Son üç-beş gündür söylenenler, yapılanlar bir kez daha ispatladı ki Saraylılarla en saçma tartışma onlara şöyle seslenmektir:

“Ama bu yaptıklarınız hukuka aykırı! Ama siz daha önce öyle değil şöyle demiştiniz!”

Çünkü bu tür sorgulama onları hâlâ ‘tartışılabilir, ikna edilebilir’ bir konuma yerleştirmektedir. Bakın işte tam da Üsküdar’da cami yıkarken “camileri ahır yaptılar, apartman bodrumlarında namaz kılıyorduk” diyebiliyor. Patronların gözüne bakarak “Her kriz beraberinde birçok fırsatı getirir” dedikten hemen 16 dakika sonra da “Türkiye’de ekonomik kriz yok, manipülasyon var” diyebiliyor. Almanya’da “AB ile birlikte yürüyeceğiz” dedikten sonra da “AB’yi referanduma götürürüz” demedi mi? Dedi.

Hal böyle olunca muhaliflerin önemli bir kesimi ironiye, kara mizaha yönelmeyi tercih ediyor. Öyleyse burada önce bir yanlışı düzeltelim: Aktarıldığı üzere CB (Cumhurbaşkanı) gazetecilere “Merabalar nasıl gidiyor arabalar?” demiş olamaz! Çünkü birincisi Saray’da ‘merhabalar’ filan denmiyordur, ikincisi arabalar değil ‘marabalar’ olmalıdır, selam verdiği gazeteciler onun gözünde marabadır. Hem ne demişti zaten? “Medya ile demokrasi olmaz.”

Yanlışı düzelttik ve doğrusu da muhtemelen mesela şöyledir: Selamünaleyküm nasıl doluyor aküm?

McKinsey sayesinde dolacaktı aküsü, çok şey ettiler ve o da sadece MC (Milliyetçi Cephe) kısmını alıp “biz bize yeteriz” diye kestirip atmadı mı? Attı. Ve işte başta Bahçeli, tüm marabalar şimdi ters kaplumbağalar!

Danışmanlık şirketinin tam ismi McKinsey&Company ve burada ‘Company’ kelimesi ‘Şürekâsı’ yani ‘Ortakları’ demek oluyor. Damat da tam o şürekâya dâhil olmak üzereyken kayınpederi iptal edince, herkes haliyle soruyor: O şürekâlığı eleştirenlere “spekülatif söylemler ihanettendir” dedin ama, kayınpederine ne diyorsun?

Kayınpederi pekâlâ bu ecnebi danışmanların kendisini pek takmayacağını da düşünmüş olabilir. Ege Cansen yazdı: Rivayete göre, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 100 kadar danışmanı varmış. Yakın bir arkadaşı kendisine, danışmanlarından memnun olup olmadığını sormuş. O da “Hiç memnun değilim, bir gün bile gelip bana bir şey danışmadılar” diye dert yanmış.

Kapkara memlekette işte böyle en geçer akçe kara mizah ve ironi, yani tahlil filan bir noktadan sonra hakikaten anlamsız. Çünkü apolitik siyaset hüküm sürüyor ve tek siyaset bir tek CB’nin cebinde, bir tek o siyaset yapma hakkına sahip. Çünkü siyaset aslında fiilen ve hatta bazen resmen yasak: Fonksiyonsuz Meclis, AKP dâhil fonksiyonsuz partiler hep CB’ye endeksli değil mi?

(Duydum! “Orta yerde meşru zemin mi kaldı ki” dediğinizi duydum!)

Zaten siyaset nedir ki? Arapça ‘seyislik, at bakıcılığı’ kelimesinden türetilmiştir ve ‘yönetme’ demektir, sadece CB yönetiyor ve bu tam da “biz bize yeteriz yani ben size yeterim” oluyor. Ve siyaset, aynı zamanda ‘şer’i hüküm olmaksızın cezalandırma’ demektir ki CB bunu da bihakkın ve biteviye yerine getiriyor.

Siyasetin seyislik, at bakıcılığı bağlamında ise McKinsey vakasında elbette bir at pazarlığı ihtimali de olabilir. Taraflar arasında menfaat sağlamaya dayalı hileli ama olumlu sayılan anlaşmaları kasteden at pazarlığı (horse-trading) terimi Amerikan siyasetinde sıkça kullanılır, bizim coğrafyada bu tür bezirgânlık zaten epey revaçtadır. Bunu da not düşmüş olalım.

Peki, bu pazarlık nasıl bozulacak? “Meclis’teki muhalefet sayesinde” demeyin, ağzımı bozarım. Genel başkan sıfatıyla siyaset figürü olmaktan vazgeçip siyaset figüranlığına soyunarak, muhalifliği ‘sağcı seçmenin dilinden konuşmak’ diye tahrif edip tarif ederek ve cami kapısında iktidar dilenerek siyaset olur mu? AKP faşizmiyle mücadeleyi bırakıp, “bunlar gerçek Müslüman değil, yetim hakkı yiyorlar” diye yakınmakla Müslümanlar ikna edilemiyor. Onların büyük çoğunluğu zaten her şeyin farkında ve birçok şeyi dinlerine aykırı görmüyorlar!

Yani demem şu ki, durum tespiti yorumlarını okurken ve yazarken artık sıkılıyorum.

Ne yapacağız? Bugüne dek devrimci muhalifler olarak Türkiye’yi doğru yorumladık, şimdi ise Türkiye’yi artık yorumlamak değil değiştirmek lazım.

İşte bu ironi değil.