Çin’deki dostlarım İslamo-faşistlerin Irak ve Suriye’de azınlıklara mensup kadınlara yaptıklarını duydukça dehşete kapılıyorlar. Bu faşistlerin ne mal olduğunu sanırım en iyi Çinliler anlıyor. Aklı kutsiyet, fanatizm ve itaat ile iğdiş edilen insanın nasıl ilkel bir vahşiye dönüştüğünü iyi biliyorlar. Çünkü benzer acıları yetmiş yıl önce yaşamışlar ve yaraları halen taze.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Çin’i işgal eden Japonya ordusu yakaladığı genç kadınları seks kölesi olmaya zorlamış. Kadınların gördükleri işkenceyi ancak “öldüresiye” kelimesi anlatabilir. Uzman raporları kadınların yüzde yetmiş beşinin ciddi fiziki yaralanma ve sakatlanma, bazılarının ise çok ağır psikiyatrik sorunlar da yaşadıklarını göstermiş.

Bir tarih profesörü o dönemde seks kölesi olarak esaret yaşayan kadınlar hakkında yaptığı araştırmayı kitap olarak yayınladı. Okurken insanın nefesi daralıyor. Çinli kadınların yaşadıklarını, duygularını ifade etme konusundaki yetenekleri ve içtenlikleri insanı kâbus gibi bir gerçekliğin içine çekiyor. Her günü büyük bir acı ve kâbusla dolu ve tecavüzcünün yaşaması gereken utancı yaşayarak geçen yetmiş yıl… İsyanları da figanları ve ağlamaları da sessizce, içten içe olmuş. Zaten buralarda feryat figan yırtınarak ağlayan birini göremezsiniz. İçten içe ağlamak galiba Çinlilere özgü bir asalet.

Üç kadının öyküsünü özetleyeceğim:

“Bir kadın bir seks kölesi kampında üç ay tutuldu ve o kampta hamile kaldı. Kurtulduğunda bir erkek çocuk doğurdu. Çocuğu kendisine yaşatılan acıların mağduru olarak gördü ve hiçbir zaman suçlamadı. ‘Kâbus gibi anılar 70 yıldır beni bir an olsun rahat bırakmadı, ömrümün sonuna yaklaştığım şu günlerde bile gözlerimi kapatmaya korkuyorum’ diyor.

Bir kadın seks kölesi olarak tutulduğu süre içinde gördüğü işkence nedeniyle, doğurganlık yeteneğini kaybetti. Onu sık sık ziyaret eden bir gönüllü kuruluş üyesi ‘bilinci yerinde olduğu zamanlarda, devamlı olarak o yüz karası günleri ve utancı unutamadığını, yaşadığı ömrün kendisi için bir azap olduğunu söylüyordu’ dedi.

Japonlara karşı savaşırken yakalanan bir kadın gerilla, tecavüz etmek isteyen bir Japon askeri tarafından öldüresiye dövüldü ve sol bacağı kırıldı. Onu aylarca bir tekerlekli sandalyeye bağladılar ve o bacağı sakat kaldı. Bir yakını ‘Şimdi her gece yatağının yanında duran bir sandalyenin ayağına gizlenmiş bir bıçakla uyuyor; yoksa kendini güvende hissetmiyor’ dedi.”

Kamplardan kurtulan çok sayıda kadının intihar ettiği artık biliniyor. Kadınlar intihar ettikçe herhalde kendilerinin arındığını zanneden geleneksel/erkek egemen Çin kültürü, hayatta kalan kadınları cezalandırmaktan geri durmamış. Kadınların zorla alıkonulduğunu adeta bilmezden gelmişler. Hem kadınlar hem de çocukları hakarete uğramışlar. Çocukları ne zaman bir hata yapsalar “seks kölesi kadının çocuğu” küfrünü işitmişler.

On beş yıl kadar önce, on kadar kadın bir Japon avukatın çabasıyla Japonya’ya karşı “özür dilemesi ve her kadına tazminat ödemesi” talebiyle dava açmış. 2007’de Japonya yüksek mahkemesi, 1972’de Japonya ve Çin arasında imzalanan ve Çin’in tazminat talebinden vazgeçtiği anlaşmaya istinaden kadınlar aleyhine karar vermiş.

Çin’in tazminat talebinden vazgeçmesinin bir nedeni, kadınların onurunu para konusu yapmamak ve böylece Japonya’ya para ödeyip aklanma fırsatı tanımamak olabilir. Belki de kadınlarına tecavüz edilmesi erkeklik gururlarına dokunmuş ve bunu kendileri için utanç verici bulmuşlardır. Bu utançtan kadınların onurunu feda ederek kurtulmayı ummuşlar ve bu nedenle konunun küllenmesini istemişlerdir, kim bilir…

İnsan hakları avukatları ve kuruluşları “devletin birey adına feragat eden taraf olma hakkı” ile 1972 anlaşmasındaki savaş tazminatı maddelerinin çelişkili olduğunu görmüşler. Şimdi davayı sürdürebilmek için bu konu üzerinde çalışıyorlar.

Bir Çin atasözü “Eski bir günah yeni bir utanç demektir” der, günah defteri hesap görülene kadar kapanmaz anlamında…