Çocuklardan biri Andre’ye endişeyle sorar: “Hangi sloganı seçtiniz öğretmenim?” Bir başkası, “En iyisi ‘Yaşasın devrim ruhu!’ öğretmenim!” der. İlk derste öğrencilerin bu slogan meselesine neden bu kadar takıldığını anlamayan yeni biyoloji öğretmeni Andre, “Evet, onu seçtim” deyince çocuklar çok sevinir, sınıfın endişeli havası dağılır.

***

2001 tarihli Arnavutluk filmi Parrullat!/Sloganlar!’ın öyküsü böyle gelişiyor. Öğrenciler bu sloganı beyaza boyanmış taşlarla bir tepenin yamacına yazmaları gerektiğinden, öğretmen daha uzun sloganı seçmediği için seviniyorlar. O sırada Fransızca öğretmeni Diana’nın sınıfındaysa yas havası hâkimdir; okul yönetimi yeni gelen Andre’ye jest olsun diye iki slogandan birini seçme hakkı tanıdığında Andre “Yaşasın devrim ruhu!”nu seçince Diana’nın sınıfına daha uzun olan “Amerikan emperyalizmi kâğıttan bir kaplandır.” sloganı kalmıştır.


Filmin geri kalan kısmında, bu sloganların işaret ettiği tüm olgulardan uzak bir yaşam süren köy çocukları ve öğretmenlerin trajikomik slogancılık çabalarını izleriz. Slogan yazma işi o kadar zordur ki, çocuklar ne yeterince uyuyabilir ne de ödevlerini yapabilirler. Üstelik toprak kayması veya bölgeden geçen keçiler gibi doğal nedenlerle bozulan sloganların sürekli yenilenmesi gerekir. Böylece okul temel işlevini yitirir, yırtık ayakkabılı çocukların, yoldan hızla geçip gidecek parti yöneticilerinin göreceği umuduyla, sürekli bozulan ya da zamanla içeriği değişen yazılar için çalıştırıldığı bir ‘slogan üretim merkezi’ne dönüşür.

Sloganların insan toplulukları üzerindeki gücü, ‘söz’ün bir büyü aracı olarak kullanıldığı çok eski zamanlara dayanır. Kabaca ‘sembolik akıl’ diyebileceğimiz bu düşünme tarzında kişi ve nesnelerin isimleri sanki onlardan bağımsız somut varlıklarmış gibi algılandığı için büyü nesnesine dönüşür. Tıpkı woodoo büyüsünde kullanılan bez bebeklerin hedef seçilen kişiye benzetilmesi çabasında olduğu gibi, iyi ve kötü ruhların hedefi bulabilmesi için bu ‘nominal’ işaretlemenin mutlaka yapılması gerekir.

Tarihsel süreçte bilimsel düşüncenin gelişimi ‘sembolik akıl’ı aşar ama ne yazık ki onu ortadan kaldıramaz. Böylece ortaya, ‘sembolik-üstü akıl’ çıkar.

***

Sembolik-üstü aklın ‘üst’ kısmı bize doğanın evrim süreçlerini, fizik yasalarını, güneşin niçin ısıttığını, yağmurun nasıl yağdığını açıklarken, sembolik akıl da büyüden fala, Cuma hutbesinden politik mitinge, açık ve gizli halleriyle varlığını sürdürür. Sloganlar, isimlendirmeler, yeniden-isimlendirmeler de böyle ortaya çıkar. Sloganlar!’ın çok acayip bir sahnesinde, bir çocuk derste “Sovyetler Birliği revizyonisttir, Çin ise sosyalisttir.” demesi gerekirken “Sovyetler Birliği sosyalisttir, Çin ise revizyonisttir.” deyiverir. Bir keçi çobanının oğlu olan bu çocukcağız SSCB’yi Çin’i ne bilsin! Bir de işin içine revizyonizm ve sosyalizm gibi kavramlar girince, ezberlenmiş bir sloganın önceki versiyonuyla yeni versiyonu birbirine karışmıştır. Bu yüzden okulda büyük bir soruşturma açılır. Çünkü, evet, eskiden SSCB dost ve müttefikimiz iken şimdi işler değişmiş, Çin dost ve müttefikimiz olmuştur (şöyle de denebilir: 'SSCB ne istedi de vermedik ama aldatıldık işte!) ve bunun tersini söylemek ihanettir! Bir sonraki değişime kadar…

Sloganlar bu akıl biçiminin en görünür hali tabii; bir de bunun en basit gündelik hayat pratiklerine bile yansıyan halleri var ki, düşman başına bile olmasın lütfen! Konuşma metinlerini yazan danışmanları artık sürekli kopyala-yapıştır mantığıyla çalıştığı için her seferinde aynı şeyleri söyleyen ‘prompter reyiz’i alın mesela; sembolik-aklın ‘bir şeyi söylediğinde onu yapmış olma yanılsaması’na dayalı büyüsel gücünün en çağdaş örneğini görürsünüz.

***

‘Reyiz’i konuşurken hipnotize olmuş gibi dinleyen kitle, bu büyünün hem hedefi hem de ortağıdır. Arabayı bakıma götürdüğümde sanayideki ustaya bugün Arnavutluk’ta benzinin yaklaşık 1,2 avro’dan satıldığını söylüyorum. Önce bir afallıyor, benzinin yaklaşık 8 birime satıldığı ülkenin yurttaşı olarak 1,2 birimi kafasında bir yere oturtamıyor. Sonra “Yani bizim paramızla 12 lira yapıyor.” diye açıklıyorum, işte o zaman, faltaşı gibi açılmış gözlerinde aynı anda bir rahatlamayla şöyle diyor: “Vay be abi, desene onların durumu bizimkinden daha kötü!”

Çok saçma, ama büyü böyle gerçekleşiyor işte…