Selefizme kurban edilen sivillerin ardından: Batı’nın Selefizm karşısındaki sefaleti!

> HAKAN GÜNEŞ @hakangunesh Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Brüksel saldırılarını takiben Avrupa Birliği ülkelerinin Adalet ve İçişleri bakanları olağanüstü toplanarak AB’nin yeni terör saldırılarını önlemek için yapabileceklerini konuşup karara bağladı. Bir önceki olağanüstü toplantıyı Paris Saldırıları sonrasında gerçekleştirmişlerdi. Onlarca bakanın bir araya gelerek vardıkları sonuç ortalama bir polis müfettişinin bir saldırı sonrası ilk 5 dakikada önerebileceği önleme araçlarından oluşuyordu. Toplantı sonuçlarını gözden geçirdiğiniz zaman Avrupa’nın derinlikli bir anti-terör ve daha adlı adınca söyleyecek olursak bir global-selefi-cihadist karşıtı programa sahip olduğunu söylemek zor. Bir bütün olarak AB ve/veya AB’yi oluşturan ülkelerin kendilerini polisiye tedbirler ile koruyabilecekleri kanaati bu konuda bir riayetsizlikten mi kaynaklanıyor yoksa emperyal siyasetlerinin yapısal bir semptomu mu?

AB’nin neden Selefi-Cihadizm ile derinlikli bir mücadele politikası/stratejisi olmadığını çözümlemek için Batı ülkelerinin son 18 yılda uğradıkları saldırıların sayı ve etkilerine ve bunlardan sonra ortaya konan tutumlara bakıp ardından da Brüksel saldırılardan sonra Batı cephesinde yeni bir strateji var mı bunu anlamaya çalışalım:

Selefi Cihadist Saldırıların Kısa Bilançosu:
Soğuk Savaş’ın bitişi ile sosyalist bloğu İslamcılarla kuşatma politikasına son veren ABD ve Batılı müttefiklerinin kendilerinin doğrudan hedef alındığı ilk eylem serisi için 1998 yılına gelmek gerekti. 10 yıl önce Sovyetlere karşı Stinger füzeleri ve petro-dolarlarla donatılan cihatçılar Usame bin Ladin liderliğinde uluslararası bir platform oluşturup ilk ciddi ölçekli eylemlerini 1998 yazında ABD’nin Tanzanya ve Kenya Büyükelçiliklerine yönelik 200’den fazla kişinin öldüğü bombalı intihar saldırıları ile başlattılar.

Birkaç yıl ABD’nin yurtdışındaki çeşitli askeri ve diplomatik merkezlerinin hedeflendiği eylemlerin ardından küresel selefi-cihadizmin ikonik eylemi olan 11 Eylül 2001 saldırıları gerçekleşti. Bu olay bilindiği gibi Batılı bir ülkenin kendi topraklarında uğradığı ilk İslamcı saldırı eylemi idi. El Kaide’nin adını dünya terör saldırıları listesinin başına yazdıran olay selefi cihadizmin yükselişi değil, siyasal-İslamcılığın sonu, soğuk savaş dönemi birikiminin tepe ve dolayısıyla aynı zamanda iniş noktası olarak yorumlandı.

Ancak olaylar hiç de öyle gelişmedi. Küresel Selefi-İslamcı terörizmin oluşum ve gelişiminde Soğuk Savaş ve Yeşil Kuşak projesinin çok büyük bir rolü bulunsa da Selefizmin artık kendi dinamikleri, insan ve para kaynağı, ideolojisi ve kendini yeniden üretebileceği dayanakları vardı. Nitekim 11 Eylül’ü takiben Afganistan’a yapılan müdahale küresel cihadı Hindistan, Pakistan, Endonezya gibi Asya ülkelerine olduğu gibi Avrupa’nın kalbine de taşıdı.



Avrupa’da sivillerin hedef alındığı ilk Selefi-Cihadist saldırılar 2004 yılında başladı ve geride bırakılan 11 yıl boyunca hiç durmadı. 11 Eylül sonrası Endonezya ve Türkiye gibi ülkelerdeki “Batılı” sivilleri ve temsilcilikleri hedef alan küresel cihatçı saldırılar Avrupa topraklarına önce 2004 Mart ayında Madrid Tren İstasyonu ardından da 2005 Temmuz’unda Heatrow Havalimanı Metrosu’ndan bir dizi intihar bombacısı ile giriş yaptı.

Evinde vurulan Avrupalı ülkelerin Selefi-Cihadizmi büyütüp besleyen ve ideolojik olarak yeniden ve yeniden üreten ülkelere yönelik politikasında bir değişik oldu mu dersiniz? Birkaç haftalık anti-Cihadist hamaset dışında Selefi-Cihadizmin doğum ebesi olan Büyük Britanya’dan politika değişikliği görmek tam bir iyimserlik olacaktı. Londra’nın sol ve sağ hükümetleri Suudi Arabistan ve Körfez monarşileri üzerinden hala yönettiklerini zannettikleri selefi şeyhlerin militanlarınca kendi evlerinde vurulduklarında bile emperyal siyaset uğruna birkaç yüz İngiliz sivilin kurban edilmesinde sakınca görmediler. Britanya, Afganistan’da ve Irak’ta yaptıklarına Libya’yı eklemek için Fransız emperyalizmi ile kimi zaman yarıştı, kimi zaman ise işbirliği yapmaya devam etti.

Madrid ve Londra saldırılarını takip eden 10 yıl boyunca İngiltere, Fransa, ABD gibi Batı ülkelerinde daha küçük çaplı saldırılar gerçekleşti. Saldırıların şiddeti El Kaide’nin yanında 2014’te İŞİD’in sahne alması ile yeniden yükseldi. 2014-2016 arasında İŞİD selefi-cihadizmin şiddet eşiğini yükselten onlarca eyleme imza attı. Bu saldırılarda en çok yurttaşını kaybeden Fransa, Paris saldırılarından sonra bile Ortadoğu politkasınında önceliği IŞİD’in yenilmesinden ziyade Esad’ın devrilmesi olarak formüle etti. Fransa da tıpkı İngiltere gibi selefi-cihadizmle dolaylı dış politik ittifaklarına kendi halkını kurban etmekte büyük bir sorun görmedi.
Suudi Arabistan’ın Selefi ahalisi ve İsrail’in Siyonistleri birbirlerinden nefret etmelerine karşın Ortadoğu politikalarında aynı öncelikleri formüle ediyor olmaları nasıl tuhaf ama gerçek ise yurttaşlarını kurban veren Avrupa ülkelerinin hala ciddi, derinlikli ve esastan bir anti-selefi kampanya başlatmamış olmaları da aynı ölçüde soğuk bir gerçektir.

Kapıya Jandarma Dikme Siyaseti
Avrupa’nın Selefizmle ölümcül valisini Brüksel örneğinde detaylandırarak anlatmaya çalışalım. Brüksel saldırılarından iki gün sonra yani bu yazının yayınlanmasından 3 gün önce AB içişleri ve adalet bakanları olağanüstü bir toplantı için bir araya geldiler. Bu olağanüstü ciddi ve önemli toplantının sonuçlarını ev sahibi ülkenin Adalet Bakanı Koen Geens’in basın konferansına yaptığı sunumdan aktaralım:
-Mülteci ve yabancı girişleri konusunda bilgi paylaşımının arttırılması;
-İstihbarat birimleri bilgi paylaşımının paylaşımının arttırılması;
-Adli organların (soruşturma) bilgi paylaşımı;
-Ortak Soruşturma Birimlerinin oluşturulması
-Viber, Skype gibi (klasik olmayan) haberleşme araçlarına istihbaratın erişebilmesi konusuna bir çaba sarfedilmesi.
Özetle terörizmin ne Avrupalı yurttaşlar ne de Müslüman ülkelerdeki kaynakları, onu yeniden ve yeniden üreten ideoloji ve olanakları hedef almayan, sadece istihbarat eksikliğini giderererek sorun çözmeye çalışan bir başka AB toplantısı daha... 2004-2005 Madrid ve Londra saldırılarından sonra değişmeyen siyasetin 2005-2016 Paris ve Brüksel saldırılarından sonra da değişmediğinin en açık kanıtı bu toplantının sözde sonuçları oluşturuyor.

İtiraf edilen Zafiyet:
Olağanüstü toplantı sonunda tek samimi itiraf Avrupa Birliği Konseyi İç İşleri, Göç ve Vatandaşlık komisyoneri Dimitris Avramopoulos’dan geldi: Avramopoulos “her saldırıdan sonra bir araya gelinip aynı sözleri tekrar ettiklerini ve artık değişiklik yapmak gerektiğini” belirterek “terör saldırıları karşısında siyasi irade-istek eksikliği, koordinasyon eksikliği ve en önemlisi güven eksikliği olduğunu” açıklıkla itiraf etti. Bu konuda “ulusal hükümetleri sözlerine sahip çıkmaya ve uygulamaya geçmeye” çağırdı. Avramopoulos’un sözleri AB düzeyindeki siyasi irade ve istek ortaklığı olmadığının en açık ifadesi oldu. Avramopoulos’un sözlerine ilave yapmadan açıklık getirelim: AB sivil yurttaşlarını kurban vermek pahasına birbirinden istihbarat kaçırıyor, bilgi paylaşmıyor ve işbirliği yapmıyorlar.
Bush dönemine oranla daha dengeli bir Ortadoğu siyaseti deneyen Obama’nın bir parça dahi olsa yapmaya çalıştığı Selefizmi besleyen ülkeleri dengeleme siyaseti Avrupa’da henüz yeterince karşılık bulmuş görünmüyor. Avrupa kapıya jandarma dikerek Ortadoğu’daki müttefiklerinin besledi örgütlerin cinayetlerini kendi evi dışında (örneğin Suriye, Irak ya da Türkiye gibi umursamayacağı bir ülkede) işlemesini istiyor ama katil çoğu zaman ya bacadan girmiş oluyor ya da zaten salondaki perdenin ardından çıkıveriyor.