Selamünaleyküm diktatör

ONUR BEHRAMOĞLU - @onurbehramoglu

“Selamün Aleyküm Sayın Cumhurbaşkanım” diye başlayan mektuba nazire

Bizler senin iktidarına son vermek isteyenleriz; yaradılanı yaradandan ötürü sevdiğini ileri süren milli irade değil, öbürleriyiz, ötekiler. Hepimiz kendimizi öyle tanımlamasak da solcu -hiç değilse hümanist ve (‘burjuva demokrasisi’ diyerek biraz küçümsesek de) görece demokrat- olduğumuzu söyleyebiliriz. Anarşist, sosyalist, komünist olarak tanımlanmayı onur sayanımız da var, hiçbir tanıma, hiçbir –izm’e sığmak istemeyenimiz de. Yine de çoğumuz, aralarındaki farklara pek de aldırış etmeksizin anarşisti, sosyalisti, komünisti temiz, halis, namuslu insan bilip kucaklarız. Kemalizmi devlet ideolojisi kabul edip eleştirirken Mustafa Kemal’in mirasının olumlu yanlarını sahiplenerek ilerici tutum almaya çalışanlarımız ağır basar. Bölünüp-parçalanma kaygılarından beslenen antiemperyalizm vurgusu kimimizi zaman zaman gri tonlara bürüse de, rengâhenk bir çokkültürlülükten yana enternasyonalizmdir asıl güzelliğimizi veren.

Vicdanlıyız, demek ki ağır yaralı. Evladını arayan Cumartesi annesinden Guantanamo’daki tutsağa, uzak galaksilerdeki yıldız tozlarından Roboski’deki katıra, her şey derttir bize. İzlediğimiz filmin sonunda bir haksızlığın telafi edilmemesiyle geceler boyu uykusuz kaldığımız da olur, eski bir şarkıyı kendi kendimize mırıldanıp sessizce ağladığımız da. Muhabbetini varlığından çok sevdiğimiz içki, en başta rakı olmak üzere hayatımızdadır ama merkezinde değil, merkez üssü kalbimiz olan kederin çeperlerinde. En coşkulu halay, en yiğit harmandalı, en başkaldıran marşlar da bizdedir.

Ev içi olanaklarımız kısıtlı olmasa daha fazlasına hazırız ama şimdilik bir kedimiz ya da köpeğimiz var can yoldaşı; balığımız, kuşumuz, niyetimiz var hayatı paylaşmaya. Nâbi’nin dediğidir: “Bağ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz / Biz neşâtın da gamın da rûzigârın görmüşüz.” Dünya bahçesinde, o karşıtlıklar bileşkesinde, o diyalektik diyarda ne görüp yaşamışsak yoğun yaşamışızdır, ne görüp yaşayacaksak yoğun yaşanacak. Buna izin vermemek için örgütlenip üzerimize saldıranlara karşı hep biraz ah eder gibidir, hazândır, bahârdır, rûzigârdır kalbimiz; fiyaka olsun diye değil, uzun sürmüş bir günün akşamı gibi olduğumuzdan, öyle.

Ölüm gerçeğini bile bile hayattan yana -başkalarının hayatları için de çarpışma kararlılığıyla- tavır alışımız, bencilliğin gitgide hoyratlaştığı çağda, biraz şair biraz mecnun kılar bizi. “Başka bir dünya mümkün!” diyerek her şeyi şimdi ve burada gerçekleştirmeye çalışırız zira cennet-cehennem, Tanrı inancı en güçlü olanlarımızda bile, masaldan öte değildir. Yaşam, en başta kendine masal anlatmamakla, kendi gerçeğinle yüzleşmekle başlar, biliriz. Bütün kalıplaşmış fikir ve inançları açıkça sorgulayabilme azim ve kararlılığımızla dinsiziz, süregiden sorunlara formüllerle değil işleyen zihinlerle yanıt arayışımızla dinsiz. En Müslüman, en Ermeni, en komünist, en Beşiktaşlı, en erkeğimiz bile, kimliğini bayrak yapıp dindarlaştığında huzursuzlanarak kendini yeniden yaratmaya çabalıyorsa bundandır. ‘Yaratma’ eylemini en insanca eylem sayıp sahiplenerek yaratıyor, yaratıyor, yaratıyorsa bundan.

Ve en imanlı, en inançlılar da bizleriz. “Benim bir karıncaya / ulu nazarım vardır” diyerek bir mertebeye erişen (hiyerarşik basamakları çıkan değil, yol yürüyüp erişen!) Yunus da bizden, “Eksiklik kendi özümde / darına durmaya geldim” diyerek ruhunu terbiye eden Pir Sultan da.

“Sigaranı söndür, burası yalnız efe’nin sır olduğu yerdir!” Böyle bir cümle okumayalı ne kadar oldu ya da hiç kitap okudun mu, bilmiyoruz. Yan yana gelen kelimeleri seviyoruz biz; inanacaksak, hâlâ yan yana gelmemiş kelimeler olduğuna inanmayı. İki harfin, iki rengin, iki sesin buluşmasıyla çakan kıvılcımda insanın aşk halini duyuyor, görüyoruz. İki harf, iki renk, iki ses böyle ateşlenip yangınlar çıkarabiliyorsa, iki insan devrim yapar diyoruz.

Eskilerin sözü: “Kimseye kötülük etme, yoksa Allah seni taş yapar!”

Taşsın, taşlaşmışsın sen, mezartaşısın. Toprak da kabul etmeyecek, kusacak seni.

Zaman biziz, bir çocuğun en sevinçli rüyasıyız, rüzgârız biz.

Gözlerimize bakmaktan kork, ışıltılı gözlerimize! Oradan başlayacak büyük taarruzumuz.

Nicesini tanıdığımız, nicesine şiirler yazdığımız-şarkılar adadığımız-ağıtlar yaktığımız yalnız efelerimizin baş eğmeyen ruhlarına duyduğumuz saygıyla söndürüyoruz sigaramızı. “Biz ölmeyiz, sır oluruz” diyerek yakıyoruz sonra!.. Karanlıkta milyonlarcayız, milyonlarca yalnız efe, karanlığın üzerine üzerine yürüyoruz. En yıkılmaz sanılan sarayların kapılarına dayanıyoruz haykırarak:

Selamün aleyküm diktatör!