Son 40 yıllık deneyimi gösteriyor ki, “kazananı az, kaybedeni çok” neo-liberalizmi, başka köklerden gelen siyasi-ideolojik projelerle rezonansa sokmadan hegemonya üretilemiyor. Yeni sağ bu hegemonyayı, neo-liberalizmle muhafazakârlığı eklemleyerek üretmeyi hedefledi. Bu akımın Türkiye temsilcisi ANAP, dinci-muhafazakarlıkla neo-liberalizmi eklemleyerek önce iktidarını sonra yıkımını hazırladı. Sonrasında kurulan koalisyonlar ise, neo-liberalizmi bütünleyecek bir ideolojik hat kuramadıkları için başarısız oldu. […]

Son 40 yıllık deneyimi gösteriyor ki, “kazananı az, kaybedeni çok” neo-liberalizmi, başka köklerden gelen siyasi-ideolojik projelerle rezonansa sokmadan hegemonya üretilemiyor. Yeni sağ bu hegemonyayı, neo-liberalizmle muhafazakârlığı eklemleyerek üretmeyi hedefledi.

Bu akımın Türkiye temsilcisi ANAP, dinci-muhafazakarlıkla neo-liberalizmi eklemleyerek önce iktidarını sonra yıkımını hazırladı. Sonrasında kurulan koalisyonlar ise, neo-liberalizmi bütünleyecek bir ideolojik hat kuramadıkları için başarısız oldu. Bu başarısızlığın sonrasında AKP, dinci-muhafazakarlıkla neo-liberalizmi 2000’li yıllarda bir kez daha rezonansa sokarak iktidarını üretti; yetmeyince, milliyetçiliği işe koştu. Şimdi bir kez daha bu titreşimin, toplumsal alanda yarattığı ağır tahribat ve yıkımın, AKP iktidarına dönüşüne ve bedel ödetişine şahit oluyoruz.

O zaman sormak gerekiyor, önümüzdeki dönemin siyasi iktidarı, hegemonik projesi ve söylemi hangi güçler tarafından ve nasıl şekillendirilecek?

İlk akla gelen kuşkusuz, 31 Mart seçimlerinde AKP karşısında duran siyasal ve toplumsal güçlerin, iktidar perspektifini üretmek için de birlikte davranmasıdır. Ancak hepimiz biliyoruz ki, bu çok kolay bir iş değil; Çünkü çok farklı kesimlerin yer yer uzlaşmaz nitelikte çok farklı beklentileri var. Derin analizleri başka mecralara bırakıp, talepler ve beklentiler üzerinden bazı can alıcı tespitler yapmakla yetinelim.

Beklentiler açısından iyi bir başlangıç noktası AKP’nin yenilgisine yol açan politikalarıdır. AKP’nin yenilgisinde; toplumsal alanın muhafazakarlık ve milliyetçilik üzerinden kutuplaştırılması, ekonomik alanda neo-liberal dediğimiz politikalar ve yarattığı bölüşüm sorunları,  siyasal alanda otoriterlik ve keyfi yönetimin adının yolsuzlukla anılır hale gelmesi üç temel rahatsızlık alanı olarak öne çıktı.

Toplumsal ve siyasal alanda konumlanan AKP karşıtı kesimler açısından bu üç “kötülüğün” aynı derecede önemsenmediğini biliyoruz. Ancak siyasal alanda CHP liderliğinde örgütlenen muhalif cephenin, sözünü ettiğimiz üçlü arasından otoriterlik, keyfilik ve yolsuzluk kalemini öne çıkarıp, birleştirici harç olarak kullandığını söyleyebiliriz.

Diğer bir anlatımla; muhafazakarlık ekseni de, neo-liberal politikalar da, kurulan mücadele söyleminde öne çıkarılmadı. Öte yandan AKP’nin ağırlaşan otoriter yönetim anlayışının öne çıkarılması gayet anlaşılabilir; çünkü yönetim boyutu tüm alanlara yönelik karar alma süreçlerini içerdiğinden, gerek görüldüğünde toplumsal ve ekonomik alanlara yönelik rahatsızlıklara hitap etmeye olanak sağlayabilen bir özelliği sahip. Örneğin muhalefet, neo-liberal politikaların yıkımını konuşmadı ama ekonomideki olumsuzlukların kötü yönetim, kayırmacılık ve yolsuzluktan kaynaklandığını bolca vurguladı.  Ya da bazı vakıflara sağlanan mai destekler, doğrudan dinci-muhafazakarlık  etrafında tartışılmadı ama AKP’nin kayırmacılığıyla özdeşleştirilerek, siyasal söylemde yer buldu.

Bu strateji ve söylem başarıyı getirdiği için, önümüzdeki dönemin iktidar mücadelesine de damgasını vurması olası görünüyor. Yani neo-liberalizm ve muhafazakarlık ekseni geride duracak, otoriter yönetim karşısında, demokratik yönetim anlayışı siyasal söylemin boş göstereni haline gelecek!

Soru şu; otoriterlik, kötü yönetim, kayırmacılık, yolsuzluk gibi önemli sorunlar kendi başlarına ele alınabilecek gerçeklikler mi, yoksa bir yanda neo-liberalizmin, diğer tarafta toplumu bölüp, kutuplaştıran muhafazakar-milliyetçiliğin yol açtığı büyük tahribatın semptomları mı? Eğer ikincisi doğruysa, önümüzdeki döneme büyük olasılıkla semptom siyaseti damgasını vuracak demektir. Mesele şu ki, hastalık ağırlaşıyor ve tek başına semptom tedavisi artık hastayı rahatlatmıyor!