ATA DEVRİM George Herbert Mead’in verdiği derslerde öğrencilerinin çabaları sonucu bir araya getirilen notlardan oluşan Zihin, Bellek ve Toplum ilk bakışta zor görünen ama ilerledikçe berrak düşünce akışı ile okuru büyüleyen bir kitap. Mead, öncelikle ‘taklit’ gibi bir olgunun varsayılandan çok daha karmaşık bir güdülenime dayandığını gösterir. Bir varlık, diğer varlığın çıkardığı seslerden belirli bir […]

Sembolik etkileşimciliğin kuruluşu

ATA DEVRİM

George Herbert Mead’in verdiği derslerde öğrencilerinin çabaları sonucu bir araya getirilen notlardan oluşan Zihin, Bellek ve Toplum ilk bakışta zor görünen ama ilerledikçe berrak düşünce akışı ile okuru büyüleyen bir kitap. Mead, öncelikle ‘taklit’ gibi bir olgunun varsayılandan çok daha karmaşık bir güdülenime dayandığını gösterir. Bir varlık, diğer varlığın çıkardığı seslerden belirli bir haz aldığında, aynı hazza yeniden ve yeniden erişmek için bu diğer varlığın çıkardığı sesleri taklit eder. Davranışçı psikolojinin gözden kaçırdığı şey, dilin toplumsal olarak üretildiği gerçeğidir. Mead’in yakın dostu John Dewey’e göre dil gibi ‘anlam’ da iletişim süreci içerisinde inşa edilir. Bir varlık, diğer varlığın jestine karşı bu jesti yorumlayarak ya da diğer bir ifadeyle bu jestin içerdiği anlama erişerek bir tepki ortaya koyar.

Mead’in ‘davranışçı sosyolojisi’, Jürgen Habermas’ın İletişimsel Eylem Kuramı’nda belirttiği gibi, davranışçı psikolojiden farklıdır. İkincisinde varlıkların çeşitli uyarıcılara yönelik tepkileri, Mead’in yaklaşımında ise varlıkların birbirlerinin davranışlarına yönelik tepkileri ele alınır. Bunun ötesinde, sosyoloğun ortaya koyduğu ‘sembolik etkileşimcilik’, felsefi argümanlara giden kapıyı da aralar. Mead ‘akıl nedir?’ ya da ‘aklın göstergesi nedir?’ gibi sorulara yanıt vermekten çekinmez. Görece gelişmiş varlıklar, uyarıcıya yanıt vermeden önce uyarıcı niteliğindeki davranışın anlamını kavrar ve buna göre bir tutum geliştirirler. Bu bağlamda, akıl, belirli bir uyarıcıya verilecek alternatif tepkiler arasında seçim yapabilme yetisidir. Mead’in böylelikle aktör bağlamında metodolojik olarak iktisada yaklaştığı söylenebilir.

Bu bağlamda, belirtmek gerekir ki, akıl ile ilgili parlak felsefi argümanlardan yalnızca Mead’in bireysel çabaları sorumlu tutulamaz. Amerikan sosyolojisinin izlediği yol da hesaba katılmalıdır. Sözgelimi William Isaac Thomas ve Florian Znaniecki, toplumun değerlerinden ve koşullardan oluşan ‘durum’ kavramını ortaya atmışlardır. Onların yaklaşımında aktörün eylemde bulunması için ‘durum’ ile yüzleşmesi ve bunun ötesinde durumu çözüme kavuşturması gerekir. Çözüm, hiç kuşkusuz aktörün dolaysız olarak aynı eylemi yinelemesi ile olası olamaz. Aktör tepkisini ya da eylemini geciktirmeli, Mead’in belirttiği gibi farklı eylem alternatifleri arasından seçim yapmalıdır.

Sosyoloğumuzun yaklaşımında toplumsal olarak üretilen dil, yalnızca iletişimi sağlama işlevi ile sınırlandırılmamıştır. Bir sembol sistemi olarak dil aynı zamanda bireyin kendi kendisiyle iletişimi olarak düşüncenin de biricik aracıdır. Özellikle gelecek durumlara ilişkin beklentinin varlığında nesnelere birer sembol verme eğilimi güç kazanır. Sembol, nesneyi ileride de anımsamaya yardımcı olacağı gibi nesneyi izleyen durumların da habercisi olacaktır. Kuşkusuz, dil, kazandırdığı öngörü sayesinde nesneler üzerinde denetim sahibi olmayı da olası kılmaktadır.

Mead’in görüşünde birey, tıpkı diğer bireyleri nesne olarak kavradığı gibi kendi kendisine de bir nesne olarak yaklaşabilir. Saf bilinçlilikten farkındalığa uzanan yolda ya da diğer bir deyişle bireyin kendisine nesnel olarak erişmesi için duygusal tutumdan vazgeçilmesi gerekir. Rasyonel davranış başka türlü olası değildir. Peki farkındalık nasıl gerçekleşmektedir? Mead, burada bir başka yakın dostun, Amerikalı sosyolog Charles Horton Cooley’nin ‘ayna ben’ yaklaşımından faydalanır. Birey, kendisine ilişkin deneyime ancak dolaylı olarak erişebilir. Bunun anlamı, bireyin diğer bireylerin ona yönelik tutumlarını dikkate almasıdır. Kuşkusuz, Mead’in teorisinde bundan daha fazlası vardır.

Mead’e göre benliğin ‘ferdi ben’ (I) ve ‘sosyal ben’ (me) olmak üzere iki aşaması vardır. Sosyal ben, Cooley’de gördüğümüz gibi, diğerlerinin tutumuna göre belirlenen, toplumsal etkileşim içerisinde örgütlenmiş davranışlar ortaya koyar. İşlevselcilik, Ruth Wallace ve Alison Wolf’un belirttiği gibi, daha çok bu ben aşamasıyla ilgilenir ve şimdi sözünü edeceğimiz ferdi ben’i önemli ölçüde ihmal eder. Ferdi ben, bir anlamda özerk bir alana işaret eder. Birey, diğerlerinin tutumlarına göre yeni bir tepki geliştirir. Dahası Mead, bireyin diğerlerinin sergiledikleri tutumları değiştirebileceğini iddia eder. Tarihe geçen isimlerin hepsi toplumun görüşlerini -ister yaşadığı zamanda ister gecikmeli olarak- değiştirmiştir.

‘Toplum’ ile ilgili bölümde Mead, ünlü biyolog Jakobvon Uexküll’ün teorileriyle örtüşen argümanlar öne sürer: Organizmanın ‘çevre’ olarak algıladığı şey, organizma tarafından seçilmiş nesnelerden oluşan bir bütündür. Organizma yalnızca kendisinin duyarlılığı ya da -daha anlaşılır bir terim ile ifade etmek istersek- karakteri tarafından önceden belirlenmiş bir çevreye tepki gösterir. O, yalnızca denetleyebildiği ya da yönlendirebildiği nesneleri seçer. Nesnelerin seçimi ve belirli bir bağlama göre örgütlenmelerinin ötesinde varlıkların yalnızca çevrenin etkisi altında kalmadıkları, daha önce doğada bulunmayan nesne ve yapılar ürettikleri söylenebilir. Üretilenler amaç, seçilen nesneler ise bu amaçlar uğruna başvurulan araçlardır. Öyle ki insan bu nesnelere her zamankinden farklı niyetler ile yönelmezler ise bunlar ‘araç’ olmanın ötesinde bir anlama kavuşamazlar. Mead bu argümanları ile felsefî ve daha özel olarak ontolojik yaklaşımlara temas eder. Sözgelimi benzer sorunu ele alan Heidegger, araçsal niyetin gölgesinde kalan aletlerin ancak bozuldukları zaman bu gölgeden kurtulup insanın karşısına dikildiklerini öne sürer.

Mead, toplumu bir organizma olarak görür ama toplumun bir organizma olma niteliğini kazanması için onu oluşturan bireylerin aralarında sıkı ilişkilerin olması gerekir. Bu sıkı ilişkileri kuran ve onlara süreklilik kazandıran şey, iktisadi değişimdir. Weber’den Simmel’e bu değişim ilişkilerine yönelik romantik bir tutum her zaman var olagelmiştir. Montesquieu en azından görece ihtiyatlı idi ve dış ticaretin tersine iç ticaretin yıkım getireceğini düşünüyordu.

Kuşkusuz, bu bağlamda önemli olan, Mead’in katkılarıyla serpilen etkileşimciliğin işlevselcilik karşısında edindiği üstünlüktür. İşlevselcilik, Hobbes’un düzen sorununu -kısaca ‘toplum’ dediğimiz şeyin nasıl olası olduğu sorununu- içselleştirilmiş değerleri, kurumsallaşmış beklentileri ve son olarak yaptırımları öne sürerek çözdüğüne inanır. Mead bütün bu sözde çözümlerin farkındadır ve asıl çözümün eleştirel kavrayışlara dayanan bireyler arası etkilişim olduğuna inanmaktadır.

Yaşamı boyunca sayısız makale yayınlamış olmasına karşın Mead tek bir kitap bile yayınlamadı. Bu nedenle öğrencilerinin çabalarıyla ölümünden sonra basılan Zihin, Bellek ve Toplum önemli bir kazanımdır. Sonrasında Mead’in en önemli mirasçısı saydığı Herbert Blumer, onun yaklaşımına sistematik bir biçim kazandırmış olabilir ama Mead’in sunduğu zenginliğe kendi metinleri aracılığıyla erişmek kaçırılmaması gereken bir ayrıcalıktır.