“Günün ışığını, gün içinde pişir. Yoksa ekşir” derdi Şevval Ninem...

“Günün ışığını, gün içinde pişir. Yoksa ekşir” derdi Şevval Ninem.
Serçeler, sakalar, asma bülbülleri ve adını bilmediğim diğerleri, günün ilk ışıklarıyla cümbüşe başladıklarında yola çıkmaya hazır haldeydim.
Tam da kararlaştırdığımız gibi, sabah erkenden, gün ışığı pişmeden, düştük yollara..
Bir Yolcuyu, bir Yoldaşı, uğurlamak için yıldızlara..
Uçsuz ama bucaksız olmayan zaman içinde, çoook ama çok erken bir kalkışmaydı bu. Ne vardı acele edecek. Yıldızlar kaçmıyordu ya!
Zihnimi mesken edinmiş binbir duygu ile bakıyordum aracın penceresinden akıp giden yola..
Yol muydu akan yoksa biz miydik?
Bunun yanıtını da yol verecekti bize şüphesiz..
Zira, yol kuşku duymayı ve sorgulamayı vaaz ediyordu bize..
Yolda olmak, tanımak, bilmek ve öğrenmekti.
Umutla çıkılan yol; sevinçler, erinçler ve çileler yoluydu bir anlamda.
Değişmek, yenilenmek, gelişmekti yolda olmak.
Yolda olmak, Simurg’un Simurg olduğunu anlamasıydı. Kendine güven kazanmasıydı..
Yolcunun özünde olanı, arayıp bulmasıydı, yolda olmak.
Kozada biriktirip, kanatta tüketmekti yolda olmak.
Keşfetmek ve yaratmaktı.
Çıkılan patikadan bir daha asla inmemekti yolda olmak.
Sınırları zorlamak ve sınırsızlığı aramaktı yolda olmak.
Karşılaşmak, selamlaşmak, kucaklaşmak ve esenleşmekti.
Geride iz bırakmaktı.
Her daim güler yüzlü Yolcu’nun yaptığı gibi..
Tan vaktinin şebnemi,  yükselmekte olan güneşle birlikte ağaçların üzerinde, sisten hareler yaratıyor, rüzgar bulut dağıtan kırlangıçlar gibi sabahın dumanını, bir o yana bir bu yana savuruyordu.
Aklım hep Yolcuda.
Sanki dağılıp giden dumanın içindeymiş gibiydi..
Özdemir Asaf’ın bir şiiri düştü dilimin ucuna. Biraz üzerinde oynayarak döktüm dilimden şiiri;

Bir adam geçti kendi çizgilerinden
Katmalı katmalı günlere dolan
Gitmenin kalmaya açılan kapısından
Bir adam geçti, ellibir yılı da insan....
 
Hayatını Yola adadığından söz etti gençler.
Yaşadıklarından, zorluklara umutla göğüs gerişinden söz etti dostları, yoldaşları.
Peki, hiç kusuru yok muydu Yolcu’nun?
Derler ki; eskinin büyük seramik ustaları, kusursuz bir iş çıkardıklarında, belleğin ve yaratıcılığın seramik içinde tutsak kalmasını engellemek için en sonunda yaratılan eserin üzerine bir çizgi bırakırlarmış. İşte Yolcu’nun yaşamımıza attığı çentikler de bu türden çentiklerdi.
Hayatın devamlılığını sağlayan bu kusurlarla ve hayatımıza atılan çentikleriyle yola devam edeceğiz.
Yolcunun, her daim, hemen omuz başımızda olduğunu bilerek..
Bilerek, Yolcunun, nefes nefese yaşadığı kısa ömründe, her nefese bir şeyler sıkıştırdığını ve üflediğini ateşe.
Ona hiç de cömert davranmayan zaman çook ama çok çabuk  bıraktı elini.
Ama, bakın!
İşte, hala dumanı üstünde ateşin.
Biliyoruz, şavkı vurdukça  yüzümüze o ateşin, zaman yolcuların elini asla bırakmayacak..
Düşlerin, düşlerimiz...
Bir kez daha selam sana,  eyy Yolcu!..