zaman karşıt unsurları destekleyerek, halkları birbirine kırdırdığını, yeri gelince demokrasi getiriyoruz, diyerek en büyük cinayetleri işlediği belgeli. El kaide, Nusra, IŞİD küresel hesapların bölgedeki katilleridir ve Suriye halkı bu saldırı karşısında, tıpkı Irak’ta olduğu gibi can vermekte devam ediyor.

Evleri yakıp yıkılan, çaresiz insanların göç ettikleri bir toprak Anadolu. Her türlü gösteride kullanıldı Suriyeliler. Yürüyerek sınır yolculuğu yaptırıldı insanlara, 21.yüzyıl tehciri yaşandı gözümüzün önünde. Bu resim karşısında dehşete kapılan AB, rüşvetle Türkiye’yi avutmaya kalktı. Ama o da tatlı bir masaldı. Gerçek, bu olağanüstü göç dalgasını durdurmak için AB devletleri maşa arıyordu. Bu göçleri siyasal pazarlık aracı olarak kullanmak utanılacak bir durumdur! Neden anlatıyorum bunları…

İnsan, bazen sıradan/günlük faşizmin içinde bulur kendini. Suriye’den güç bela buraya gelen insanları vatandaş yapmaya çalışıp, sanki iyilik ediyormuş gibi görünen RTE, esasen başkanlık için yeni bir tasarı kurgulamış durumda. Evleri yıkılan, muhtaç insanların hamiliğe soyunan başkan! Oysa sokaktaki insan Suriyelilerin gırtlağına basacak kadar öfkeli. Ekmeğini bu insanlar küçülttü sanıyor ahali. Gerçek gizleniyor sözde!

Yaşadığımız bu korkunç günler yazgımızın bir parçası değil. Toplumun tercihi. Kolayı seçti Anadolu insanı. Köşeyi dönmenin her türlüsü meşru memleketimde! Çal, çırp, söv ve milliyetçi, dinci hamasetle saldır önüne gelene. Sonuç? Her gün artan kan, terör ve faili meçhul cinayetler. Uzak sandığınız Ortadoğu artık evimizin içinde…

Türkiye’yi ırkçı, mezhepçi siyaset daha çok yakacak. Eğer büyük ibadethanelerin sayısı artıyorsa, güçlü devlet vurgusu için askeri gövde gösterileri salgına dönmüşse, açılış/davet adı altında her dakika kin nefret ve kutuplaşma söylemi egemen olmuşsa, bilin ki hastasınızdır artık. Irkçılık hastalığıdır bu. Tatlı tatlı gelir ve ardından vahşete döner.

Tekinsiz ortamda kendini iktidarın ortağı sananlar da gün gelir bu çılgınlığın altında kalırlar. Suriye halkının kaderi bizden bağımsız değildir. Bizim yazgımız da diğer halklardan bağımsız değil. Her ne kadar ırkçı kibir bunu gölgelese de, gerçeği kanla suladığımız toprak gösterir bize.