Klasik faşizmle sağ popülizm arasındaki süreklilik ilişkisi bugün Avrupa’daki sağ hareketlerin karakterini de belirlemiştir ve sağ popülist akımlarla neofaşist akımlar arasındaki bağlantılar, ilişkiler bu süreklilik ilişkisinden kaynaklanır.

Seküler milliyetçilik: İslami popülizme karşı sağ popülizm
İktidarın desteğiyle “Büyük Aile Buluşması” mitingi adı altında Saraçhane’de nefret eylemi düzenlendi.

Fatih Yaşlı

Popülizm, sağ ya da sol versiyonları fark etmeksizin, en özet haliyle 'siyasetteki temel ikiliği, temel çelişkiyi, halk-elitler eksenine yerleştirmek ve söylemini bunun üzerine inşa etmek, kitlelerle bu söylem üzerinden buluşmak ve siyasal alanı bu söylem aracılığıyla domine etmek' olarak tarif edilebilir.


Yine de liberallerin yaptığı gibi popülizm, sağ ve sol versiyonları dikkate alınmadan ve sınıfsal bağlamına yerleştirilmeden homojen bir şekilde analiz edilemez. Sağ popülist akımlar, sol popülizmden farklı olarak sınıf çelişkisinin üzerine milliyetçiliği, dini, antikomünizmi, Yahudileri, göçmen meselesini, LGBTİ’yi örterek kapitalizmin yıkıcı etkilerine maruz kalan halk kitlelerinin düzene yönelik öfkelerini manipüle ederler. Bu manipülasyon ise eninde sonunda kapitalizmin meşruiyetini yeniden üretmesine hizmet eder.

Günümüz dünyasında neoliberalizm ile sağ popülizm düşman kardeşler gibi hareket etmektedirler. Neoliberaller iktidarlarını devam ettirmek ya da iktidara gelebilmek için kitleleri sağ popülist akımların iktidarı ele geçirme tehlikesiyle korkuturlar. Sağ popülist akımlar ise neoliberalizmin halkı yoksullaştıran yıkıcı politikalarının halkta yarattığı öfkeye oynarlar, sözde “düzen karşıtı” bir söylemle kitleleri etkilerler.

Bu kısırdöngünün kırılamamasının asıl sebebi ise özellikle Avrupa’daki sosyalist ve komünist partilerin sosyalizm ve komünizmle bağlarını kesmiş ve birer sosyal demokrat partiye dönüşmüş olmalarıdır. Üstelik bu dönüşüm esnasında dümeni bütünüyle kimlik-kültür siyasetine kırmışlar, sınıfın yerine etnisiteyi, cinsel kimliği, ekolojiyi ikame etmişlerdir. Bunlar üzerine verdikleri mücadele ise kapitalizmin sınırlarını zorlamamakta, kapitalizmin belirlediği oyun alanının dışına çıkmamaktadır. Hal böyle olunca neoliberalizm yoluna doludizgin bir şekilde devam edebilmekte, sağ popülizm de soldan boşalan yeri doldurarak, kitleselleşmekte, güçlenmektedir.

Sağ popülizm üzerine yapılan çalışmalarda sağ popülizmle klasik faşizm arasında ciddi benzerlikler ve bir devamlılık ilişkisi olduğu öne sürülmüştür ki bu doğrudur. Klasik faşizmde de yani İtalyan faşizmi ve Nazizm’de de tıpkı sağ popülizmde olduğu gibi düzen karşıtı bir retorik kullanılır, elitlerden, kodamanlardan bahsedilir. Finans kapital ve faizcilik kötülenir ve sınai sermaye güzellemesi yapılır. Klasik faşizmde de sağ popülizmde olduğu gibi lider halk adına konuşur, halk için en iyi olanı bilir, parlamentoyu, yasaları, anayasayı devre dışı bırakır.

Klasik faşizmle sağ popülizm arasındaki bu süreklilik ilişkisi bugün Avrupa’daki sağ hareketlerin karakterini de belirlemiştir ve sağ popülist akımlarla neofaşist akımlar arasındaki bağlantılar, ilişkiler bu süreklilik ilişkisinden kaynaklanır. Dahası, neofaşizmle sağ popülizm arasındaki geçişkenliğin ve aralarındaki farkların nüans derecesinde silik olmasının nedeni de bu süreklilik ilişkisidir.

***

Türkiye’de sağ popülist bir yükseliş var mıdır? Evet vardır ve bizde de bu yükselişin kaynağında Avrupa’dakine benzer dinamikler bulunmaktadır. Ayrıca bizde de sağ popülizm klasik faşizmle süreklilik taşımakta, sağ popülizmin taşıyıcılığını üstlenen akımlar faşizmden neşet etmektedir.

Türkiye 24 Ocak 1980’den beri neoliberalizmin tahribatına maruz kalmaktadır ama özellikle son birkaç yıldır güncel bir kriz konjonktürü yaşamakta, son bir yıldır da hızlı bir yoksullaşmaya tanıklık edilmektedir. Öte yandan Türkiye çok hızlı bir göçe maruz kalmıştır ve artık sayısı milyonları bulan göçmenler de Türkiye siyasetini ve sosyolojisini konuşurken denkleme dahil edilmelidir.

Türkiye’de sağ popülizm yükselmektedir ama bu yükselişi “seküler milliyetçilik” kavramı üzerinden incelemek daha sağlıklı olacaktır. Türkiye’deki sağ popülizmde din baskın bir karakter taşımamakta, seküler bir vurgu ön plana çıkmaktadır. Bunun nedeni ise Türkiye’yi 20 yıldır İslamcı bir iktidarın yönetiyor olmasıdır. Seküler milliyetçilik İslamizasyonu siyasal İslam’ı analize dahil ederek değil, özellikle göçmen meselesi ve “Araplaşma” üzerinden değerlendirir. Buna göre AKP iktidarı Türkiye’yi zihnen ve demografik olarak Araplaştırmaktadır; seküler milliyetçilik ise Türkiye’yi yeniden “Türkleştirmeyi”, zihinsel ve demografik Araplaştırmayı durdurmayı vaat etmektedir.

Öte yandan bizdeki haliyle sağ popülizmin, yani seküler milliyetçiliğin, Türk sağının düzenle iç içe geçmişliği ve antikomünist karakteri nedeniyle olsa gerek, düzen karşıtı söylemi, Batı’daki muadilleriyle karşılaştırıldığında zayıftır. Seküler milliyetçilik, örneğin Türk lirasındaki değer kaybı nedeniyle Bulgarların Edirne’ye gelip çılgınca alışveriş yapmalarından ya da yabancı turistlerin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ezici bir çoğunluğunun yapamayacağı koşullarda tatil yapmasından ciddi bir hınç ve aynı zamanda aşağılık kompleksi biriktirmektedir ama bununla Türkiye’deki sermaye birikim rejimi arasında, sermaye sınıfının talepleri arasında, emek maliyetlerinin aşağıya çekilmesi arasında bir bağlantı kurmamakta ve retorik düzeyde olsa bile kapitalizmden söz edilmemektedir.

Bunun yerine bu hınç ve kompleks doğrudan göçmenlere ve sığınmacılara yönelmekte ve krizin faturası doğrudan bu insanlara kesilmekte, sorumluluk bu insanların üzerine yüklenmektedir. Örneğin Ümit Özdağ, krizin asıl dinamiklerine dair tek kelime etmezken, göçmenler ve sığınmacılar gönderilmediği sürece krizin üstesinden hiçbir şekilde gelinemeyeceğini söyler ki bunun gerisinde ekonomik gerçekler ya da bilimsel tespitler değil sadece göçmen ve sığınmacı düşmanlığı vardır.

***

İşin ilginç yanı, kendisi de popülizmden sıkça beslenen, hatta İslami popülizm diyebileceğimiz bir karaktere sahip olan AKP iktidarı, seçim konjonktürüne girdiğimiz şu günlerde, tıpkı Batılı sağ popülist akımlar gibi LGBTİ bireyleri düşmanlaştırarak toplumun önüne atmakta, “birlik beraberliğimizi bozmaya çalışan dış mihraklar ve onların içerideki uzantıları” söylemiyle dost-düşman ayrımı üzerine kurduğu stratejiyi derinleştirmek istemektedir.

Dolayısıyla iktidarda göçmenlere kol kanat geren ama LGBTİ’yi düşmanlaştıran bir İslami popülizm, muhalefette ise LGBTİ konusunda henüz sessizliğini koruyan ama göçmen düşmanlığını merkeze alan bir sağ popülizm, seküler milliyetçilik vardır. Her ikisinin ortak noktasının ise emek aleyhtarı ve piyasacı bir iktisat politikaları manzumesi olması anlamında neoliberalizmi benimsemek olduğu söylenebilir. Her iki popülizm de eninde sonunda piyasacıdır ve düzenin beka ve meşruiyetini yeniden üretir, zaten zayıf olan düzen karşıtı retoriklerini pratiğe döktükleri ise hiçbir zaman görülmemiştir.

Neoliberalizmin ve sağ popülizmin gerek dünya ölçeğinde gerek Türkiye’de birbirini yeniden üretmesine ve yarattıkları kısır döngüye ancak sınıf siyasetiyle müdahale edilebilir, ancak sınıf siyaseti bu kısırdöngüyü kısa devreye uğratabilir. Neoliberalizmin yarattığı tahribatı da bu tahribatı istismar ve manipüle eden sağ popülizmi de durdurabilecek yegâne şey gerçek anlamda düzen karşıtı bir sınıf hareketinin ve sınıf merkezli bir sol siyasetin küresel ölçekteki yükselişi olacaktır.