Charles W. Dunne Otoriter rejimlerin küresel sürekliliği ve bu sürekliliğe imkan tanıyan koşullar göz önünde bulundurulduğunda genellikle hükümetlerin, liderlerin, uluslararası kurumların oynadıkları roller tartışılır. Örneğin Donald Trump’ın otoriter liderlere düşkünlüğü, popülist liderlerin dünyada yükselişe geçmesini mümkün kılan faktörlerden biri olarak anılıyor. Hatta dünyada birçok baskıcı liderlerin Trump’a imrenerek baktıklarını da biliyoruz. Ancak otoriter rejimlerin varlığıyla […]

Sektör destekli otoriter rejimler

Charles W. Dunne

Otoriter rejimlerin küresel sürekliliği ve bu sürekliliğe imkan tanıyan koşullar göz önünde bulundurulduğunda genellikle hükümetlerin, liderlerin, uluslararası kurumların oynadıkları roller tartışılır. Örneğin Donald Trump’ın otoriter liderlere düşkünlüğü, popülist liderlerin dünyada yükselişe geçmesini mümkün kılan faktörlerden biri olarak anılıyor. Hatta dünyada birçok baskıcı liderlerin Trump’a imrenerek baktıklarını da biliyoruz.

Ancak otoriter rejimlerin varlığıyla yokluğu arasındaki ayrımda yalnızca siyasetçilere ve liderlere yoğunlaşırsak hata etmiş oluruz. Resmi politikalar, demokrasiyi geliştirme stratejileri, uluslararası insan hakları beyannameleri bir yana dursun, küresel ‘otoriterliğin’ sürekliliğinde hükümet dışı aktörlerin de önemli bir rolü var.

Özel sektör yaptığı yatırımlarla, silah satışlarıyla, danışmanlık hizmetleriyle, teknoloji transferiyle ve lobi gücüyle on yıllardır diktatörlük rejimlerini destekliyor.

Orta Doğu’da faaliyet gösteren uluslararası şirketler ve baskıcı rejimler bir tür ‘Otoriter-endüstriyel kompleks’ oluşturdular. Bölgedeki siyasi statükoyu muhafaza ederken hükümetlerin değişim baskılarına direnmelerini mümkün kılıyorlar. ‘İstikrarlı’ otoriter düzenin, açık toplumun ve hesap verebilirliğin ‘öngörülemezliğine’ tercih edilebildiği bir uluslararası düzeni cazip kılıyorlar.

Uluslararası şirketler otoriter statükoyu çeşitli şekillerde destekliyorlar. Orta Doğu’ya yapılan silah satışları son 10 yılda iki kat arttı. 2017 yılının sonuna gelindiğinde küresel silah satışının yüzde 34’ü ABD’li şirketler tarafından yapılıyordu ve ABD silah ticaretinin yarısından fazlası Orta Doğu’ya yapılıyordu. ABD’nin başlıca müşterileri sırasıyla şöyle; Suudi Arabistan, Mısır, İsrail, Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri.

Bölgeye silah pompalanması ABD müttefiklerinin askeri kuvvetlerini modernleştirme ve karşılığında ‘ortak faaliyetler’ yürütme, terörle mücadelede işbirliği yapma ve İran’ın bölgedeki etkisini baltalama anlamında belirleyici oldu.

Fakat aynı zamanda bu ülkelere yurtta ve cihanda mantıksız maceralar peşinde koşma fırsatı sundu. ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik silah ticareti ulusal güvenlik çıkarları doğrultusunda yapılsa da, silahların nasıl kullanıldığına dair denetimsizlik, rejimlerin ‘iç güvenliklerini’ insan hakları pahasına savunmalarını mümkün kılıyor.
Silah piyasası gibi ‘iç güvenlik ihtiyaçları’ da Orta Doğu’da büyük bir sektör haline geldi. Geleceğe dönük analizlere göre Orta Doğu’da iç güvenlik pazarının 2022’ye kadar senelik yüzde 15,5 oranında büyümesi bekleniyor ve bu büyümenin büyük payının Körfez bölgesinden geleceği tahmin ediliyor.

Bu alanda başlıca müşteriler Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan. 2017’de iç güvenlik teknolojilerinin ticaretinde en büyük müşteri yüzde 45’lik paya sahip olan Suudi Arabistan’dı. Peşinden gelen BAE’nin payı ise yüzde 16,6 oldu.

Yenilikçi birçok teknoloji ve sistem doğrudan ‘rejim baskısı’ uygulamalarıyla ilintili. Örneğin İngiltere Orta Doğu ülkelerine 2015’ten bu yana 40 milyon dolarlık casusluk ve istihbarat ekipmanı sattı. Halbuki bu tip satışlar 2008 tarihli İngiliz İhracat Kontrolü Yasası’na göre yasaklanmış bulunuyor.

İngiliz yapımı silahların en büyük ihracatçı şirketine baktığımızda Suudi Arabistan, BAE, Umman, Katar, Cezayir ve Fas’a silah sattığını görüyoruz.

Suriye’deki baskıcı Esad rejimi de önemli bir müşteri oldu. Arap Baharı’na giden süreçte bir avuç Avrupalı firma ülkeye on milyonlarca dolarlık istihbarat ekipmanı sattı. Bu satışlar ‘Kamusal Veri Ağı Hizmeti ve İnternetin İzlenmesi’ konulu resmi bir proje çerçevesinde yapılmıştı.

Tabii Riyad’ın da tüm bunlara verecek parası var. İngiliz Hugslock şirketi ve Amerikalı Gatekeepet Akıllı Teknolojiler şirketleri Riyad’a yüksek teknolojili istihbarat sistemleri satan firmalar arasında – örneğin yüz tanıma ekipmanları ve diğer tarama sistemleri gibi.

İsrailli NSO Grubu da geri kalmıyor. Bu firma Suudilere ülke dışındaki muhalifleri dinleme ve izleme imkanı veren casusluk ekipmanları satıyor. Hatta öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın iki yakın ortağı bu sistemler ile izleniyorlardı.

Bölgedeki baskıcı rejimlere umarsızca satılan istihbarat teknolojileri insan hakları savunucularını endişelendiriyor fakat şimdiye kadar satışları durdurmak için pek az şey yapıldı. Tüm bu satışlar AB ve Amerikan hukukuna göre büyük ölçüde yasal. İnsan hakları grupları satışları engellemek için bazı Avrupa ülkelerine dava açtılar. Bu konuda ABD’nin bilakis geriden geldiği düşünülüyor çünkü birçok Avrupa ülkesi Wassenaar Anlaşması çerçevesinde istihbarat ekipmanı ticaretine kısıtlamalar getirirken, ABD muafiyet talep etmekten öteye gitmedi.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab