Hani şu meşhur “Eskiden MR mı vardı, ultrason mu vardı?” sözleri var ya, eski Türkiye ile yeni Türkiye’yi yarıştıran…

“Yaparsa AK Parti yapar” diyen ve eskiye dair her şeyi yerin dibine batırırken “yeninin güzellikleri”ni kendine yazan.

Bu “eski - yeni” ikileminin seçmeni nasıl etkileyeceği belirsiz. 16 yıllık bir iktidar var ve 35’indeki seçmenin bilebileceği “eski” de bu iktidar dönemine ait.

O yüzden emeklilerden medet umuluyor, “siz bu memleketin hafızasınız” denilerek, gençlere eski Türkiye’yi anlatma ödevi onlara veriliyor.

Bir cerrah arkadaşım var; yedi yıl birlikte yatılı okuduğumuz, Kenan. Yazmaya meraklı ve yakında öyküleri bir kitaba dönüşürse hiç şaşmam.

Kenan okumasını, hekim olmasını, onu o yapan her şeyi eski Türkiye’nin yaratıp yeninin haraç mezat sattığı Şeker fabrikalarına borçlu. Hükümetin fabrika satılırken “Herkes aynı işyerinde çalışmaya devam edecek” sözü verdiği, ancak işçilerin 20 yıllık işyerlerinden yarım saatte kovulup sürüldüğü Turhal Şeker Fabrikası’na…

Alın size bir “şeker çocuğu”nun gözünden eski Türkiye’nin bir fabrikasında işçi olmanın hikayesi... Öyle bir işçilik ki, OHAL’de grevleri yasaklanan yeni Türkiye’nin en rahat işçisinin bile hayali yetişmez.

“Fabrikanın her gün tüm işçilere dağıttığı buz kalıpları yaklaşık 20 kilo civarında, irice bir kibrit kutusu şeklindeydi. Dağıtıcılar süt ve yağı da buzun üzerine bırakırlardı. Bu buz kütleleri tüm gün boyunca soğutucu olarak kullanılırdı.”
İşçilerine sağlıklı beslenmeleri için her gün süt ve tereyağı dağıtan fabrika, yiyecekler bozulmasın diye buz kalıpları da dağıtıyor!

“Kendimi fabrikanın sandığında buluyorum. Sıranın bana gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Sıram gelince büyük bir gururla ve italik harflerle; ‘Yusuf İpek, Dökümhane, Ustabaşı; Buzdolabı ve çamaşır makinesi’ yazıyorum. … Bir ay kadar sonra Prescolt marka buzdolabımız geliyor. Bir hafta sonra da kasabada buzdolabı olmayan işçi kalmadığı için fabrika günlük buz dağıtımını bırakıyor. Fabrikanın buzhanesi kalıp buz üretimine son veriyor. Ama süt ve tereyağının hem üretimine hem dağıtımına devam ediliyor. … Ertesi ay çamaşır makinemiz geliyor. Hoover marka.”

Bir fabrika ki, orada işçiyseniz, 1960’ların Türkiyesinde en ileri hayat standardına kavuşabiliyorsunuz. Buzdolabınız oluyor, buzdolabınız!

Hani şu 2018 Türkiyesinde, yeni Türkiye’de yani, fakir fukara olmadığının ispatında kullandığı alet Erdoğan’ın: “Eğer her eve elhamdülillah buzdolabı giriyorsa refah seviyesi var demektir!”

“Üniversiteye gideceğimiz zaman sadece iki il tercih ederdik: Ankara ve Erzurum. Çünkü bu iki ilde şeker yurdu vardı. Ve bizler sadece şeker yurdu olan yerlerde okuyabilirdik. Şeker şirketi işçilerinin çocukları için makul fiyatlı, temiz, yemeği ve kütüphanesi olan mütevazı ama çok kullanışlı yurtlar açmıştı.”

Yurtlar açtık, yurtlar açacağız! Alın size bu seçim kampanyasının propaganda malzemelerinden biri daha…

“Şeker sinemamız vardı. Haftanın bir günü çocuklara bir günü kadınlara özel film gösterirdi. Dünya klasiklerinin önemli bir kısmını o sinemada izlemiştim. Hemen her hafta film değişirdi. Sinema ücretsizdi.”

“Bize bir yaşam şekli veriyordu fabrika. Bir hayat tarzı veriyordu. … Üreticisiyle, çalışanıyla hepimizi bir benlikte birleştiriyordu… Daha iyi, daha güzel için zorluyordu bizi… Aynı okullara gidiyor, aynı Şeker Kantini’nden alış veriş yapıyor, aynı Şeker Camii’nde Cuma namazı kılıyor, cenazelerimizi aynı Şeker Camii’nden kaldırıyorduk. … Etrafımıza kuşku ve korku ile değil tam bir güvenle bakıyorduk.”

“Orası kasabanın tek havuzuydu. Gündüzleri herkese açık havuz olarak kullanılırdı. Çok sevdiğim bir resim vardır o günlerden kalan. Ağbim ve ablam, birlikte havuzda bir resim çektirmişler. İkisi de mayolu. Arkasına ağbim şöyle bir not düşmüş: ‘1956, Fatma’yla ben, havuzda’.”

“Şeker fabrikaları sadece şeker üretilen yerler değildi. Çok daha fazlası vardı orada.”

Şimdi, bu iktidarın haraç mezat sattığı da sadece şeker fabrikası değil, çok daha fazlasıdır!