İspanya’nın ünlü müzik festivali Primavera bu sene efsanevi bir müzisyen kadrosuna ev sahipliği yaptı.

Selda Bağcan’dan Radiohead’e Primavera

Sadece İspanya’nın değil, Avrupa’nın en önemli müzik festivallerinden biri haline geldi Primavera. Bu sene rekor bir katılımla 124 farklı milletten, toplamda 200 bin biletli seyirci takip etti festivali. 2016’da Avrupa’daki birçok festivali ezecek güçte bir ‘lineup’ı vardı festivalin. Radiohead, PJ Harvey, Brian Wilson, Sigur Ros, Air gibi efsanevi birçok müzisyen ve grubun yanı sıra, sağır sultanın da duyduğu üzere Selda Bağcan da festivalin önemli sahnelerinden birinin konukları arasındaydı.

Elbette festivalin bu yoğun ilgiyi görmesinde tek sebep müzik değil. Deniz ürünlerinin ağırlıkta olduğu o eşsiz yemek kültürü, şehrin tam ortasında yer alan gayet hoş plajı ve şehirle bütünleşen sanatkârların, mimarların eserlerini görebilme fırsatı Barselona’yı festival severler için daha da cazip kılıyor. Bu seneki festivale ve şehre dair notlarım, yerim yettiğince, şöyle…

*Uzun zamandır izlediğim en etkileyici konserlerden bir tanesi PJ Harvey’nin Primavera’daki performansıydı. Kadın rock müzisyenler arasında son yirmi yılın emsalsiz vokallerinden biri PJ Harvey. Bunu müzisyeni canlı izleyince özellikle fark ediyorsunuz. Konser boyunca festival seyircisinin sanki bir klasik müzik etkinliği izliyormuşçasına pür dikkat kesilip, ağızlarını bıçak açmadığı birçok an oldu. Sahnedeki müzisyenlerin, tamamı siyahlar içerisindeki kıyafetlerine de yansıyan uyumları benzersizdi. Bu akşam Zorlu PSM’de de sahne alacak olan PJ Harvey’yi izleyecek olanlar çok şanslı.

*Radiohead son albümü A Moon Shaped Pool’un ağırlıkta olduğu ama OK Computer ve Kid A gibi klasiklerin de unutulmadığı bir konserle karşımıza çıktı. Paranoid Android’in, Everything In It’s Right Place’in, Street Spirit’in de yer aldığı şarkı listesi dinleyicileri fazlasıyla tatmin etti. Üstelik kapanışı da büyük bir sürprizle, Creep’le yaptılar. Ancak maalesef bu konser, Primavera’nın zaman zaman sorunlu olabilen ana sahnesindeki sesin tuhaflığı yüzünden, benim beklentilerimin altında kaldı. Yıllar önce ilk Radiohead konserimi Selanik’teki küçücük bir anfi tiyatroda izlemiştim. Bu konseri büyük ve akustiği harika bir anfi tiyatroda izlemeyi tercih ederdim. Ancak o zaman bu özel ve harika konserin tadına tam olarak varılabilirdi.

*Arctic Monkeys’in vokalisti Alex Turner ve Miles Kane’in ortak projesi The Last Shadow Puppets festivalin bir başka yıldızıydı. Alex Turner’ın etkileyici üretkenliği ve sahnedeki karizmatik kimliği onu kuşağının en çok göze çarpan isimlerinden biri haline getiriyor. Miles Kane’le birlikte yaylıların ve gitarların kusursuz birlikteliğini sergiledikleri The Last Shadow Puppets ise sizi fazlasıyla yukarı çeken enerjisiyle öne çıkıyor.

*Brian Wilson’ın The Beach Boys’un Pet Sounds’unu baştan sona icra ettiği konser çok etkileyiciydi. Wilson topluluğun bu albümündeki şarkıları The Beatles’ın Rubber Soul’undan etkilenerek bestelemişti. Bu sene 50. yaşına basan albüm hala ilk günkü kadar etkileyici.

*Kevin Parker’in şarkılarını tek başına yazdığı, tüm enstrümanlarını çaldığı ve kayıtlarını kendisinin yaptığı Tame Impala albümü Currents geçtiğimiz yılın en iyilerinden biriydi. Kevin Parker’ı sahnede, grubu Tame Impala ile izlemek gerçekten oldukça çarpıcı bir deneyim. Saykodelik rock müziği, fütürist ve yenilikçi öğelerle birleştiren Tame Impala, muazzam bir dengede duruyor.

*Selda Bağcan’ın Primavera performansı onun ilk uluslararası festival deneyimi değil. Ama Türkiye’de müziğin ve müzisyenlerin gördüğü giderek kötüleşen muamele yüzünden zamanlaması anlamlıydı. Uluslararası dinleyicilerin yanı sıra, Selda Bağcan’ın Barselona konseri izleyen ciddi sayıda Türk de vardı. Maddi, politik, terör gibi farklı sebepler yüzünden konser vermenin gittikçe zorlaştığı Türkiye’den uzakta, “Aslında her şey ne kadar güzel olabilirdi” hissiyatıyla izlenen, çok özel bir konserdi Selda Bağcan’ınki. Hâlâ izlemediyseniz, konserin birçok farklı videosunu Instagram’dan ve Youtube’dan bulabilirsiniz.

*AIR’in Moon Safari’den şarkılara da yer verdiği nostaljik performansı, Neon Indian’ın enerjik dans ritimleri, Ty Segall and The Muggers’ın gösterişli rock’n roll’u, Pantha Du Prince’in hipnotize eden konseri, Richard Hawley’in büyüleyici rock tonu, Julia Holter’ın caz festivallerine yakışacak enginliği, Beach House’un derin melankolisi, Destroyer’in naif alternatif rock’ı beni etkileyen diğer performanslar arasındaydı.

*Eğer Barselona’ya yolunuz düşerse El Quim’de ve Federal Cafe Gotic’te kahvaltı yapmayı, Quimet & Quimet ve Canete’de öğle yemeği yemeyi, Cal Pep ve Tickets’ta akşam sofrasına oturmayı da kesinlikle atlamayın.